Okumayı söktüğüm yıl babam bana küçük bir kitap almıştı: İhtiyar At. O kitabı o kadar çok sevdim ki, okumak artık hayatımın doğal akışına dönüştü. Sınıf kütüphanesinden okul kütüphanesine, oradan evimizin raflarına uzanan bir okuma iştahıyla büyüdüm.
İlk şiirimi dördüncü sınıfta yazdım. Babaanneme koşa koşa gösterdiğim o şiir, aile büyüklerinde “anneannenden miras bir yetenek” düşüncesini uyandırmıştı. Anneannemin şiir söyleyen bir kadın olduğunu sonradan, Yaşar Kemal’in romanlarında ağıtçı kadınları okurken daha iyi anladım. Ondan bize hiçbir dize kalmadı, ama onun hikâyesi içimde derin bir iz bıraktı.
Yazmaya böyle başladım; şiirler, kısa hikâyeler… Bir akrabam bunları daktilo ettirip cilt bile yaptırmıştı. Henüz çocuktum, ama bir gün yazar olabileceğime inanıyordum.

Bu inancı değiştiren, genişleten ve derinleştiren kırılma ise ortaokulda yaşandı. Babam bir gece yarısı vardiyasından eve döndüğünde, Alevi ve “solcu” olduğu gerekçesiyle işten atıldığını öğrendik. Evde bir anda ağır bir sessizlik çöktü. Babaannem ağlıyor, babamın saçları sanki bir gecede ağarıyordu. O yaşta anlamlandıramadığım “Alevilik” ve “Kızılbaşlık” kavramlarını ilk kez o gün duyduğumu hatırlıyorum.
Cevabı kitaplarda aradım. Evdeki ansiklopedileri, Alevilikle ilgili kitapları tek tek okumaya başladım. Ne kadarını anladığımı bilmiyorum, fakat o okumalar bende bir merak uyandırdı: Alevilik nedir, ritüeller nereden gelir, bu yolun sözleri ne anlatır? Bu merakla çocuk aklımla Alevilik üzerine bir şeyler yazmaya giriştiğimi bile hatırlıyorum.
Zamanla bu ilgi cemlerde pekişti. Ya dedenin arkasına oturur gece boyunca yapılanları izlerdim ya da izin alıp fotoğraf çeker, not tutardım. Bugün hâlâ elimde, köyümüzden birçok canın artık hayatta olmadığı o cem görüntüleri duruyor. O zaman fark etmesem de bunlar, gelecekteki çalışmamın ilk saha notlarıydı.

Şiirle uğraşmaya devam ederken Pir Sultan Abdal üzerine düzenlenen bir söyleşiye katıldım. Sorular soran tek kişi bendim belki de. Söyleşi sonrası konuştuğum yazar bana çok net bir şey söyledi: “İyi şiir yazsan bile kalabalığın içinden sıyrılman zor. Ama yapılmamışı yaparsan sesin duyulur. Mesela Pir Sultan Abdal üzerine özgün bir çalışma…”
Bu öneri zihnime kazındı ama ağırlığı da büyüktü. Hem derin bir sorumluluk hem de yepyeni bir yol demekti.
Evdeki Pir Sultan Abdal kitabını tekrar elime aldım. Bu kez okurken yalnızca anlamaya değil, araştırma kitabı nasıl kurulur, kaynak nasıl seçilir, kavram nasıl tanımlanır bunlara da dikkat ediyordum. Kısa sürede Alevilik-Bektaşilik üzerine birçok kaynak topladım. Kitabevlerinin ilgili bölümlerini didik didik ettim, sahaflara uğradım, kimi zaman aynı kitabı farklı yerlerde bulabilmek için haftalar harcadım.

İlk adım olarak deyişlerde geçen sözcükleri alfabetik sırayla bir dosyaya yazdım. Yirmi, otuz sayfa olunca çoğunun bilinen sözcükler olduğunu fark ettim. Bu kez sözcüklerin “bizim yörede” taşıdığı anlamları, ritüellerdeki karşılıklarını yazmaya başladım. Yüz sayfa olduğunda bunu bir yazara gönderip, “Bundan kitap olur mu?” diye sordum. Aldığım tek cevap “Yazmaya devam et” oldu.
Ardından sözcükleri yeniden taradım. Kaçırdıklarımı ekledim. Bazıları için babama, dedeme, köyün yaşlılarına, zakirlere, farklı yörelerden tanıdıklarıma sordum. Bazen bilgiler çatışıyor, bazen de biri diğerini tamamlıyordu. Semah ve kemerbest üzerine babamla yaptığımız uzun tartışmayı hiç unutmam; aynı ritüelin farklı yörelerde nasıl değişebildiğini o zaman anladım.

