Hep ölümsüzlüğü arar gibi: Ajda Pekkan

Ajda Pekkan: “Önemli olan benim mutluluğum, benim hayatım, benim sevip sevilmem. Ulaştığım her noktaya tırnaklarımla kazıyarak geldim. Bugüne kadar hep böyleydi, böyle olacak.”

Sinemamız ‘biyografi’yi keşfetti; Müslüm, Bergen, Dilberay gişe yapınca, Zeki Müren, Neşet Ertaş ile Cem Karaca sıraya girdi, peşine Ajda Pekkan takıldı. Hatta Ajda Pekkan’ı, Serenay Sarıkaya’nın canlandıracağı kulaklara fısıldandı bile. Hadi hayırlısı…

Türkiye böyle; bir şey iltifat görmeye görsün, bıktırıncaya, usandırıncaya kadar kopyaları üretilir. Modadır, furyadır gelip geçer, deyip beklemek dışında bir seçenek yok biz izleyicilere…

Niçin böyle?

Hemen söyleyeyim: Film yönetmenindir. Hitchcok filmi deriz, Kurosowa filmi deriz, Kubrick filmi deriz, hatta Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan filmi deriz. Çünkü biliriz ki, bu yönetmenler ele aldıkları konuyu kendilerince düzenler ve o hikâyeyi sanat katına yükseltir. Eğer bir film duyurusunda, kulis bilgisinde önce oyuncunun adı paylaşılıyor ve senaryoyu kim yazmış, yönetmen koltuğunda kim oturacak, söylenmiyorsa… İşte o, şekeri kaçana kadar çiğneyeceğiniz bir sakızdır. Popüler bulvarda koşar ve çarçabuk unutulanlar hanesinde yerini alır.

Ama biz, kulaklara biraz su kaçıralım. Değil mi ki ‘bir Ajda Pekkan her zaman yetişmiyor’…

HAYALLER VE TERCİHLER

İnsan yaşamı boyunca tercihlerde bulunur. Bilinçli tercihleri onu bulunduğu noktaya taşır. Elbette ‘coğrafya kader’dir; ama tercihler o kaderi değiştirir.

Bizim Süperstar, Sezen Aksu ve ekürisinin Angela dediği Ayşe Ajda Pekkan, 12 Şubat 1946’da İstanbul’da, Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde dünyaya gelir. Ailesi Boşnak kökenlidir. Babası Rıdvan Pekkan deniz binbaşısı, annesi Nevin Dobruca ise ev hanımı…

Çocukluğu babasının mesleği nedeniyle Gölcük’te (Kocaeli) geçer. Gölcük, bir garnizon yerleşkesi… 1925’te Yavuz zırhlısının tamir kararı verilince askeri tersane inşa ediliyor. Almanlar barakalar kurup Yavuz’u tamir ediyorlar.

Sonra bu tesisler Almanlardan satın alınıyor. Günden güne de gelişiyor.

Ajda’nın çocukluğu, burada yaşayan Amerikan askerlerinin arasında geçiyor. Modern bir ortam… Her şey güllük gülistanlık… Perdenin arkası ise sorunlu: Anne ile baba geçinemiyor.

Aile içindeki gerginlik, Ajda Pekkan’ın gençliğini etkiliyor. Hatta bu etki ileride kendine çocuksuz bir hayat kurmasına sebep oluyor bir anlamda. Her ne kadar sanatı tercih ettiği için çocuğa vakti kalmadı, dense de (bu arada; 7 kez hamile kaldığı ve aldırdığı sonradan öğreniliyor)…

Öte yandan, Karamazov Kardeşler’deki kadar değil elbette, ama kardeşler arasında da ipler zaman zaman gerilidir. Hem o yaşlarda, hem de ilerleyen yıllarda…

AYHAN IŞIK, TAMER YİĞİT, DERKEN ÖZTÜRK SERENGİL

Sene 1961… Semiramis Pekkan, Çatı adlı gece kulübünün sahibi müzisyen İlham Gencer’e ulaşır ve kardeşini tavsiye eder. Ajda Pekkan da orada Mina’nın Il Cielo In Una Stanza şarkısını seslendirir ve bugünlere uzanacak yolun ilk adımları atılır. Henüz 17 yaşındadır. Ömrünün baharında…

Çok sürmez, Los Çatikos müzik topluluğu eşliğinde bir müddet sahne alır.

