İlahiyatçı Faruk Beşer, hayatını kaybetti. Sıradan bir ilahiyatçı değildi. Yazdıklarıyla, aldığı konumlarla, yazmadıklarıyla, sustuklarıyla, akladıklarıyla anılacak. Bir paylaşımında söylediği gibi, "Mesele bundan ibaret!"
Reytingi yüksek ekran allamelerinin olmadığı zamanlarda neşredilen Hanımlara Özel İlmihal ile muhafazakâr ailelerin evlerine, kütüphanelerine girmişti Faruk Beşer. Farklı yayınevlerinden baskıları olsa da temel konuları değişmedi: İslamda kadın ve feminizm, özel hallerde cinsel ilişki ve tıp, kadın ve miras, örtünme ve cilbabın anlamı, burçlar, fal ve büyü, doğum kontrolü ve kürtaj…
Kitabın arka kapağında herkesi ilgilendiren başka bir madde daha var ki, ‘kadınlara mahsus fetvalar’ın kapsamını aşıyor, ‘inanan’ herkesi ilgilendiriyor: Kaderi nasıl anlamalıyız?
Bugün vefat eden ve Kartepe Maşukiye’de toprağa verilen Beşer’in hayatına baktığınızda, ister istemez, “Faruk Beşer gibi anlamamalıyız” demeden edemiyorsunuz.
Malûm, beşer şaşar! Amenna… Peki, bir insan her şeye rağmen yazdığı ilmihal ile çelişir mi, sıradan bir kadının ya da erkeğin kavrayabileceği ‘haramlar ve helaller’i de mi kavrayamaz?
Meselâ, torpile nasıl arka çıkılır? Bir açıklama yapmak zorunda değilken, aleni olarak yolsuzluk ve hırsızlık olarak genel kabul görmüş bir davranışa neden ‘fetva’ verir?
1952 doğumlu Faruk Beşer, bir ilahiyatçının tedrisinden geçebileceği bütün sıralı okulları okudu. İlkokulu Trabzon’da, Ortaokulu İzmit İmam Hatip Okulunda, Liseyi ise Yozgat İmam Hatip Lisesinde bitirdi. (1972).
Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesinden mezun oldu (1978). Mezun olduğu Fakültede İslam Hukuku dalında İslamda Sosyal Güvenlik adlı teziyle doktor oldu (1985).
Diyanet İşleri başkanlığına bağlı olarak 8 yıl muhtelif görevler ifa etti. Malezya International Islamic University’de iki dönem hocalık yaptı. (1993-1994). Döndükten sonra Sakarya Üniversitesi İlahiyatFakültesine intisap etti. 1994’te doçent, 2000 yılında da Profesör oldu.
Aynı fakültede iki yıl dekan yardımcılığı yaptı. ABD’ye gitti ve University of Pittsburgh’ta Misafir Profesör olarak altı ay araştırmalarda bulundu. (1999-2000). 2005-2006 yıllarında Dubai’de Faculty of Islamic and Arabic Studies’de öğretim üyesi olarak çalıştı
20 kitabı yayımlanan ve 600’ü aşkın TV programı yapan Prof. Dr. Faruk Beşer, bir beşerin sahip olabileceği imkânlara, şöhrete ulaştı.
İsminin başında ‘Prof’ olan Faruk Beşer, diğer bir çok ilahiyatçı gibi 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları hakkında yazdığı yazıda konuyu saptırmış, faturayı operasyonları yapan emniyet ve yargı mensuplarına kesmişti. Nedeni kişilere ilişkin vehmettiği mensubiyetleri… Beşer bu nedenle fiili değil, faili hedef almış, “Hırsızlık edebiyatı yaptılar” diyerek cürümleri meşrulaştırmıştı.