Sözlüğü yazarken yalnızca kelimeleri değil, onların beslendiği geleneği anlamak gerekti. Bu nedenle Velayetname, İmam Cafer Buyruğu, Makalat gibi temel metinleri tekrar tekrar okudum. Eskişehir Mahmudiye’deki Yeşilyurt köyünde alan araştırması yaptım; Battal Gazi dergâhına ve Abdal Musa Dergâhı’na gittim. Her ziyaret, her görüşme yeni bir madde doğuruyordu.
Tarihsel metinlerde karşıma çıkan bazı detaylar da sözlüğün kapsamını genişletti. Örneğin Karl Wulzinger’in 1925 tarihli çalışmasında, Seyyid Battal Gazi Tekkesi’nin çeşitli dönemlerde maruz kaldığı tahribatlardan bahsedilir. Bu tür bilgiler, Alevi-Bektaşi kültürünün nasıl bir tarihsel hafızayla bugüne ulaştığını anlamama yardımcı oldu. Metin çok uzun olduğundan yalnızca özü aldım; sözlüğün ilgili maddesine de aynı yoğunlukta değil, daha derli toplu bir biçimde yerleştirdim.

Baba İbrahim maddesi benim için öğretici bir ders oldu. Bir deyişte geçen “Baba İbrahim şehitlerin eridir” ifadesi üzerine düşünürken, Balkanlarla bağlantı kurduğumu başka bir yazarla paylaşmıştım. O da bunu kendi kitabında yeni bir tespitmiş gibi aktardı. Araştırma dünyasında “ilk söyleyen olmanın” önemini o gün öğrendim. Ben yine de bilgimi saklayan biri olmadım; soranlara elimden geldiğince destek oldum.
Her okuma yeni bir kavram doğuruyor, kimi maddeler yeniden yazılıyor, yenileri ekleniyordu. Başlangıçta yüz sayfa olan dosya 400 sayfayı buldu; daha sonra genişleyen araştırmalarla 480 sayfaya ulaştı. Sözlüğü diğer Alevilik-Bektaşilik sözlüklerinden ayıran temel özellik, yalnızca deyişlerde geçen sözcükleri açıklamak değil, aynı zamanda köylerde yaşatılan ritüellerin hafızasını da aktarmasıydı.
Bu süreçte kavramları yanlış anlamamak için yaşlılara danışmayı özellikle tercih ettim; onlar gördüklerini anlatıyor, yeni yorum eklemiyorlardı. Bu da sözlüğün sahaya dayanmasını sağladı.

İkinci baskıdan sonra da geri bildirimlerle çalışmaya devam ettim. Örneğin “Sanırım Kadir’e erdim bu gece” dizesini ilk okuduğumda anlamlandıramamıştım. Yol süreğinde Kadir Gecesi yoktu. Fakat Sinan Kahyaoğlu’nun “kadir” kavramının parlaklık derecesiyle ilişkisine dair açıklaması, bu dizeye yeni bir kapı açtı. Bu bilgiyi sözlüğün üçüncü baskısına ekledim.
Kapak görselini sosyal medyada çalışmalarını beğenerek takip ettiğim Ali Can Meydan hazırladı; arka kapak yazısını Ali Murat İrat kaleme aldı. Kitap 18 Haziran 2012’de yayımlandı. Yıllar içinde yeni maddelerle, yeni okumalarla, yol büyüklerinin anlattıklarıyla olgunlaştı. Üçüncü baskı 21 Ekim 2022’de yapıldı.
Bugün geriye dönüp baktığımda, Pir Sultan Abdal Sözlüğü yalnızca bir araştırma kitabı değil; çocukluk merakımın, aile hikâyemin, cemlerde tuttuğum notların, yaşlıların anlattıklarının ve yol içi karşılaşmaların bir toplamı. Yazdığımı sanarken aslında yıllar boyunca biriktirdiklerimi görünür kılmışım. [Leyla Akgül]
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
