Martin Parr 50 yılı aşan fotoğraf yaşamının bir seçkisini Magnum Fotoğraf Ajansı ve Milano Kültür Müzesi eşliğinde ziyarete açıyor.
Çalışmaları Tate, Pompidou, MOMA gibi müzelerin koleksiyonlarında yer alan Martin Parr, Magnum Fotoğraf Ajansı ve Milano Kültür Müzesi (Mudec) iş birliğinde gerçekleşen Short & Sweet (Kısa & Tatlı) sergisiyle fotoğraf severlerle buluşuyor. Küratörlüğünü kendisinin üstlendiği sergide sanatçının, sevdiği temalara odaklanarak seçtiği 60 fotoğraf ve Common Sense (Sağduyu) isimli serisinden seçtiği 200’ün üzerinde fotoğraf yer alıyor.
Her alanda kutuplaşmanın hakim olduğu dünyamızda “fotoğrafın keşfedilmemiş gri alanı” olan günlük yaşam fotoğraflarına odaklanmayı seçen Martin Parr, absürt, ironik ve dramatik bir yaklaşım benimseyerek sıradan gündelik şeylere odaklanılarak bir toplumun portresinin çizilebileceğini gösteriyor. Hâlâ fotoğraf çalışmalarına devam eden ve bundan keyif alan Parr kariyerinde belli bir noktaya gelmiş pek çok fotoğrafçı gibi kendisinin de en iyi işlerinin ilk yükselişi yakaladığı zamanlara ait olduğunu söylüyor. Fotoğrafçı bu durumu, yola çıktığındaki tutku ve enerjiyi tekrar yakalamanın zorluğuyla açıklıyor.
Amatör bir fotoğrafçı olan dedesinin kendisini teşvik etmesiyle fotoğrafa yöneldiğini belirten Martin Parr, dedesinin kendisini fotoğrafla tanıştırdığı günden beri fotoğrafçı olmayı düşlediğini dile getiriyor. Mizahi bir yaklaşımın ciddi konuları daha erişilebilir kıldığını söyleyen Parr mümkün mertebe fotoğrafların renkleriyle oynamadığını ancak flaş kullanımının bu renk doygunluğuna ulaşmasına yardım ettiğini belirtiyor.
Mudec’in sergi binasının giriş katını tamamiyle ayırdığı sergi ziyaretçiyi Martin Parr’ın 2000 yılına ait bir otoportresi ile karşılıyor. Portatif duvarlarla odalara bölünmüş sergi alanının giriş odasında Martin Parr’ın Common Sense serisinde yer alan ikonik fotoğrafı, sahilde mavi deniz gözlüğü ile güneşlenen kadın, eşlik ediyor.
Kariyerinin başlarında, dönemin teknolojisinin de mecburiyetiyle siyah beyaz çalışan Parr’ın işlerine, Stephen Shore gibi, fotoğraf sanatının “muhafazakar büyükleri”ne rengi kabul ettiren, Amerikalı fotoğrafçıların etkisiyle renk girmeye başlıyor. Renkle paralel olarak fotoğraftaki yalın dili, “sıradan” olanı anlatmak için daha uygun olacak şekilde karmaşıklaşan Parr’ın, Shore’dan yalnızca renk konusunda etkilenmemiş olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz.
Odalara bölünen ve her odaya bir renk atanan sergi düzeni de aslında bir açıdan Parr’ın fotoğraf hayatındaki bu geçişi takip eden bir örüntü üzerine kurulmuş. Parr’ın otoportresiyle açılan sergiyi sırasıyla The Non-Conformists (Anglikan Protestanları), Bad Weather (Kötü Hava), The Last Resort (Son Tatil Yeri), Small World (Küçük Dünya), Common Sense (Sağduyu), Life’s a Beach (Hayat Bir Plajdır),Everybody Dance Now (Herkes Şimdi Dans Etsin), Establishment (Kraliyet) ve Fashion (Moda) takip ediyor.