Ancak beklediği tepki gelmez.

Asıl değişiklik 1963 yılında yaşanır. Ses dergisinin açtığı Sinema Artisti Yarışması’na katılır bir aile dostunun iteklemesiyle. Ediz Hun erkekler dalında, kendisi de kadınlar kategorisinde birinci olur. İkinci sırada Hülya Koçyiğit vardır.

Bu birincilik ona Yeşilçam’ın kapılarını aralar. O kapıdan ilk Ayhan Işık’la geçer.

Orhan Aksoy’un çektiği Şıpsevdi’de başroldedir.

İkinci adımı Tamer Yiğit ile atar. Nejat Saydam’ın yönettiği Kendini Arayan Adam’da Gönül’ü canlandırır.

İki film de hayal kırıklığıdır. Pembe hayallere siyah gölgeler düşmek üzereyken imdadına Öztürk Serengil yetişir. Zafer Davutoğlu’nun yönettiği Adanalı Tayfur gişe yapar. Bu filmde seslendirdiği Göz Göz Değdi Bana şarkısı, Öztürk Serengil’in seslendirdiği Abidik Gubidik Twist şarkısıyla birlikte 45’lik olarak yayınlanır.

Ajda Pekkan, Süleyman Turan, Öztürk Serengil ve Fatma Girik, Koçum Benim filmi setinde Yeşilköy Havalimanında.

Kısa sürede Şaşkın Baba, Öpüşmek Yasak, Abidik Gubidik, Çanakkale Aslanları, Plajda Sevişelim, Kaynana Zırıltısı, Avare, Hızır Dede, Koçum Benim, Sokakların Kanunu gibi filmlerde oynar.

FECRİ EBCİOĞLU VE ARANJMAN YILLARI

Dizi ve sinema dünyasında bir ismi ve ağırlığı olan biridir artık. Ancak gönlünde şarkıcı olmak arzusu yatıyor. Her fırsatta bunun yollarını kolluyor ve arıyor. Çocukluk hayali zira şarkıcılık…

Sinemaya adım atmadan önce tanıştığı Fecri Ebcioğlu, 1965 yılında, elini uzatıyor.

Ebcioğlu yabancı şarkılara Türkçe sözler yazıyor, Ajda Pekkan da okuyor. Peş peşe bir sürü 45’lik çıkıyor.

1967 yılında çıkardığı İki Yabancı 45’liği ise satış rekoru kırıyor. Peşinden Dünya Dönüyor, Saklambaç, Boş Sokak, Boş Vermişim Dünyaya ve Üç Kalp gibi hitler geliyor üst üste…

Şimdi biraz magazin… Ajda Pekkan, Şerif Yüzbaşıoğlu’nun orkestrasında… Henüz “süper” değil. Atina’da bir yarışma olacak, haberi geliyor… Yarışma dediğimiz de Apollonia Festivali… Başta Özdemir Erdoğan’ın gitmesi düşünülüyor. Ama bir sebeple Ajda Pekkan’ın gitmesi uygun bulunuyor. Bulunuyor da… Ortada bir şarkı yok. O da Esentepe’deki baba evinde oturuyor piyanonun başına… Aaa! Ajda Pekkan meğer beste de yaparmış!