İlahiyat camiasının yakından tanıdığı bir isim olan, daha sonra yaptığı dini içerikli televizyon programlarında da boy gösteren Faruk Beşer’in, irtibatlandırdığı yargı ve emniyet mensuplarından daha fazla, suçladığı Gülen cemaati ile ilişkisi vardı oysa. Neticede, polisler ya da hakim ve savcılar yazmamıştı tuğla gibi “Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Fıkhını Anlamak” kitabını. Gazete yazıları ve televizyon programları bir kenarda dursun…
Yazdığı ilmihal kitabının maddelerine olan sadakatsizliği kadar bu kitaba ilişkin süreci de inkâr etmekte bir beis görmedi Beşer.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra okların üzerine çevrildiği Faruk Beşer, yazdıklarının arkasında duramayanlardan oldu. Köşe yazdığı gazeteye konuyu taşıyan Beşer, “Yazdığım makaleyi eklemelerle bir kitapçık yaptılar, göklere çıkardılar ama hemen ardından, içinde bazı üstü kapalı eleştiriler görünce de yayınını yine kendileri durdurdular. İyi ki durdurmuşlar. Böylece ne azim hatalar yaptığımı fark ettim. Soranlara izah etmekte zorlandım” diyerek kendisinin başkaları gibi “yanılanlardan” olduğunu deklare etti kamuoyuna. Bir nevi affını dilemiş oldu.
Oysa kendini yalanlayan yine kendi kitabıydı. İlgili kitabın 12. sayfasındaki satırları kendi ifadeleriydi: “1970’li yılların sonundan 1980’in sonuna kadar ulaşabildiğim bütün konuşma bantlarını, pek çoğunu defaatle olmak üzere, dinledim. Özel bir deftere notlar aldım. Çok önemli bulduğum notları bir araya getirerek 20 kadar seçme kaset yaptım. Aradığım bilgiye ulaşabilmek için diğer kasetlerin konularını da tek tek fişleyip bir indeks hazırladım. Çünkü o zaman, ne bilgisayar ne de cd vardı. Çalışacağım ve yazacağım her konuda, öncelikle onun söylediklerini duyarak anlamaya ve düşüncemin doğru olup olmadığını bu yolla test etmeye çalıştım. Bu benim için önemli bir teyitti… Şunun da farkına vardım ki, aslında benim kendimin sandığım fikirlerimin pek çoğunun kaynağı bu kasetlermiş. Hatta yıllardır fakültede vermekte olduğum ve öğrencilerim tarafından çok beğenilen ‘Günümüz Fıkıh Problemleri’ adlı derslerimdeki etraflı izah ve açıklama üslubunda Hocaefendi’den etkilenme olabileceği kanaatine vardım. Bu itibarla yarın benin hakkımda, faraza bir terceme-i hal yazılacak olsa, ‘İlmini aldığı kaynakların başında Fethullah Gülen Hoca gelir’ denmesi tam isabet olur.”
Evet, o kitabın yazılmasından sonra Fethullah Gülen’in de pek hoşnut olmadığı ilahiyat çevrelerinin konuştuğu bir konuydu. Gülen, kitaptan ve içinde yapılan tespitlerden hoşnut kalmamış, kendisinin farklı bir fıkıh anlayışı varmış gibi sunulmasından rahatsız olacak ki, kitabın ikinci baskısı yapılmamıştı.
Bir dönem yanında değil, içinde olacak kadar yakın olduğu bir grupla ilişkisinde hep aşırıya kaçtı Beşer. Mesela Yeni Şafak gazetesindeki başka bir yazısında Gülen cemaatini Şia’ya benzeterek, “Öncelikle imamlık anlayışında Şia gibi düşünüyorlardı” diyordu. Oysa Gülen’in Şia konusundaki tutumunu yine en iyi kendisi biliyordu.
Geçtiğimiz yıllarda bir sosyal medya kullanıcısının, “Meriç’te boğulan yavrucaklar yürek yakıcı elbette. Peki o yavrucakların Meriç’te ne işi var? Hain anne-babalarının yanında olmaktan başka suçları yok aslında” paylaşımına yine gerekmediği halde yorum yapıyor ve “Mesele bundan ibaret” diyordu.
Mesele bundan mı ibaretti gerçekten?
Bu ifadelerin ‘Faruk Beşer fıkhı’nda yeri neydi?
Ya da, Hanımlara Özel İlmihal‘deki soruyla soralım: Kaderi nasıl anlamalıyız?