Donal Trump (Fotoğraf: Mandel NGAN / AFP)
ABD kendisini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada nizamın ve düzenin koruyucusu olarak ilan etti. NATO şemsiyesi altında Avrupa başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında Amerikan birlikleri konuşlandı. Arkasında ABD’nin durmasına güvenen Avrupa’nın Moskova korkusu Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile neredeyse tamamen bitti. ‘Artık askeri bir gerginlik yaşanmaz’rahatlığıyla, 1980 model askeri envanterini yenilemekten kaçındı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali alarm zillerinin çalmasına yol açsa da, Avrupa’yı 30 yıllık uykusundan uyandıran ABD’nin ‘deli teke’ başkanı Donald Trump oldu. İkinci kez seçilen Trump, daha koltuğa oturur oturmaz yaptığı açıklamalar ile 70 yıllık güvenlik sistemini yerle bir etti. Şimdi Tüm Avrupa ülkeleri, bir kere daha Moskova korkusuyla apar topar silahlanma yarışına başladı.
Trump ve ekibinin, Avrupa’nın güvenliği için ABD’ye güvenmemesi gerektiği yönündeki açıklamaları, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana Batı güvenliği için en ciddi ve belki de en kalıcı kriz. Avrupa başkentlerini asıl endişelendiren ise 4 yıl koltuğu bırakacak Trump’ın arkasında bırakacağı miras. Muhtemelen, Trumpizm Trump’ın başkanlığından daha uzun sürecek. Peki ABD geri çekilirken ortaya çıkacak boşluk nasıl dolacak?
Şubat 1947’de sabahın erken saatlerinde, Washington’daki İngiltere büyükelçisi Lord Inverchapel, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’la buluştu. Koltuğunun altında, konunun önemini vurgulamak için mavi kağıda basılmış iki diplomatik mesaj taşıyordu. Bu dosyaların birisi Yunanistan, diğeri de Türkiye hakkındaydı. Savaş bitkini, iflas etmiş ve ABD’ye çok borçlu olan İngiltere, Marshall’a silahlı bir komünist ayaklanmaya karşı savaşan Yunan hükümet güçlerine desteğini artık sürdüremeyeceğini söyledi. Savaşın yaralarını sarmaya çalışan İngiltere, Filistin ve Hindistan’dan çekileceğini, Mısır’daki varlığını azaltma planlarını zaten çoktan duyurmuştu. Birleşik Devletler, Yunanistan’ın komünistlerin ve dolayısıyla Sovyet kontrolüne düşme tehlikesinin artık gerçek olduğunu hemen anladı. Eğer Yunanistan düşerse, Türkiye’nin komünizme teslim olacak bir sonraki ülke olması kuvvetle muhtemeldi. Bu iki ülkenin Moskova güdümüne girmesi, potansiyel olarak Süveyş Kanalı da dahil olmak üzere hayati bir küresel ticaret rotası olan Doğu Akdeniz’in kontrolünün komünistlerin eline geçmesi ihtimali İngilizleri endişelendiriyordu.
ABD, neredeyse bir gecede, İngilizlerin bıraktığı boşluğu dolduracak adımlar attı. ABD Başkanı Harry Truman,
‘Silahlı azınlıklar veya dış baskılar tarafından boyunduruk altına alınma girişimlerine direnen özgür insanları desteklemek, ülkemizin bir politikası olmalı’ açıklaması yaptı. Daha sonra ‘Truman Doktrini’ olarak bilinecek politikanın başlangıcıydı bu sözler. Özünde, yurtdışında demokrasiyi savunmaya yardımcı olmanın ABD’nin milli çıkarları için hayati önem taşıdığı fikri vardı.
Bunu iki büyük ABD girişimi izledi: Avrupa’nın savaş ile yerle bir olmuş ekonomilerini yeniden inşa etmek için devasa bir yardım paketi olan Marshall Planı ve artık Avrupa’nın doğu kesiminde kontrolünü genişletmiş olan Sovyetler Birliği’nden demokrasileri korumak için tasarlanmış 1949’daki NATO’nun kurulması. Bu iki adım ile, bir zamanlar ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ olarak Britanya’nın batı dünyasının liderliğini ABD’ye devrettiği bir kere daha tasdiklendi.