Dört gün beş gün… Dın dın da dın dın… İlham gelmiyor bir türlü – olası ki grevde. Laf-ı güzaf benimki… Nihayetinde beste tamamlanıyor. Sıra güftede… Ajda Pekkan, böyle çalışıyor zira: Önce beste, sonra güfte…

Başlıyorlar güfte aramaya… Orhan Veli geliyor akıllarına… Olmuyor. Ümit Yaşar geliyor akıllarına… Olmuyor. Turhan Oğuzbaş geliyor akıllarına… Olmuyor. Tam ümitsizliğe düşecekler… Ersen Ilgaz (solistlerden biri), elinde bir kitapla çıkageliyor. “A-aa!” diyorlar, “Ne güzel şey!” Hemen kitaba adını veren şiiri notaya oturtup söylüyorlar: Şahane! Şiirin adı da pek güzel: Özleyiş…

Bu şarkı ile katılmaya karar veriyorlar. Ama ortalık biraz karışıyor. Bir kere beste Ajda Pekkan’ın değil. Peki, kimin? Selçuk Başar’ın… Burada pembe bir yalanı var Ajda Pekkan’ın…

Neyse… Yarışmaya gidiliyor ve orada dördüncü oluyorlar. Paranın kokusu burunlarını yakıyor adeta… Plağı yapılacak, radyolarda okunacak… Ama biri çıkıp hayallerini makaslıyor. Makaslayan, “Telif de telif!” diyen Zeki Uluruh – Özleyiş’in şairi.

Ajda Pekkan sahnede…

Sanırım üç yahut dört dava açılıyor. Selçuk Başar, güfteyi değiştirip kendi bir şeyler yazmaya kalkıyor. Ancak ne yazsa, bir türlü oturmuyor parçaya… Bakıyorlar, olacak gibi değil, zaman da geçiyor hızla… Bir an önce piyasaya sürmek gerek. Telif ödemeyi kabul ediyorlar. 4 bin lira mı, 40 bin lira mı, hatırlamıyorum. Telif ödenince, tazminat davasını geri çekiyor Zeki Uluruh. Şarkı üzerindeki tedbir kararını da kaldırıyor.

Bu arada Ajda Pekkan bambaşka şeylerle meşgul… Tüm bu olup bitenlerden de hoşnut… Zira artık o “sinemadan gelen” değil; “şarkıcı” Ajda Pekkan!

PHILIPS YILLARI 1970-72

1968’de Atina’da düzenlenen Uluslararası Apollonia Müzik Festivali’nde Özleyiş, sonraki sene aynı festivalde Perhaps One Day şarkılarını seslendiriyor.

Ve Ben Şimdi şarkısıyla Barselona’daki Akdeniz Şarkıları Festivali’nde Türkiye’yi temsil ediyor. Şarkıları pek çok filmde fon müziği olarak kullanılıyor. Zeki Müren ile gazino programları yapıyor. Hatta Paşa’nın kendisine âşık olduğu bile iddia ediliyor.

Kısa sürede merdivenleri tırmanması, sahnede devleşmesi, öyle küçümsenecek bir başarı değil. Hele tesadüf hiç değil. Zira Zeki Müren’in altı olmak isteyip de olamayan öyle ünlüler var ki… Duysanız şaşarsınız.

Kaldı ki, Ajda Pekkan’ın seslendirdiği şarkıların kayıtları Philips firmasının desteği ile Fransa’daki stüdyolarda yapılıyor.

Bu dönem ‘Philips Yılları’ olarak anılıyor. Ebcioğlu yerini Fikret Şeneş’e bırakıyor. Sensiz Yıllarda ve Yağmur plaklarıyla Ajda Pekkan müthiş bir çıkış yakalıyor. Hatta Almanca şarkılar söylüyor. Ancak üst üste gelen hit plaklar kadar giyimi kuşamı, yürüyüşü endamıyla da dikkatleri çekiyor Ajda Pekkan.

Ajda Pekkan Tarabya sahilinde fotoğraf çekiminde.

