En son Habertürk’ün de aralarında bulunduğu medya grubu ‘ele geçirildi’, malûm. Zaten uzun yıllardır doğru düzgün habercilik yapamayan bir televizyona ve internet sitesine dönüşen Habertürk’ün mevcut halde kalması da yetmedi sanırım. Daha fazlasını ister muktedir. En ufak bir pürüz, diken kalmasın, dümdüz olsun. Hani şu şahane kalem işi camilere dümdüz bir beyaz kireç basıp geçtikleri gibi. Habertürk’te ayda yılda bir ‘iş olsun’ kabilinden ekrana çıkan bir muhalefet temsilcisi çok geldi demek ki göze. Önce şaibeli bir gruba satışı gerçekleştirildi, sonra o grubun suçlu olduğu ‘fark edildi’, derken kayyım geldi, oturdu. Kanal, artık doğrudan Saray rejimine bağlı. Ne derse o.
‘Merkez medya’ın son temsilcisi sayılan Habertürk grubunun da (Show TV ve Bloomberg HT’yi de ekleyin) beyaz kirece boyanıp dümdüz edilmesinden sonra medyanın yüzde 90’ının kontrol altında olduğunu söyleyebiliriz. Böylece iktidarın belirlediği sınırların dışına çıkmayan, ne çıkması aklına dahi getirmeyen bir habercilik anlayışının ülkeyi esir aldığı garip bir dönem de tamamlanmış oldu. Artık Saray’dan ve onun mutlak kontrolündeki devlet kurumlarından yayılan her bilgi, açıklama ve ‘haber’, binlerce kanal, gazete, internet medyası, radyo ve sosyal medya hesabı ile halkın zihnine boca ediliyor.
Saray’ın propaganda makinesi İletişim Başkanlığı’nın sınırlarınız çizdiği bir gazetecilik anlayışı, resmi açıklama, duyuru ve sözlerin dışında tek bir ‘farklı’ içeriğin girmesini engelleyecek şekilde ülkeye hakim. Bu sistemde Yeni Şafak, Sabah, Milliyet, Hürriyet ya da Akşam gazetelerinden hepsini satın almak isterseniz büyük bir israfa girmiş olursunuz. Tek tük iktidar güdümlü yazarı ‘farklılık’ sayarsanız, gazeteyi dolduran ortalama 120-150 arası haberin neredeyse tamamı aynı. Öyle laf olsun diye ‘aynı’ değil, gerçekten ‘aynı’. Başlıkları, spotları, fotoğrafları, veriliş biçimleri; hatta çoğu zaman yayınlandıkları manşet ve sürmanşet yerleri bile belli ve ‘birebir aynı’. Paket şeklinde gelen haberler, aynı servis şekliyle gazetelere boca ediliyor.
Yandaş basını tarif etmek için daha fazla kelime israfını gerek yok zannımca, zira gören görüyordur, derdi gazetecilik olup izleyen de ‘bilip’ dertleniyordur. Ama konumuz bu değil. Sabah grubunun ‘Turkuvaz’ olmasından tutun, Doğan grubunun ‘Demirören’leşmesine gidin; oradan Star grubunun yandaşlaşma sürecine kadar uzanın; derken AKP rejimi güçlendikçe en ağır toplar ve konvansiyonel ‘yandaşlarla’ tahkim edilen Yeni Şafak grubunun palazlanmasına varın, hepsinde aynı şeyi görürsünüz: Ne yapsalar olmuyor, ne etseler yetmiyor! Acıklı bir şarkı gibi, “olmuyor, olmuyor, olmuyor.”
Onca devlet kredisi, onca iş dünyası havuz parası, onca ihale, onca kamu bankası reklamı, onca akıtılan servete rağmen ne gazeteler yetiyor, ne televizyonlar, ne internet medyası ne de sosyal medya. Asla yetinmiyorlar, asla tatmin olmuyorlar, asla istedikleri sonucu alamıyorlar. ‘Ele geçirilen’ her medya grubu yeni koltuklar, taze iş ve kariyer fırsatları sunsa da gazetecilik adına asla belli bir çıtanın üstüne çıkamıyorlar. Hâlâ haber yazmayı beceremiyorlar, hâlâ haberle yorumu ayıramıyorlar, hâlâ evrensel ölçülerde gazeteciliğin gerektirdiği hiçbir ölçüyü anlamıyorlar, hâlâ yaptıkları şeyin gazetecilik değil ‘propaganda’ olduğunu düşünemiyorlar.