ABD aslında İkinci Dünya Savaşı’na kadar geleneksel olarak izolasyonist bir politika izliyordu. Etrafı iki uçsuz bucaksız okyanus tarafından güvenli bir şekilde korunduğu için, toprakları İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımından etkilenmemiş ve askeri başarısı ile artık özgür dünyanın lideri olduğunu herkes kabul etmişti. ABD gücünü dünyaya gösterirken, savaş sonrası onlarca yılı dünyanın büyük bir kısmını kendi tercihlerine göre yeniden inşa ederek geçirdi. Uzunca bir zaman boyunca Batı dünyasının kültürel, ekonomik ve askeri hegemonu haline geldi.
70 yıldır, ABD’nin jeostratejik planlarını dayandırdığı temel varsayımlar artık değişmeye hazır görünüyor. Donald Trump, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ülkesinin kendisine biçtiği role meydan okuyan ilk ABD Başkanı. Ve bunu öyle bir şekilde yapıyor ki, artık eski dünya düzeni sona ermiş gibi görünüyor. Asıl endişe verici olanı ise yeni dünya düzenin nasıl olacağı…Bu büyük belirsizlik içinde körlerin fili tarifi gibi, herkes yakaladığı bir noktadan gelecek planlamaya çalışıyor. Şu anda özellikle Avrupa’da en çok merak edilen soru şu: ABD’nin çekilmesiyle ortaya çıkacak boşluğu hangi ülkeler dolduracak? Güvenliğin sağlanmasında kimler öne çıkacak?
Başkan Trump’ın 1945 sonrası uluslararası düzene yönelik eleştirisi on yıllar öncesine dayanıyor. Yaklaşık 40 yıl önce, ABD’nin dünya demokrasilerinin savunulmasına olan bağlılığını eleştirmek için üç ABD gazetesinde tam sayfa ilanlar yayınlamıştı. 1987’de verdiği ilanlarda, “On yıllardır Japonya ve diğer ülkeler Amerika Birleşik Devletleri’nden faydalanıyor. Bu milletler neden onların çıkarlarını korumak için kaybettiğimiz insanların hayatları ve milyarlarca dolar için bize ödeme yapmıyorlar? Başkalarının rahatı için çabaladığımız için herkes,bize gülüyor.” Ifadeleri dikkat çekiyordu. Aslında, ikinci kez göreve başlamasından bu yana tekrarladığı pozisyonun geçmişi 40 yıl öncesine dayanıyor.
Bu kızgınlık sadece Trump’a has değil. Başkan yardımcısı JD Vance’nin geçen hafta Yemen’e yönelik saldırılarla ilgili sızan mesajlarındaki ifadeleri, onun Avrupa’ya olan kızgınlığının bir kere daha ortaya koyuyor. Husiler’e yönelik saldırının en çok Avrupa ülkelerine yarayacağını iddia ederek, “Avrupa’yı tekrar kurtarmaktan nefret ediyorum” ifadelerini kullanıyordu. Savunma Bakanı Pete Hegseth de buna karşılık şöyle yazdı: “Başkan Yardımcısı’nın Avrupa’nın bedavacılığa olan nefretini tamamen paylaşıyorum. Bu ACINASI bir durum”
Trump’ın pozisyonu ise Vance’in şikayetlerinden öte bir durum. İkinci başkanlığının başında, adeta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i kucaklayan mesajlar verdi. Rusya’ya Ukrayna’nın NATO üyeliğine kabul edilmeyeceğini söyledi. Kimsenin Rusya’nın ele geçirdiği toprakları geri almayı beklememesi gerektiğini söyledi. Bu sözler daha görüşmeler başlamadan önce iki büyük pazarlık kozununu karşı tarafa vermekti ve karşılığında Rusya’dan hiçbir de şey istemiyordu. Daha sonra Beyaz Saray’da televizyon kameraları önünde Ukrayna lideri Zelensky ile yaptığı tartışma, Trump’ın pozisyonu açık ve net ortaya koydu.