Uzun boy, sarı saç, keskin hatlı yüz ve benzersiz bakışlar… Bir Boşnak kızının tüm tipik özellikleri var. Lakin doyumsuz… Hep yeninin peşinde. Ölümsüzlüğü arar gibi… Daima genç ve güzel olmaya kendini mahkûm etmiş bir kadındır adeta…

İSTANBUL PLAK YILLARI 1972-74

İstanbul Plak’a 1972 yılında transfer (!) oluyor. Kolları sıvıyor. Kendisinden beklenti büyük. Heyecanla hazırladığı Olanlar Oldu Bana – Çapkın Satıcı adlı 45’lik fiyaskoyla sonuçlanıyor. Beklenen ilgiyi görmüyor.

Dönem, arabeskin artık kendini iyice hissettirdiği ve yavaş yavaş kasetin başrole soyunduğu yıllar. Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay listelerde…

Belki de bu sebeple ikinci plağa Dert Bende Derman Sende parçası okunuyor. Üstelik bu parça Mine Koşan tarafından daha önce okunmuş ve “bir Orhan Gencebay şarkısı” olarak tanınmıştır. Ancak plakta şarkının gerçek sahibi olan Vedat Yıldırımbora’nın adı yazılır. Zira telif yüzünden ağzı yanmıştır Ajda Pekkan’ın…

Şarkı öyle tutar, öyle sevilir ki, bir kez daha zirveyi görür ve yeni bir rekora ulaşır.

Burada şarkıyı yeniden aranje eden Osman İşmen’in emeği büyüktür. Ne ki, Ajda Pekkan’ın yorumu da farklı bir tını, farklı bir sound oluşturduğu için ayrıca iltifat görür.

O yıllarda radyo dışında müziğin dinlenebildiği tek yer plakçılardır. Sırf bu şarkıyı dinlemek için plakçıların tıklım tıklım olduğu rivayet edilir.

Nitekim adı Dert Bende olarak kısaltılan şarkıyı Müslüm Gürses’ten Bülent Ersoy’a, Ferdi Özbeğen’den Funda Arar’a, Ümit Besen’den Ziya Taşkent’e onlarca kişi, farklı aranjelerle defalarca okumuştur.

1973 yılına gelindiğinde ise Ajda Pekkan’ın söyleme taraftarı olmadığı, Fikret Şeneş’in ısrarıyla okuduğu Kimler Geldi Kimler Geçti adlı parça piyasaya sürülüyor.

Diğer yüzünde Kaderimin Oyunu olan 45’lik, 65 bin satıyor. O tarih için bu yüksek bir rakamdır.

Ajda Pekkan, 1972’de İstanbul Plak’tan çıkan 45’likleri hariç diğer tüm 45’liklerinde yer alan şarkılarını Temmuz 1975’te yayınlanan ilk derleme albümü “Ajda”da topluyor. Albümde Erkek Adın adında yeni bir şarkı da bulunuyor. Albümde yer alan Palavra Palavra adlı şarkıya Cüneyt Türel düet yapıyor.

NASIL “SÜPERSTAR” OLUYOR?

Ajda Pekkan 1976 yılında Olympia, Paris müzikholünde pek çok şarkısının Türkçe versiyonlarını seslendirdiği Fransız şarkıcı Enrico Macias ile seri konserler veriyor.

1977’de çıkan 45’liği Viens Dans Ma Vie ile Türkiye’de satış rekorları kırıyor.

Hürriyet gazetesinin o yıldaki sahibi Erol Simavi’nin, “Ajda Pekkan’a star demek yetmez, ancak süperstar dersek yerini bulur” sözüyle birlikte önce sanat çevrelerinde, sonra hayranlarının arasında, daha sonra da tüm ülkede “Süperstar” unvanıyla anılmaya başlıyor.

Ajda Pekkan bir otomobilde.

1977 yılında “Süperstar” adı ile bahsedilen Ajda Pekkan farklı kapak tasarımı ve prodüksiyonla piyasaya sunulan Süperstar’ı yayınlıyor. Aynı yıl Tokyo’daki Yamaha Müzik Festivali’nde A Mes Amours şarkısıyla elde ettiği başarılı netice sonucunda 70’lerin başında Almanca ve daha sonra Fransızca, Japonca ve Yunanca 45’lik plakları satışa sunuluyor.

