Bahçeli’nin eli, yeni ‘çözüm süreci’ ve samimiyet

Devlet Bahçeli'nin uzattığı "el" oldukça yıkıcı bir dönemin ardından geldi. Cezaevlerindeki on binlerce siyasi mahkum, toprağa düşen canlar, askıya alınmış demokrasi, paramparça edilmiş özgürlükler... Bu elin asıl sahibin Erdoğan olduğu da açık. Bu nedenle muhatapları memnun ama temkinli. Peki, bu süreç neye evrilebilir, masadan tek kazananın "Erdoğan" olmasının önüne geçmek için aktörlere nasıl bir görev düşüyor?

Doğrusu emareler epeydir vardı. İktidarın (Erdoğan ve Bahçeli liderliğindeki koalisyon) bir politika değişikliğine gideceği özel sohbetlerde, meclislerde konuşuluyordu. Mayıs seçimlerinden başarıyla çıkan Erdoğan’ın MHP’siz bir sürece gitmek isteyeceği, yeni ortak arayışına gireceği, yeni anayasa çalışmaları ile bu süreci hızlandırarak, ülkenin en yakıcı meselesi olan Kürt sorununda bazı adımlar atacağı…

Evet “beklenen” sonunda oldu. Ama bir farkla: Gelecek “şeye” direnmesi beklenen, çomak sokacağı varsayılan MHP ve onun lideri Devlet Bahçeli eliyle geldi. Bahçeli, Meclis’in yeni yasama dönemi açılışında DEM Parti sıralarına giderek tokalaştı, gülümsedi, akşamındaki resepsiyonda da tokalaşmasının “haybeye olmadığını” açık açık vurguladı, Erdoğan’ın elini güçlendirmek istediğini söyledi.

Geçmiş “çözüm süreci” tecrübesinden sonra yeni bir “süreç” beklentisi hep vardı Kürt hareketinde ancak başlangıç noktası olarak herhalde kimse bu adımın Devlet Bahçeli’den geleceğini tahmin etmemiştir. Devletin İmralı’da Abdullah Öcalan’ı muhatap kabul ederek giriştiği çözüm sürecinin karşısında en hararetle duran kesim milliyetçiler ve ulusalcılardı. İki tarafın bayraktarlığını da üstlenen MHP ise ülkenin her yanında protestolarla çözüm sürecini hedef almıştı. CHP’nin de süreci tıkamak ve bitirmek için sarf ettiği gayreti hatırlıyoruz.

O Bahçeli’den, bugün “elimi uzattım” diyerek açık açık legal Kürt siyasetine kucak açan bir Bahçeli’ye gelişimiz kolay olmadığı gibi; aradaki yıllara da sayısız zulüm (Başta Demirtaş olmak üzere Kürt siyasetçilerin tutuklanması, mahkeme kararlarının uygulanmaması, kayyım politikası, her tür gişirminde en ağır şiddetle bastırılması vs) sığdı.

SURİYE TEDİRGİNLİĞİ

Peki, ne oldu da devlet bir anda makas değiştirerek Kürt sorununda “yumuşama” stratejisine geçti?

“Samimi mi değil mi” tartışmasını şimdilik bir kenera koyarak, bu sürecin şifrelerini Erdoğan’ın son dönem sözlerinde bulmak mümkün. Ortada hiçbir sebep yokken bir anda İsrail’in bir sonraki hedefinin Türkiye olacağını söyledi Erdoğan. Buna elbette inanmak zordu ve doğruydu da. Ama Erdoğan, İsrail diyerek başka bir şeyi işaret ediyordu: İsrail’in dur durak bilmeyen saldırgan tutumu yakın zamanda Suriye’ye yönelecek ve orada yepyeni bir fiili durum yaratacak. Erdoğan’ın konuşmasındaki “iç cephe” vurgusu doğrudan yeni bir süreci vurguluyordu.

Görünen o ki Amerika’nın desteğiyle İsrail’in güvenlik hesaplarına da uygun yeni bir “Kürt devleti” projesi hayata geçmek üzereydi. Bu “yakın tehlike” Ankara’nın tüylerini diken diken etmiş, ön almak için de hızla bir politika değişikliğine gitmeye karar vermişti. İsrail’in Gazze dışına çıkarak Lübnan’a saldırması, İran’ın göbeğinde Hamas’ın liderini öldürmesi, İran’ın bölgedeki etkisini bir bir yıkması, sıranın -bekleneceği üzere- Suriye’ye gelmesine neden oluyordu. Öyle anlaşılıyor ki Ankara, sınırındaki bir Kürt devleti projesinin karşısına, elindeki Kürt kartını oynayarak çıkmak istiyordu. Bunun yolu da içerideki Kürt siyasi hareketiyle önce yumuşama ardından barışmak ve on yıllardır süren silahlı savaşı sona erdirecek bir girişimde bulunmaktan geçiyordu.