Kendisi ve ülkesi İngiltere’deki fotoğraflarla başlayan sergi çeşitli moda dergileri için ve moda defilelerinde çekilmiş fotoğraflarla son buluyor. Bu çok da belirgin olmayan örüntüyle söylenebilir ki sergideki odalar; özel olandan genele, eskiden yeniye, kariyerin ilk yıllarından profesyonelliğe uzanan bir ritim takip ediyor.
Seri, Martin Parr’ın 23 yaşındayken gelecekte eşi olacak olan Susie Mitchell ile beş yıl boyunca Yorkshire’ın varoşlarında çektikleri, özellikle Anglikan Protestanlarına odaklanan fotoğraflara yer veriyor. Seri, madenciler, çiftçiler, işçiler gibi mavi yakalıların hayatını gösterse de çok temiz bir anlatım dilinin hakim olduğu fotoğraflardan oluşuyor.
Bir İngiliz obsesyonuna odaklanma düşüncesiyle yola çıkan Parr bu seride sürekli Britanya’nın tipik yağmurlu ve fırtınalı havasına maruz kalan insanlara odaklanıyor. Martin Parr seriyi “Yalnızca ışık iyi olduğunda ve güneş kendisini gösterirken fotoğraf çekmeniz gerektiği söylenir, sadece kötü havada fotoğraf çekme fikrini bu geleneği bozduğu için sevdim.” sözleriyle yorumluyor.
Acımasız ve anlaşılması kolay bir röportaj olan bu seride Liverpool varoşlarında düşük gelirli ailelerin tatil hâlleri yer alıyor. İşçi sınıfı ve değerlerini gösterirken bir yandan da tüketim toplumunun bencilliğini gözler önüne seren proje Parr’ın fotoğraftaki karakteristik renk kullanımının ilk örneği kabul ediliyor.
The Last Resort’dan sonra gelen Small World (1989-2000) serisi ise turistik alanların ideal ve gerçek görüntüsü arasındaki fark ortaya koyuluyor.
1999 yılında gerçekleşen aynı isimli sergide yer alan 350 fotoğraf arasından seçilen fotoğraflarla oluşturulan bu seri aslında israf ve tüketim kültürünü ele alan bir enstelasyon. Tüketim toplumunun görgüsüzlüğünü ve zevksizliğini gözler önüne seren bu seride fotoğraflar diğer serilerdeki fotoğrafların aksine ucuz A3 kağıtlara basılmış.
Ziyaretçiye yaşattığı deneyim itibarıyla da kolektif bir deneyime geçiş olan bu enstelasyon din, maruz kalınan hava durumu, aile ve yakın çevre, tatil anları gibi günlük hayatın daha kişisel deneyimlerine yer veren serilerin geride kalışının bir sinyali olarak yorumlanabilir.
Common Sense’den sonra daha önceki tatil serisine kıyasla oldukça kalabalık bir plaj fotoğrafıyla açılan Life’s a Beach serisi geliyor. Ancak serinin hemen sonunda, duvarlarının serinin ilk fotoğrafıyla kaplandığı ve yerleştirilen şezlonglarla bir enstelasyona dönüştürülen röportaj gösterimi yer alıyor.
Parr’ın tarihçi ve fotoğraf eleştirmeni Roberta Valtorta ile yaptığı bu röportajın gösterimiyle fotoğrafçı ve ziyaretçiler birbirlerinin varlığıyla bu denli yakın ve kolektif temasla karşılaşmış oluyor. Bu yolla içinde bulunulan etkinliğin de kamusallığını vurgulayan sergi, bundan sonra yalnızca kamusal alanda gerçekleşen kalabalık etkinliklerin ve çekimlerin yer aldığı Everybody Dance Now, Establishment ve Fashion serileriyle devam ediyor.
Martin Parr’ın 50 yılı aşan sanat hayatının kendi süzgecinden geçirmiş olduğu seçkisi 30 Haziran 2024’e kadar Mudec’te ziyaretçilere açık.