Bu ‘vaziyet’ onlara ömür boyu sürecek bir konforlu alan sağlasa da bir türlü yetinemeyip ısrarla yeni yeni medyalar, yeni yeni gruplar, yeni yeni habercilik mecralarının peşinde koşmalarının sebebi de bu. Bir şey yapıyorlar ama o yaptıkları şeyin, dünyada kabul edilmiş evrensel bir ‘gazetecilikle’ alakası olmadığını biliyorlar. Kıvranmaları da bu yüzden. Deli gibi, onlara benzemeyen bir medya gördüler mi hemen ‘çöküveriyorlar’. Yasaklıyorlar, engelliyorlar, hain, terörist ilan edip karalıyorlar, ilanla, baskıyla susturmaya gayret ediyorlar. Çünkü, gerçek gazeteciliğin kırıntısı bile, yaptıkları şeyin gazetecilik olmadığını dünya aleme gösteriyor. Kendi beceriksizliklerinin ve gazetecilik iş bilmezliklerinin altını kalın çizgilerle çizen -misal, iki adanmışın yürüttüğü küçük bir internet sitesi- onlar için o çok korktukları ‘Saray gölgesi’ kadar korkutucudur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD ziyareti sonrası uçakta “gazeteciler” ile…
Al işte taze örnek: Sahiplerine deli gibi akan ihaleler, kamu bankalarının sonuna dek açılmış reklam bütçeleri, siyasetin en üst desteği ile para deryasında yüzen Yeni Şafak gazetesi, yapay zekaya deprem haberi yazdırmış. Bunda bir şey yok tabi, yapabiliriz. Gazeteler, yeni zamanın nimetlerinden faydalanabilir. Ama gazete yapay zekaya yazdırdığı deprem haberini -Yahu bir deprem haberi en fazla 50-100 kelimeyle yazılır zaten, yapay zekaya ihtiyaç duyacak kadar kötü müsünüz gerçekten?- kontrol edecek bir iş bilen olmayınca, yapay zekanın “İstersen bu haberi daha korkutucu, uyarı odaklı ya da daha bilgilendirici, sakin bir tonda da yeniden düzenleyebilirim. Hangisini istersin?” şeklindeki sorusunu da haberin içinde olduğu gibi görüyoruz. Yeni Şafak’ın belleklere kazınmış “Milk Port” haberi de hafızalarımızda.
15 Temmuz’dan epey sonra, bir gün, hâlâ gazetecilik yapabilen bir arkadaşımla görüşürken yanımıza Yeni Akit’te ve Sabah’ta çalışan iki ‘gazeteci’ de geldi. Laf, söz muhabbet derken konu kendilerinin nasıl büyük gazeteciler olduğuna geldi. Atıldı hemen Yeni Akit’in muhabiri, “Haberlerimde öyle şeyler yazıyorum ki çıldırıyor laik kesim” dedi. “O haber değil, yorum” dedim ama heyecanı bu sesi duymayacak kadar baskındı. La havle çekip Sabah muhabirine dönünce, o da bugüne kadar ‘sayısız büyük haber’ yaptığını söylemez mi? Allahallah ben niye duymadım bu büyük (!) gazeteciyi derken, devam etti: “Sayayım abi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en az 20 tane programını haberleştirdim, MİT Başkanı’nın filan…” derken, ‘büyük haber’ dediği şeylerin eskiden hiç haber yazmayı bilmeyen çömezlere yaptırdığımız rutin programlar olduğunu anlamış olduk. Arkadaşımla göz göze geldik, “Boş ver, bırak orada boğulsunlar” der gibi bakıştık birkaç saniye. Sonra müsaade isteyip ayrıldık.
Gazeteleri okunmuyor, haberleri kamuoyu oluşturmuyor, televizyonları izlense de etkili olmuyor, Saray’dan yağan ‘haber’ler bir türlü tatmin etmiyor. Bir küçük internet sitesi, bir muhalif gazetecinin YouTube kanalı, bir sosyal medya habercisi, bir başına sokak röportajcısı medyalarının tamamının yaptığı etkiden daha fazlasını yaratıyor. Bu yüzden deliler gibi hem ‘farklı’ sesleri kısmaya koşuyorlar hem de yeni yeni medyalar kurma veya zaptetme peşindeler. Yine de olmuyor. Olmaz da.
Gazetecilik en nihayetinde kaliteli insan işi. Bilen, dertlenen, sahiplenen, gerektiğinde gönüllü de olan insanın işi. O da onlarda yok. Devletin sonsuz kaynağını çek, tozları kalmaz…