‘Senin biyografini yazacağım, ama bunu Türkçe yapacağım ve sen hiçbir şey anlayamayacaksın,’ dedim. ‘Sana güveniyorum,’ dedi. Benim için Anders Petersen işte buydu.
Anders Petersen ile olan tanışıklığım bundan yaklaşık 20 yıl öncesine dayanıyor. İstanbul’da İfsak’ın düzenlediği fotoğraf atölyesindeydi. Ben atölyeye katılmamıştım, ama Marmara Üniversitesi’nden fotoğrafçı olan pek çok arkadaşım oradaydı. Ondan çok etkilenmişlerdi ve sürekli olarak Petersen’den bahsediyorlardı. Atölyesinin son günü aynı zamanda onun doğum günüydü ve Yusuf Sevinçli beni kutlamaya davet etmişti. Bu şekilde onunla tanışmıştım.
Onun bende yarattığı ilk izlenim alçakgönüllülüğü ve merakıydı. Etrafındaki herkese olan samimiyetiydi. Dünyaca ünlü bir fotoğrafçıyla iletişime geçmenin zor olacağını düşünüyordum, ama hiç de öyle olmadı. Anders, o kadar cana yakındı ki onunla arkadaş olmak, saniyeler içerisinde gerçekleşiverdi.
İstanbul’a olan düzenli gidiş gelişlerinin her seferinde onu yeniden görme şansım oldu. 2005 yılında İsveç Enstitüsü’nün verdiği bursla Türkiye’den bir grup öğrenci ile Stockholm’de üç aylık fotoğraf eğitimi gördük. O sırada Anders Petersen de bizimle biraraya gelip bizle fotoğrafı hakkında konuşmuştu. ‘Fotoğraf, midenizden gelecek’ demişti.
Ara sıra bir araya geldiğimizde bana bazı anılarını anlatırdı. En ünlü işlerinden biri olan Cafe Lehmitz’deki insanlardan bahsederdi. Onlarla kurduğu ilişkiden ve onların kendisi için olan anlamından konuşurdu. Toplumun bir kenara attığı ve görmezden geldiği oradaki insanlar, onun ailesiydi.
2013’te Stockholm’e taşındım. Hayatım tamamen değişti. 2017’de anne oldum. Uzun zamandan beri Anders ile ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyordum. Onun fotoğraflarının büyük bir hayranı olmanın yanı sıra, onun insanlığının, samimiyetinin ve entelektüel birikiminin de hayranıydım. Çat pat İsveççemle ve kucağımda da bebeğimle Anders ile Stockholm’de bir kafede buluştum.
‘Senin biyografini yazacağım, ama bunu Türkçe yapacağım ve sen hiçbir şey anlayamayacaksın,’ dedim.
‘Sana güveniyorum,’ dedi.
Benim için Anders Petersen işte buydu. Karşısındakinin de ben olmamla bir ilgisi yoktu. Anders’i şu anda olduğu kişi yapan insana duyduğu saygıydı ve güvendi. Bu şekilde onun hikayesini yazmaya başladım. Yeni anne olmuş bir kadın olarak zamanımın azlığı bir yana duygusal olarak fazlasıyla gel gitler içerisindeyim. Bu süre zarfında Anders Petersen ile ilgili yazılar okumak ve onunla ilgili yazmak bana iyi geliyordu. Ayrıca haftada bir kere de olsa buluşmaya çalışıyorduk. Bana bazı şeyleri tekrar tekrar anlatması gerekiyordu.
‘Pekala, baştan alıyoruz…’
Ama sabırlıydı. Kitabın yazılması çok uzun zaman sürdü. Bir yandan iletişim ve araştırma için kullanılan dilin İsveççe olması, diğer taraftan hayatın akışı öte yandan Anders’in her zaman süren yoğun temposu, işlerin de uzamasına neden oldu. Ama ne Anders ne de ben vazgeçmedik. Beni bu kitabın hazırlanışında en fazla destekleyen de yine Anders’in kendisiydi. Ve tabii ki öğretmenim, arkadaşım Haluk Çobanoğlu, dünyanın en dürüst yayıncısı Hüseyin Yılmaz, editörüm Yasemin Gedik ve canım arkadaşım Gökşin Varan da beni hep desteklediler. Ve ortaya mümkün olduğunca iyi bir iş çıkarmam için ellerinden gelen her şeyi de yaptılar. Onlara burada bir kere daha teşekkür etmek isterim.
Bu kitap, Anders Petesen ile ilgili. Onun hayatıyla, düşleriyle, yalnızlığıyla ve fotoğrafik yolculuğuyla ilgili. Kitabın içerisinde fotoğraf dünyasından pek çok referanslar bulabilirsiniz. Stockholm’ün bir dönemine tanıklık edebilir ve İskandinvya’nın en ünlü fotoğraf okulu olan Christer Strömholm’un kurduğu Stockholm Fotoskolan’ın tarihi okuyabilirsiniz. Kişisel belgesel fotoğrafın ne olduğunu, bir fotoğraf projesinin nasıl başlayıp, şekillendiğini ve en nihayetinde de nasıl izleyiciyle buluştuğunu görebilirsiniz.
Ve hiçbir zaman işlerin kolay olmadığını, söz konusu kişi Anders Petersen de olsa her zaman bir mücadelenin devam ettiğini anlarsınız. Anders, bugün 80 yaşında. Ve fotoğrafa ilk başladığı zamanlarda olduğu gibi hala sabahın en erken saatlerinde uyanıp doğrudan işe koyuluyor. Her gün, hiç durmadan çalışıyor. Ona bazen diyorum ki ‘Anders, sen benim tanıdığım en iyi fotoğrafçısın,’ ve Anders de bana cevap veriyor.
‘Lütfen öyle söyleme Aylin.’
Cafe Lehmitz kitabının yayımlanmasından yıllar sonra Amerikalı ünlü şarkıcı ve müzisyen Tom Waits de kitabın kapak fotoğrafını “Rain Dogs” isimli albümü için tercih edecektir. Waits Montreal’da bulunduğu sırada açık olan Cafe Lehmitz sergisini gezerken Lily ve Rose’un fotoğrafını görmüş ve şaşırmıştır, Rose’un kendi gençliğine olan benzerliğinden çok etkilenmiştir. Üstelik anlatılan hikâye, Waits’in müziğinde dile getirdiği duygulara da tam karşılık gelmektedir. O anda, hazırlamakta olduğu albümünün kapağında hangi fotoğrafın yer alacağına karar verir. (Yakından Anders Petersen, Espas Yayınları)