Hiç şaşmıyor. Ne sıralama değişiyor, ne elinde benzin bidonuyla dolaşan öfkeli kalabalıklar, ne de “koruyucu” rolündeki devletin tavrı. Madımak Oteli yakılıp içindekiler canlı canlı ateşe verildiğinde birileri kalabalığa seslenip “mesajınızı aldık” diyordu. O mesajı hissetmeyen Ermeni, Rum, Kürt, mülteci kaldı mı sahi ülkede?
Tam da Sivas’ta 33 aydın, yazar ve düşünürün katledildiği Madımak Katliamı’nın yıldönümünde yine bir pogrom denemesine şahit olduk. Bu kez adres Kayseri.
Yaygın medyanın haberi yansıtma biçimine bakarsak şöyle oldu: “Küçük bir kız çocuğunun bir Suriyeli tarafından taciz edildiği” iddiası üzerine “halk” harekete geçerek “tepki gösterdi.” Bu “tepki”nin ırkçı ve ayrımcı sloganlarla başlayıp, ardından Suriyelilere ait ev ve işyerlerini ateşe vermeye, arabalarını yakmaya, en sonunda sokak sokak dolaşarak Suriyeli avına çıkmaya vardığını ise çok az haber mecrasında gördünüz, okudunuz.
Her daim öfkeli, neredeyse elinde benzin bidonuyla dolaşan “kalabalık”, onca polisin, bekçinin gözü önünde pogrom girişimine kalkışıyor. Küçük bir çocuğun taciz edildiği iddiasıyla sokağa taşan kalabalık, içinde küçücük çocukların uyuduğu evleri basmaya, ateşe vermeye koşuyor. Elinde bidonla. “Öfkeli” çünkü. Hakkı var. Öyle mi?
Ve bu ikisi arasında sükuneti sağlamakla, kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli devlet ise tıpkı birkaç gün önce Diyarbakır’da bir Starbucks şubesindeki saldırıda olduğu gibi, sırtında üniforması, belinde silahıyla etrafa “gözcülük” yapıyor. Pogromun “bir yere” kadar ilerlemesini sağlamakla görevli olduğunu anladığımız devlet, işlerin raydan çıkacağını hissedince kafasını uzatıp bazen vali, bazen emniyet müdürü bazen de milletvekili kılığında “mesajınızı aldık, evlerinize dönün” sesiyle ortaya çıkıveriyor.
Hiç şaşmıyor. Ne sıralama değişiyor, ne elinde benzin bidonuyla dolaşan öfkeli kalabalıklar, ne de “koruyucu” rolündeki devletin tavrı. Madımak Oteli yakılıp içindekiler canlı canlı ateşe verildiğinde birileri kalabalığa seslenip “mesajınızı aldık” diyordu. O mesaj her nedense hep galeyana gelmeye teşne kalabalık güruhun “başının okşanması” şeklinde cereyan ediyor. “Yaptın, ettin aferin ama bu kadarı yeter, başka zaman yine…” mesajını tüm ruhuyla hissetmeyen Ermeni, Rum, Kürt, mülteci kaldı mı sahi ülkede?
Kayseri’de sadece son bir senede “girişim” değil, doğrudan “tecavüz” olarak adlandıracağımız kaç olay yaşandı? Kaç Kayserili bu olayları bir namus-şeref meselesi yapıp sokaklara döküldü? Bir Suriyeli’nin karıştığı taciz, tecavüz olayı neden tüm Suriyelilere mal ediliyor da öz be öz bir Türk’ün çocuk tecavüzü, hatta tecavüzden sonra katletmesi hiç protesto konusu bile olmuyor, halkımız bir türlü galeyana gelmiyor?
Motivasyon farklı çünkü. “Suriyeli yaptı” deyince, kendini “buralı” sayan kim varsa elinde bidonla koşuyor. Araba deviriyor, evleri işyerlerini ateşe veriyor, sokak sokak dolaşıp içinde nefes alan Suriyeli avına çıkıyor. Ülkedelerindeki korkunç savaşın sorumlusu, buradaki ağır işsizliğin, ekonomik krizin ve yoksulluğun sebebi sayılan savunmasız insanlar, onları korumaya söz vermiş devletin kontrolünde saldırıların hedefi oluyor…
Suriyelilerin Türkiye’ye giriş biçimi, açık kapı politikası, entegrasyon olmadan alınan milyonlarca göçmen ve bunlara dair politikaları eleştirmek başka; ülkedeki her kötü olayın yüklendiği bir günah keçisi sayıp her seferinde bu insanlara saldırmak başka. Devletin politikasının ve hatasının bedelini neden gece evinde uyurken evi basılıp yakılan Suriyeli bir küçük çocuğa mal ediyoruz sahi?
Neresinden bakarsanız bakın utanç verici bir gece yaşandı Kayseri’de. Bugün ve yarın Sivas Madımak’ta yaşanan korkunç katliamı konuşacak/anacak insanlar, bir fitil ateşlendiğinde nelerin yaşanabileceğini az çok biliyorlar, tahmin ediyorlar ve ürküyorlar.
Ürkmek gerekir, çünkü hiçbir şeyi olmayan en alttaki insanlara saldıran “öfkeli kalabalık”, yaşanan adli bir vakada kendini kanunun yerine koyup eline benzin bidonu aldığında çok korkunç şeyler yaşanacağını “tecrübeyle” biliyoruz.
Ve can güvenliğini korumakla, adaleti sağlamakla görevli bir devletin, böyle anlarda hep “kayıp” olmasını, sonra da “mesajı aldık” sesiyle ortaya çıkmasını da…