Trump, artık Avrupa güvenliğinin birincil garantörü olmayacağını ve Avrupa ülkelerinin kendi savunmalarından sorumlu olmaları ve bunun bedelini ödemeleri gerektiğini söylüyor. “Eğer NATO ülkeleri ödeme yapmazsa, onları savunmayacağım. Hayır, onları savunmayacağım” sözleri ile artık NATO’nun meşhur 5. maddesini bir anda ortadan kaldırdı Trump. 70 yıldır, Avrupa güvenliğinin temel taşı olan, ittifakın bir üye devletine yapılan saldırının hepsine yapılmış bir saldırı olduğunu belirten maddenin artık pratikte bir geçerliliği yok. Aslında Trump, Avrupa’ya savunma harcamalarını düzenlemesini söyleyen ilk ABD başkanı değil. 2016’da Barack Obama, NATO müttefiklerini harcamalarını artırmaya çağırarak, “Avrupa kendi savunması konusunda kayıtsız kaldı” uyarısı yapmıştı.
Avrupa’nın bundan sonra karşı karşıya kaldığı en büyük zorluk, kendisini yeterli şekilde nasıl silahlandıracağı sorusu. 80 yıl boyunca ABD’ye güvenmek, birçok Avrupa demokrasisini savunmasız bıraktı. Örneğin, İngiltere, Soğuk Savaş’ın zirvesinden bu yana askeri harcamalarını yüzde 70 azalttı. 1990’ların başında, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile Avrupa bundan sonra Rusya’nın kolunun kanadının kırıldığını düşündü ve savunma harcamalarını büyük ölçüde azalttı. Avrupa’nın diğer önemli güçleri Fransa ve Almanya’nın durumu da farklı değil. Özel geçmişi nedeniyle ordusunu neredeyse sembolik bir boyuta indiren Almanya’nın envanterinde bulunan tank, savaş uçağı ve helicopter gibi araçların önemli bir kısmı eski model, hatta bir kısmı kullanılamaz durumda. Ukrayna tecrübesinden ders çıkaran Almanya’nın yeni Şansölye adayı Friedrich Merz, Avrupa’nın kendisini ABD’den bağımsız hale getirmesi gerektiğini söylüyor. Ancak NATO’nun “Avrupalılaştırılması” öyle lafta söylendiği gibi üç-beş ayda, yılda olacak şeyler değil. Şu dakikada verilen siparişlerin üretilmesi, 3-5 yıldan önce bitmeyecek. Dahası, Avrupa’nın uzun yıllardır ihmal ettiği askeri endüstriyel kapasitesini yeniden canlandırabilmesi, hele hele ABD seviyesine ulaşabilmesi için bir hayli zamana ihtiyacı var.
ABD’nin gerek NATO, gerekse ikili anlaşmalar çerçevesinde kullanılmasına izin verdiği uydular, istihbarat, Patriot gibi hava savunma sistemleri, Avrupa’nın kısa sürede eksikliğini tamamlayamayacağı kapasitenin başında geliyor. Eğer bu süreçte bir yol kazası olmadan Avrupa, Amerikan liderliğindeki NATO’dani Avrupalılaşmış bir NATO’ya geçiş yapabilirse, kendini güvende hissedebilir. Aksi takdirde, şu andaki haliyle kendini güvende hissetmesi mümkün değil. Trump, ABD’nin yıllardır desteklediği, Soğuk Savaş sonrası egemenliğini kazanan devletlerin kendi kaderlerini ve ittifaklarını seçmekte özgür olduğu kuralına dayalı uluslararası düzenin sayfasını kapatmaya hazırlanıyor. Putin ile aynı fikirde oldukları konu, uluslararası olarak kabul görmüş yasalarla kısıtlanmayan büyük güçlerin, daha küçük ve daha zayıf ülkelere iradelerini dayatmakta özgür olduğu bir dünya arzusu. Ukrayna ile başlayan bu ‘açılımın’ nereye sıçrayacağını kestirmek ise imkansız.