Fotoğraf, Kesit: Marie-Françoise Plissart
1980’lerin ortasında Belçikalı fotoğrafçı Marie-Françoise Plissart (1954, Brüksel doğumlu) fotoğraf ile edebiyat arasındaki sınırları ortadan kaldırmayı başaran bir kitap yayımladı: Droit de regards. Plissart’ın yazar Benoît Peeters ile iş birliği içinde ürettiği ve daha sonra ünlü filozof Jacques Derrida’nın sonsözüyle zenginleştirdiği bu eser, fotoğrafın bir roman kadar anlatıcı, bir şiir kadar muğlak ve bir düşünce metni kadar felsefi olabileceğini kanıtladı.
Aradan kırk yıl geçmiş olmasına rağmen kitap hâlâ bakışın gücü, mahremiyet ve fotoğrafı “okumak” üzerine sorular uyandırmaya devam etmektedir.
Droit de regards pek çok eleştirmen tarafından bir roman-photo – yani foto-roman – olarak tanımlanır. Ancak Plissart ortaya koyduğu bu çalışmayla foto-roman tarzını bambaşka bir seviyeye taşır. Burada söz konusu olan ne klasik bir kurgudur ne de başı sonu belli bir öyküdür. Onun yerine siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan bir dizi sunulur: Kadınların birbirine yaklaştığı, birbirini takip ettiği, kaybettiği ve birbirinden uzaklaştığı sahneler vardır. Kimi kareler mahrem, kimileri mesafelidir; kimisi mekânın keskin köşeleriyle oynarken, kimi de bedenleri gölgelerle kuşatan kompozisyon ortaya sunar.
Ortaya çıkan anlatı hem arzuya hem takıntıya hem yakınlığa hem de kayba dair görünümler olarak yorumlanabilir. Okur ya da izleyici, bu parçalı hikâyeyi kendisi kurmak zorunda kalır. Kim kime bakıyor? Kim bakışını kaçırıyor? Kim özne, kim nesne?
Çalışmanın başlığı da– Droit de regards (“bakış hakkı”) – bu işe dair çok şey söylemektedir. Bakış, hem fotoğraflardaki kadınların ilişkilerinde hem de bizim izleyiciler olarak konumumuzda belirleyicidir. Fotoğrafın her zaman bir güç ilişkisi içerdiğini hatırlatır: kim görür, kim görülür?
Fotoğraf: Marie-Françoise Plissart
Plissart tam da bu noktada radikal bir hamle yapar. Tarih boyunca kadın bedeni çoğu kez erkek bakışının nesnesi olmuştur. Oysa burada kadınlar birbirlerine bakar, birbirleri için vardır. İzleyici adeta içeriye izinsiz girmiş bir yabancıdır.
Derrida’nın sonsözü de bu noktayı güçlendirir: fotoğraf asla tarafsız değildir; her zaman bir “bakış hakkı” vardır – ama aynı zamanda bir sınır da.
Droit de regards’ın en dikkat çekici yanlarından biri de mekânın hikâyedeki rolüdür. Plissart, bedenlerle mekânlar arasındaki etkileşimle sık sık ilgilenir. Burada kadınlar harabe koridorlarda, terk edilmiş salonlarda, açık kapıların ve kapalı duvarların arasında dolaşır. Işık serttir, açılar keskindir. Sanki hem karakterler hem de biz izleyiciler arzunun ve kaçışın labirentinde kaybolmuştur.
Mekân sadece bir arka plan değildir; psikolojik bir ağırlığı, dramatik bir işlevi vardır.
Fotoğraf: Marie-Françoise Plissart
Droit de regards hâlâ konuşuluyorsa bunun nedeni hem görsel açıdan çarpıcı hem de düşünsel açıdan kışkırtıcı olmasıdır. Kitap, sömürücü olmadan erotik, kuramsal olmadan felsefidir. Okura boşlukları doldurma, kendi hikâyesini kurma imkânı verir.
Plissart’ın sonraki işleri – özellikle kentler, mimarlık ve Kongo’daki (Kinşasa) kentsel dönüşümleri konu alan projeleri – benzer soruları taşır. Ama Droit de regards, onun en çok bilinen ve en çok tartışılan eseri olmaya devam ediyor.
Fotoğraf: Marie-Françoise Plissart
Fotoğraf ile edebiyatın, felsefenin ve görsel sanatın buluşmasına ilgi duyan herkes için Droit de regards vazgeçilmezdir. Kitap, suskunluğun da kelimeler kadar anlatıcı olabileceğini, durağan karelerin bir roman kadar dramatik olabileceğini ve hiçbir fotoğrafın yalnızca bir fotoğraf olmadığını gösterir.
1985’teki ilk baskıyı ya da 2010’daki yeni edisyonu elinize aldığınızda, Plissart’ın vizyonunun hâlâ ne kadar güçlü olduğunu hissedersiniz. Droit de regards sadece okunacak bir kitap değil, içinde kaybolunacak bir deneyimdir.