BU BİR “ÇÖZÜM SÜRECİ” DEĞİL, ADI HENÜZ YOK

Şunu net anlamak gerekiyor: “Yeni süreç”, bir çözüm süreci değil. O dönem yaşananları bir daha yaşayacağımızı beklemeyelim. Hem Kürt hareketi hem de devlet, hem de diğer tüm aktörler yoğurdu bu kez üfleyerek yiyecek. Henüz hiçbir ayrıntısına vakıf değiliz yeni sürecin, o nedenle aktörlerden de mesafeli açıklamalar geliyor. Ancak bu süreç, nasıl bir şeyse, içinde hem legal Kürt siyaseti, hem Abdullah Öcalan hem de PKK olacak gibi gözüküyor. Bahçeli, elini uzatır uzatmaz DEM Parti’den “İmralı orada” karşılığının gelmesi; PKK’dan da ise gelen ilk yanıtın “bölgesel gelişmelerden endişe duyan iktidarın strateji değişikliğine” vurgulu olması, perde gerisinde bilmediğimiz bir takım birbirini yoklamaların, görüşmelerin olduğunu düşündürüyor. “Bahçeli’nin eli”yle başlayan ve herkesi şaşırtıp hazırlıksız yakalayan sürecin neye evrileceğini ise galiba en net biçimde Öcalan’ın devreye girmesi ile görebileceğiz.

Öcalan, demir parmaklıklar arkasında da olsa -geçmişteki benzer tüm girişimleri hatırlarsak- dışarıdaki ve bölgedeki gelişmeleri en doğru biçimde okuyan ve buna göre strateji belirleyen aktörlerin başında geliyor. Oslo süreci, çözüm süreci, Suriye’deki durumdan yeni bir devlet seviyesine kadar gelen tüm süreçlerde Öcalan başat rol oynadı, her seferinde “istikameti” çizdi. Halihazırda “Bu nedir?” diye sağa sola bakan Kürt siyasi hareketi, PKK, hatta devlet bile Öcalan’ın çizeceği çerçeveyi merak ediyor. Bu yeni sürecin de önemli ismi olacağı kuşkusuz. Devlet, elini güçlendirmek ve masada daha güçlü gözükmek adına bir Demirtaş-Öcalan ayrışmasını dileyebilir ve bunun zeminini yoklayabilir ama nihai noktada, Demirtaş’ın da Öcalan’ın da aynı noktada buluşarak sürece dahil olacağını düşünüyorum. Demirtaş da legal siyaset temsilcisi ve özgürlüğü elinden alınmış bir siyasetçi olarak, bu sürecin çok çok önemli bir ayağını temsil edecektir kuşkusuz.

YA ERDOĞAN’IN YENİ ANAYASA VE TEKRAR SEÇİLME HESABIYSA?

Bu girişimin Erdoğan’ın yeni anayasa ve 2028’deki cumhurbaşkanlığı seçimi hesaplarıyla ilgili olduğu tezlerini de yabana atmamak gerekiyor elbette. Ancak tek başına bu okuma biçimi olan biteni tam anlamaya ve anlatmaya yetmiyor. Bir siyasetçi, üstelik oldukça kurnaz, gerektiğinde ani dönüşler yapabilen ultra pragmatist bir siyasetçinin kişisel kariyeri hesabına çalışması şaşılacak bir durum değil. Tabii ki isteyecektir. Burada esas belirleyici olan sürecin diğer aktörlerinin yaklaşımı olacak. Erdoğan’ın da devletin de büyük bir güven kaybı ve vermeleri gereken büyük bir “samimiyet” sınavları var… 

DEM Parti, Öcalan, PKK, partinin diğer bileşenleri, sivil toplum kuruluşları, uluslararası aktörler, Türkiye’deki muhalefet partileri -En çok da 2028’de iktidarı devralma hayalleri kuran CHP- sürecin Erdoğan’ın tek başına yürüttüğü bir şey olmasına engel olabilirler. Bir denge-denetleme mekanizması, sürecin sadece Erdoğan’ın kazandığı bir şeye dönüşmesini önleyebilir. Bunun için de herkesin elini taşın altına koyması, sürece dahil olması gerekiyor.

Sonuçta ülkedeki anti-demokratik uygulamalarının büyük bir kısmı Kürt sorunu ve onun etrafındaki halkalardan kaynaklanıyor. İfade özgürlüğü başta olmak üzere her türlü anayasal hak, Kürt sorununun çözüme kavuşmasıyla elde edilebilir. Tabii ki Erdoğan ve devlet, o hakları vermemek için “cimri” davranacaktır, bir günde demokrat olacaklarına inanmak için ülkeyi tanımamak gerekir. Ancak bir masa kurulup “müzakere” yapılacaksa, o masada her şeyi konuşup alabilecek bir siyaset içi ve dışı aktörler de hazır olmalı.

Devlet Bahçeli’nin eli çok yıkıcı bir sürecin sonunda uzandı. Muhatabı hem şaşkın hem de temkinli. Toplum ise uzanan elin “Erdoğan’ın eli” olduğunun farkında. Özellikle 2015 sonrasını düşününce ürkmekte haklı da. Fakat, siyaset dediğimiz şey de tam bunun için yapılıyor zaten.

Sonunda halkın ve demokrasinin kazandığı bir süreç, herkesin yararına olabilir. Herkesin…

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com