Eskiden “emperyalistlerin” silahlarının dünyanın her tarafından nasıl ölüm yağdırdığını anlatan, bunu anlatan filmleri kitapları kutsal metinler gibi birbirleriyle paylaşan dev bir kitle; damadın ürettiği SİHA’ların kanatlarına dokunma hayaliyle yaşıyor. Damadın, İsrail'in silah tedarikçisi firmayı İstanbul'a getirip ağırlamasında da sorun görmüyor. Adem Özköse de tam böyle bir ortamda, gitmiş Gazze'yi unutmayın diyor. Cesur bir çıkış ama işi zor...
Yüzüklerin Efendisi İki Kule filminin bir sahnesinde Ağaçsakal ent (hareket edip konuşan ağaç), kendisine emanet edilen hobbitleri taşırken, bir zamanlar ormanlarında dolaşan iyi büyücü Saruman’dan dert yanar. Saruman’ın değiştiğini anlatan Ağaçsakal, “Saruman’ın ormanlarımda gezindiği zamanlar olurdu. Ama artık aklına maden ve çarklar düştü. Artık yetişen şeyleri umursamıyor” diyor.
Adem Özköse’nin, İsrail’in en büyük silah tedarikçisi BAE Systems şirketinin, Haluk Bayraktar ve Selçuk Bayraktar’ın (hani şu ürettiği silahlar sayesinde zenginleşip Forbes’un listesine bile giren Cumhurbaşkanı damadı) ev sahipliği yaptığı Saha Expo sayesinde İstanbul’da Gazze’ye ölüm yağdıran silahlarını sergilemesine tepki gösterdiği için boğazı sıkılıp ağzı kapatılarak gözaltına alınmasıyla ilgili videoları izlerken aklıma yukarıdaki sahne düştü. Gazze’yi yerle bir eden silahları sağlayan şirketin nasıl olur da İstanbul’da ağırlanacağını soran Özköse, boğazındaki ele rağmen sesini duyurmaya çalışıyordu.
Adem Özköse, aklına silahların, demirlerin, çarkların, İHA’ların, SİHA’ların düştüğü, her türlü düşünme yetisini kaybetmiş; nefretten ibaret kalmış bir topluluğun ‘uyanması’ için çırpınıyordu. İşi zor. Zira eskiden “emperyalistlerin” silahlarının dünyanın her tarafından nasıl ölüm yağdırdığını anlatan, bunu anlatan filmleri kitapları kutsal metinler gibi birbirleriyle paylaşan dev bir kitle; damadın ürettiği SİHA’ların kanatlarına dokunma hayaliyle yaşıyor. Silahlara dua edeni gördü bu gözler.
Silahlarla uyuyor, silahlarla uyanıyorlar artık. Damadın en nihayetinde bir “silah tüccarı” olduğundan habersiz, devletin, cumhurbaşkanının dahi temsilcisi gibi çalışıp pazarladığı SİHA’ların öldüreceği insanların hayaliyle yanıp tutuşuyorlar. Adem Özköse de gitmiş, damadın insanların kendinden geçercesine tekerine, camına, kanadına dokunmak için birbirini ezdiği SİHA’larının yanı başına, Gazze’yi yerle bir eden silahları sağlayan firmayı protesto ediyor. Olacak iş değil. Özköse, tanınmış ve yeterince network’ü olmayan biri olsaydı, korkarım başına çok daha kötü şeyler gelirdi. Yeter ki damat bol bol para kazanacağı daha ölümcül silahlar üretsin; Gazze de neymiş, İsrail’in silah tedarikçisi mi sorun olacak!
Saruman gibi, akıllarını madenlerle, çarklarla, silahlarla “sanayi ateşiyle” bozmuş; neye dönüştüklerinden habersiz, kendilerini sadece güçlü bir nefret duygusuyla besliyorlar. Kendilerine iyi gelecek her türlü tedaviyi, iyi niyet ya da dostluk elini ise haninlikle, teröristlikle, bilgisizlikle suçlayıp anında reddediyorlar.
Adem Özköse’yi, Gerçek Hayat dergisinde Ortadoğu Temsilcisi olduğu günlerden beri tanır ve takip ederim. Bir seferinde, Gazze’den attığı silahlı savaşçı fotoğraflarıyla bezeli yazısı dergiye konulduğu an dergideydim. Editörün, “Ben ondan gündelik hayat fotoğrafı istiyorum, o sürekli silahlı adam fotoğrafı atıyor” sözlerini bugünkü gibi hatırlıyorum. Sonradan çok yalpaladı Adem. Arap Baharı’yla başlayan, Suriye iç savaşıyla tüm retorikleri alt üsten süreçte Adem de çokça gitti, geldi. Bir ara kendini “hidayet” hikayelerine adadı, kitap bile yazdı. Türkiye’de her şeyin at üst olduğu 2010’dan sonraki süreçte Tayyipçi oldu, 15 Temmuz’da ve sonrasında yaşanan cadı avları sırasında pek hevesli göründü. Türk bayraklı fotoğraf paylaşıp milliyetçilik sularına dalarken uyarılar kulaklarına ulaşıyor muydu, bilemiyorum. Çok sonra, Ahmet Davutoğlu ve ekibi AKP gemisinden adeta tekmelenerek kovulunca bizim Adem’in payına da şapkayı önüne koyup düşünmek düştü. Aklı başına geldi yavaş yavaş. Hakkını verelim, küçük çocuk Ahmet Burhan’ın hikayesi ülkedeki çılgınlık seviyesindeki kötülüğü ayan beyan ortaya çıkardığında, Özköse artık iyiden iyiye normal sulara gelmişti. O dönemdeki gayreti unutulmaz.
Adem Özköse, mankurtlaşmaktan çevresine topladığı gençlerin enerjisi sayesinde kurtulmuş olmalı. Muhalif, kalpleri Filistin için çarpan gençler, muhtemelen ona da geniş çevresine de; AKP iktidarının, Erdoğan’ın, edit videolarla içinden minik bir Polat Alemdar çıkarılmaya çalışılan Hakan Fidan’ın “o kadar da hassas olmadıklarını” gösterdi. Sonuç itibariyle geçmişte Adem’in çevresinde olup, Burger King’e molotof atmakla övünen adamlar -şahsen tanıyorum- gelinen noktada boykot ettikleri Burger King’in şubesinin sahibine dönüşüveriyordu, mesela. Acıklı bir son. Adem Özköse, bu berbat hikayenin sonunda, hala vicdanı ölmemiş birkaç kişiden biri olmayı başardı. Tek başına, damadın fuarına gidip iki yüzlülüğü herkesin suratına vurduğu için alkışı hak ediyor.
Sona doğru gelirken, yazının girişinde bahsettiğim filmin bir diğer sahnesinde ise Rohan kralı Theoden kendisini güçlü bir büyüyle mankurtlaştıran Saruman’ın etkisinden kurtuluyor, Ak Büyücü sayesinde. Akli melekelerini kaybeden, etrafındaki kimseyi, kendi ailesini dahi artık tanımaktan aciz kalan kral, kurtulup yüzü aydınlandığında, Ak Büyücü şöyle sesleniyor ona: “Hür havayı çek ciğerlerine eski dostum.”
Mankurtlaşmaktan, nefretten, yalandan ve sinsilikten bir deri bir kemik kalmış kişiler için “temiz bir hava” dileyelim…