Ajda Pekkan yine o dönemlerde Tahran’da konser veriyor ve daha sonra televizyondan da yayınlanan bu konser Türk izleyicisi tarafından da ilgi görüyor. Ajda Pekkan’ın Fransa’da ses getiren 45’lik çalışmaları yapmasına ve sonunda Pour Lui isimli Fransızca albümünü hazırlamasına önayak oluyor.

VE EUROVISION

Başta Avrupa olmak üzere ülkesi dışındaki popülerliğinin giderek artması, 1980 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil etmesi ve ülkenin geçmiş yıllarda düşük sıralamalarla dolu olan imajını düzeltmesi için üzerinde bir baskı oluşturuyor.

Başta “amatör” bulduğu yarışmaya katılmayacağını açıklasa da sonunda TRT tarafından yapılan teklifi kabul etmek durumunda kalıyor. Petrol şarkısıyla katıldığı yarışmayı 15. sırada bitirince hayal kırıklığına uğruyor.

Yarışmanın ardından Pekkan, İstanbul’u terk ederek aylarca Londra ve Los Angeles’ta yaşıyor.

Los Angeles’ta sarılığa yakalanıyor. İki aylık bir nekahet dönemi geçiriyor. Temmuz 1982’de ülkesine dönüyor.

O günleri, İzzet Çapa’ya verdiği röportajda şöyle anlatıyor: “17 yaşımdan beri çalışıyorum. Hayatımın bazı dönemlerinde kendi kendimle kalmak istediğim zamanlar oluyor. İşte, bu nedenle bir ara evlendim, bir ara yurt dışında kaldım, bu arada istemediğim şeyleri yapmaya da zorlandım… Mesela Eurovision’a gitmek gibi! Arayış dönemiydi. Fransa’da el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalıştım.”

Çapa, araya giriyor: “Pek el yordamıyla denemez. Paris’te Philips şirketi ile bir anlaşma yapmışsın o yıllarda…”

Ajda Pekkan, temkinli: “Evet, ama kafam karışıktı hep. Kendimi anlayabilmek için her şeyden soyutlanmam gerekiyordu.”

Çapa uygun ortamı bulduğunu düşünmüş olmalı ki, sazı eline alıyor: “Paris demişken, orada başından ilginç bir macera geçmiş. Mort Shuman’ı hatırlıyor musun?”

Ajda Pekkan dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in sanatçılara resepsiyonda.

Ajda Pekkan, bir şey söylemiyor, ama bakışlarından şaşırdığı belli oluyor: “Hatırlamaz mıyım? Brooklyn By the Sea şarkısına bayılırdım.”

“Eh, o zaman devam edelim…” diyor Çapa. “Bu Mort abi, Elvis Presley’e şarkılar yazmış bir besteci ve Philips’in Paris müdürü… Adam sana âşık oluveriyor…”

Ajda Pekkan şaşkın: “Nereden biliyorsun bunları?”

Çapa döktürüyor: “Neler biliyorum, bilemezsin. Bir gece Alain Delon’un Pariscope adlı discosunda, onu tek başına bırakıp gidiyorsun… Adam ağlıyor…”

‘ÖNEMLİ OLAN BENİM MUTLULUĞUM, BENİM SEVİP SEVİLMEM’

Ajda Pekkan’ın karşılığı bir hayat özeti gibi oluyor: “Önemli olan benim mutluluğum, benim hayatım, benim sevip sevilmem. Aşk için değil, iş için oradaydım. Ulaştığım her noktaya tırnaklarımla kazıyarak geldim. Bugüne kadar hep böyleydi, böyle olacak.”

