Rotimi Fani-Kayode: Ritüel bir sahne, şiirsel bir direniş

Rotimi Fani-Kayode kısa ama etkileyici yaşamında fotoğrafı öyle yüklü, öyle duyusal ve öyle simgesel bir dile dönüştürdü ki, ölümünden otuz beş yıl sonra bile yapıtları hâlâ çağdaş olma niteliğini koruyor.

Fotoğraf: Rotimi Fani-Kayode

Fotoğraf makinesini ruhsal bir araç hâline getiren sanatçılardan söz edildiğinde genellikle Mapplethorpe, Nan Goldin ya da Cindy Sherman gibi isimler anılır. Fakat bu isimlerin arkasında, gölgede kalmış bir başka isim daha var: Rotimi Fani-Kayode. Kısa ama etkileyici yaşamında fotoğrafı öyle yüklü, öyle duyusal ve öyle simgesel bir dile dönüştürdü ki, ölümünden otuz beş yıl sonra bile yapıtları hâlâ çağdaş olma niteliğini koruyor.

Rotimi Fani-Kayode 1955’te Nijerya’nın Lagos kentinde, köklü bir Yoruba ailesinde doğdu. 1960’ların ortasında askerî darbe ve iç karışıklıklar nedeniyle ailesi İngiltere’ye sığınmak zorunda kaldı. Bu sürgün duygusu, onun tüm sanatının arka planını oluşturdu: kültürler, diller ve kimlikler arasında kalmış olmanın yarattığı gerilim.

Washington D.C. ve New York’taki eğitim yıllarından sonra 1980’lerin başında Londra’ya döndü. O dönemde kent, queer kültürün, siyah aktivizmin ve deneysel sanatın kesiştiği bir merkezdi. Fani-Kayode de tam bu ortamda kendi dilini geliştirdi: fotoğrafı ritüel bir sahne, şiirsel bir direniş alanı olarak kullandı.

Fani-Kayode belgesel fotoğrafçısı olarak çalışmadı; aksine sahneler kurdu, ışığı titizlikle ayarladı, sembollerle dolu kompozisyonlar yarattı. Çoğu zaman Alex Hirst’le birlikte çalışırdı. Modellerini — neredeyse her zaman siyah erkekler — mitolojik figürler hâline getirdi: rahipler, âşıklar, azizler.

Fotoğraf: Rotimi Fani-Kayode

Kayode, işlerinde teatral bir ışık kullandı; barok bir yoğunluk içerisinde derin gölgelerle patlayan parlak yüzeyler yan yana geldi. Siyah ten yalnızca bir beden değil, aynı zamanda bir ikon, bir manzara, bir maddeye dönüştü. Kamera, derinin parlaklığını sanki kutsal bir nesneymiş gibi yakaladı.

Sanatçı röportajlarında kamerayı bir sunak, fotoğraf çekmeyi ise bir dua biçimi olarak tanımlardı. Onu en çok “cinsellik ve maneviyatın kesiştiği alan” ilgilendirdi. Bu iki gücü birbirine zıt değil, aynı enerjinin iki yüzü olarak gördü: yaşam dürtüsü, yaratım, aşkınlık.

Bronze Head ve Tranquility of Communion gibi eserlerinde kutsal bir yoğunluk vardır. Kayıp, haz, suçluluk ve arınma aynı karede buluşur. Batılı bakışın yüzyıllarca egzotikleştirdiği siyah bedeni Fani-Kayode kendi bakışıyla geri alır. Onun fotoğrafları sessizce şunu söyler: “Ben senin nesnen değilim – kendimin mitiyim.”

Teknik olarak genellikle siyah beyaz çalıştı ama 1980’lerin sonlarına doğru renkli fotoğraflara yöneldi. Işık her zaman denetim altındaydı; odak genellikle tenin yüzeyindeyken arka plan karanlığa gömülürdü.

Eserlerinde 17. yüzyıl resminin izleri görülür — özellikle Caravaggio’nun dramatik ışığı ve Rembrandt’ın içe dönük tonları dikkat çeker. Ama Fani-Kayode bu mirası Yoruba ikonografisiyle, queer arzuyla ve kişisel mitolojiyle harmanlayarak tamamen kendine özgü bir dil yaratmıştır.
Fotoğrafları performans ile durağan görüntü arasında yer alır. Her kare, sanki bir rüyanın çözülmeden hemen önceki karesi gibidir.

Fotoğraf: Rotimi Fani-Kayode

Rotimi Fani-Kayode 1989’da, yalnızca otuz dört yaşındayken AIDS’e bağlı kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Ancak kısa ömrüne rağmen olağanüstü güçlü bir eser külliyatı bıraktı. Ölümünden sonra yapıtları, siyah ve queer sanatçıların görünürlüğü için önemli bir simge hâline geldi.

Bugün fotoğrafları Tate, Victoria & Albert Museum, Kiasma ve Walther Collection gibi büyük koleksiyonlarda yer alıyor. 2019’da Tate Britain’daki “Queer British Art” sergisine dâhil edilmesi, onun kuşağının en vizyoner fotoğrafçılarından biri olarak kabul gördüğünü gösteriyor.
Ölümünden kısa bir süre önce Fani-Kayode şöyle yazmıştır:

“Kimliğim, Afrika’nın, Avrupa’nın, cinselliğin ve sürgünün parçalarından oluşmaktadır. Fotoğrafım, bütün bir benliği arayışımdır.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER