Minimalist bir teknik kullanan Luskačová’nın işlerinde güçlü kontrastlar, sade arka planlar ve doğal ışık göze çarpan unsurlardır.
Çek fotoğrafçı Markéta Luskačová’nın günümüzde, çağdaş fotoğrafın zamansız sesi olarak adlandırılması rastgele değil. Luskačová, işlerinde her zaman insana ve insanın toplum içerisindeki yerine odaklandı. İnsan ve toplum ilişkisini çarpıcı bir şekilde resmetmeyi başardı. Çalışmalarında genelde belgesel bir teknik izledi. Yapay ışıklardan, kurgulanmış hikâyelerde ve dekorlardan kaçındı. Bunun yerine gerçek yaşamda, sokakta sıradan insanların hayatlarında olan bitenleri, bir gözlemci olarak aktarmayı tercih etti. Orta ve Doğu Avrupa’nın sosyal dinamiklerine olan duyarlılığı, sanatını şekillendiren biricik unsur olarak işlerinde yerini aldı. Sanatçının duyarlılığı ve eleştirel kimliği, eserlerinin arkasında yatan en güçlü unsurlardan biri oldu.
Markéta Luskačová, 1944 yılında Çekoslovakya’da doğdu. Fotoğrafçılığa olan ilgisi genç yaşlarda başladı. Prag’ın prestijli Charles Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi aldı ve bu eğitim, onun toplum ve insan ilişkisi üzerine dönemsel bir bakış geliştirebilmesine katkıda bulundu. Bu şekilde toplumun dinamiklerine, değişkenliğine ve tüm katmanlarının içerisinde sürekli değişen ve yeniden şekillenen insan hikayelerine benzersiz bir görüş oluşturdu. Fotoğrafçılık onun için her zaman bir tutkudan daha fazlası oldu. 1960’larda FAMU (Film ve TV Okulu)’da aldığı eğitimle fotoğrafı teknik ve sanatsal çatı altında birleştirerek, bir yaşam biçimi haline getirdi.
Luskačová, eserlerinde genellikle sosyokültürel temalar üzerine derinlemesine odaklandı. Köylüler, işçiler, geleneksel zanaatkârlar ve çocuklar gibi toplumun daha az temsil edilen kesimleri, fotoğraflarının ana konusu haline geldi.
“Pilgrims” (Hacılar) adlı projesi, uluslararası çapta tanınmasını sağladı. Doğu Avrupa’nın hristiyan haç geleneklerini belgesel tarzında anlatan bu proje, Luskačová’ın hem teknik ustalığını hem de duygusal derinliğini ortaya koydu. Eleştirmenler tarafından büyük bir beğeniyle karşılandı. Ve adının uluslararası sanat çevresinde güçlü bir şekilde duyulmasında etkili oldu.
1970’lerde Luskačová, politik nedenlerden dolayı Londra’ya taşındı. Bu göç, onun çalışma alanını genişletti ve yeni toplumsal dokuları belgelemesine imkan sağladı. Spitalfields pazarından sokak sanatçılarına, Luskačová’nın lensi, Londra’ın çok kültürlü atmosferini ve alt sınıfların günlük yaşamını çarpıcı bir şekilde yansıttı.
Genellikle minimalist bir teknik kullanan Luskačová’nın işlerinde güçlü kontrastlar, sade arka planlar ve doğal ışık göze çarpan unsurlardır. Ancak asıl dikkat çekici olan, her fotoğrafta yer alan hikâyesel derinliktir.
Markéta Luskačová’ın eserlerinin en kapsamlı retrospektiflerinden biri, Londra’da Tate Modern tarafından düzenlendi. Sergi, sanatçının kariyerindeki önemli dönüm noktalarını ve eserlerinin taşıdığı derin duygusal etkiyi başarılı bir şekilde vurguladı. Luskačová’nın toplumsal bilinç ve sanatsal duyarlılık arasındaki ince dengesini ortaya koyan bu sergi, çağdaş fotoğrafçılığın başyapıtlarından bazılarını da bir araya getirmiş oldu.