Çapa ısrarlı: “Bunu, senin kişiliğini gösteren bir davranış olduğu için anlattım. Adama “Ha” desen, belki dünya starı olacaksın ama çekip gidiyorsun…”

Ancak Ajda Pekkan ısrarlı: “Ben buyum işte. Dünyanın bütün kapıları önümde açılsa da kendimi satmam. Ben aşk insanıyım…”

Nitekim Philips Records ile anlaşmasını bitirerek Yaşar Kekeva ile iki plaklık bir sözleşme imzalıyor. Yurt dışı çalışmalarına son veriyor.

Ajda Pekkan hep kamera önünde, hep dikkatli, poza hazır…

Ağustos 1982’de Metin Akpınar ve Zeki Alasya ile İstanbul Açıkhava Tiyatrosu’nda Büyük Kabare adlı bir kabareye girişerek yaklaşık 2,5 yıl aradan sonra ilk kez sahneye çıkıyor. Bu müzikalde Fikret Şeneş ile yeniden iş birliğine gidiyor. Şeneş müzikal için daha sonradan Pekkan’ın sıradaki albümüne girecek bazı parçalarının da dâhil olduğu altı şarkı hazırlıyor.

Sonra Altın Kelebek dahil pek çok ödül alıyor. İlk kez bir reklamda (Alo) oynuyor. Evleniyor. Müziği bırakıyor.

Çok geçmiyor, müziğe yeniden dönüş kararı veriyor; doğal olarak da 1989 yılının sonunda evliliği sona eriyor.

Sanat yaşamının 35. yılında 33. Türkiye Hükûmeti’nde Kültür ve Turizm Bakanlığının tavsiyesiyle verilmeye başlanan Devlet Sanatçısı unvanına layık görülüyor.

Derken 2000 yılında, Monako’da düzenlenen Monte Carlo Sporting D’été Müzikholü’nde çeşitli sanatçılarla birlikte sahne alan Ajda Pekkan için Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca “Prestige de la Turquie avec Ajda Pekkan” üst başlıklı Türkiye’yi tanıtıcı kısa film hazırlatılıyor.

Fransanın şövalyelik nişanına layık görülen Süper Star Ajda Pekkan Beyoğlu’ndaki Fransa Sarayı’nda tören düzenlendi.

2005 yazında Kanal D ekranlarında çok beğenilen “Superstar Show” adlı bir televizyon programı yapmaya başlıyor.

2013 yılında Azerbaycan tarafından “Sanata, Kültüre ve İnsanlığa Hizmet Ödülü”ne layık görülüyor.

Fransa Kültür Bakanlığı tarafından “Ordre des Arts et des Lettres” nişanı ile ödüllendiriliyor.

Tüm bu başarıların arasına, kimseler Photoshop nedir bilmezken, kameramanlara kendisini çekeceği açıyı söylemesi, objektiflere külotlu çorap takarak bir tür filtre uygulaması, pek çok estetikten geçmesi, evlilikleri ve ölüme direnci magazine malzeme oluyor.

O şöhret basamaklarını hızla tırmanırken bile isteye geriye çekilen Semiramis Pekkan ile ilgili mesela yeni bir paylaşım yürekleri dağlıyor:

“Yıllar sonra müzik piyasasına dönen Semiramis Pekkan, takipçi sayısı olarak ablası Süperstar Ajda Pekkan’ı geçti… Eğer müziği bırakmasaydı, her anlamda onun önüne geçecek miydi acaba?”

Hayat biraz böyle… Bilhassa da bu topraklarda böyle!

Mesele meyve veren ağacın taşlanması değil. Taşlamanın taşlayana verdiği o tuhaf, o tarifsiz, lakin bir o kadar da manasız hazzı. Yani aslında çoğu kişi meyvenin peşinde değil. Taşlamanın derdinde… Tersi olsaydı, zaten defalarca zirveye tırmanmış, orada çoğu kere bir başına yıllarca kalmış bir sanatçıyı, aşağı indirmek ve taşlamak için bunca iştahlı olmazdık.

Bakalım çekileceği duyurulan Ajda Pekkan filmi, bir Bergen, bir Müslüm Gürses kadar ilgi görecek, ses getirecek mi?

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com