Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İsrail jetlerinin ağır bombardımanı sonrasında örgütün çok üst düzey liderleri ile beraber öldü. Bu suikast, o kadar büyük bir olay ki, Ortadoğu’nun karmaşık denklemini yeniden kuracak denli önemli.
Hasan Nasrallah’ın sonunun yaklaştığını 10 aydır devam eden büyük savaşın izlerinden anlamak mümkündü. İsrail, hem Hamas hem de Hizbullah’ın önemli isimlerini birer öldürerek, iki örgütün lider kadrolarını darmadağın etmişti. İsrail önce Hizbullah’ın askeri liderliğini yürüten Fuad Şükür’ü, 30 Temmuz’da sıradışı bir operasyonla öldürdü. Yıllardır çok az kişinin yüzünü gördüğü, neredeyse insanları teması olmayan Şükür, bir binanın ikinci katında iken aldığı bir telefon ile yedinci kata çıktı. Saniyeler sonra atılan füze ile bina tamamen çökerken, Şükür, eşi ile birlikte hayatını kaybetti. Hizbullah’ın nefes alış verişini bile takip altına alan İsrail istihbaratının, muhtemelen telefon konuşmasını izlediği ve sonrasında Şükür’e suikast emrinin verildiği tahmin ediliyor.
Bu saldırının şaşkınlığı geçmeden, başka bir suikast haberi geldi. Bu sefer Hamas’ın lideri İsmail Haniye, cumhurbaşkanlığı yemin töreni için gittiği İran’da kaldığı misafirhaneye atılan füze ile öldürüldü. Birkaç saat için hem Hizbullah’un askeri lideri, hem de Hamas’ın siyasi lideri nokta atışı yapılan suikastler ile hayatını kaybetti. Bu kayıplar, iki örgüt içinde de liderliğin aksamasına yolaçtı.
Aslında bu iki suikast, İsrail’in belki de 18 yıldır hazırlandığı bir operasyonu başlatan işaret fişekleriydi. İsrail, hem Nasrallah’ı, hem de diğer üst düzey Hizbullah komutanlarını öldürmeye çalışıp başarısız olduğu 2. Lübnan Savaşı’ndan bu yana bu güne hazırlanıyordu. İsrail istihbarat servisleri, gerek teknolojik takiple gerekse insan devşirerek, Hizbullah’ın ağlarına sızmak ve askeri yapılanmasını sabote etmek için çok büyük kaynaklar harcıyordu.
Uzun yıllar önce Hamas ve Hizbullah liderliğindeki isimlerin yok edilmesinin, örgütlerin belini kırmak için hayati öneme haiz olduğunu tespit eden İsrail istihbaratı, adım adım önemli isimleri izlemeye aldı. Önce, 2006’daki savaşta İsrail güçlerini çekilmeye zorlayan Hizbullah’ın askeri operasyonlarının başındaki İmad Muğniye, 2008’de düzenlenen bir suikast ile ortadan kaldırıldı. İsrail güçleri daha sonra 2018-19’da Lübnan’ın güneyinden İsrail’in kuzeyine doğru Hizbullah tarafından kazılmış tünelleri yok etmek için yapılan ‘Kuzey Kalkanı’ operasyonuna başladı. Böylece örgütün İsrail içine yönelik operasyonlarına ve lojistik gücüne büyük darbe indirdi. Suriye’den Hizbullah’a gelen silah yüklü kamyonlara yönelik saldırılar ise 13 yıldır ara vermeden devam ediyordu.
Aslında Telaviv yönetimi, bu operasyonlarını yaparken, İsrail ve Hizbullah arasında, ‘yazılı olmayan’ bir kurala sadık kalıyordu. İsrail, Lübnan’da doğrudan bir saldırıya girişmedi. Hatta iddialara göre İsrail, Nasrallah’a karşı bir suikast için daha önce defalarca fırsat yakaladı ancak bu yazılı olmayan anlaşma çerçevesinde harekete geçmedi. Hizbullah, 8 Ekim’de Gazze’deki Hamas’a ‘destek cephesi’ olarak kuzey İsrail’e füze atmaya başladığında da, Nasrallah bu yazılı olmayan kurala güveniyordu. İsrail’in Lübnan’a saldırmayacağını düşünüyordu, zira 10 aydır İsrail, Hizbullah’ın füzelerin karşı doğrudan Lübnan’a bir saldırıda bulunmadı. Genellikle sınıra yakın bölgelere yönelik atışlarda bulunuyordu.
Nasrallah, Gazze’de büyük bir yıkım gerçekleştiren İsrail’in, kuralları değiştirip gerilimi tırmandırmayacağını düşünüyordu, ayrıca İsrail’in fazlaca savaş yorgunu olduğunu varsayıyordu. Bu varsayım Nasrallah’In en büyük hatası oldu. 30 Temmuz’da Şükrü suikastından sonra bile İsrail’in kuralları değiştirdiğini tam olarak fark edemedi ve bu hata hayatına maloldu. Nasrallah ve örgütün önemli isimleri, yerin metrelerce altında bir sığınakta toplantı için biraraya geldikleri anda, İsrail jetlerinden atılan 2 tonluk bombalar ile kaldıkları binalar toz yığınına çevrildi.
Peki, İsrail’in yıllardır ortadan kaldırmak için sınırsız para harcadığı, Hasan Nasrallah kimdi ve neden bu kadar önemli bir isimdi? 1992’de Abbas Musavi’nin yine bir İsrail saldırısı sonrasında hayatını kaybetmesi ile örgütün üçüncü lideri oldu. Hizbullah’ın başında olduğu otuz yıldan fazla süre boyunca Nasrallah, Şii Müslüman hareketini bir dizi reformdan geçirerek, askeri kanadın taleplerini geniş sosyal refah sistemlerinin talepleriyle dengeleyen bir isim olarak öne çıktı. Askeri ve sosyal yapının yanına bir de siyasi bir kanat kurdu ve Lübnan politikasında aktif oldu. Bölge genelinde patlak veren çeşitli krizleri kullanarak, ateşli bir kişisel takipçi kitlesi oluşturdu. Destekçilerinden övgü, düşmanlarından ise acımasız düşmanlık kazandı.
Nasrallah, 1960 civarında, Beyrut’un fakir ve karma bir mahallesinde Şii bir sebze satıcısının oğlu olarak doğdu. O dönemde Lübnan’ın Şii halkı siyasi ve ekonomik olarak dışlanmış bir gruptu. Nasrallah, hem Ortadoğu’ya yayılan yeni İslamcı ideolojilerden hem de Lübnan’ın Şiilerini daha fazla temsil ve daha fazla kaynak elde etmek için harekete geçirmeye çalışan ılımlı İran doğumlu din adamı Musa el-Sadr’dan etkilendi. 1975’te Lübnan’da patlak veren acımasız iç savaştan kısa bir süre önce kurulan bir Şii milis gücü olan Emel’e katıldı.
Dört yıl sonra, Ayetullah Humeyni, İran devriminin ardından iktidarı ele geçirince, bölgenin dengeleri değişti. Bu olay, Ortadoğu’nun her köşesindeki Şii topluluklarını dalga dalga etkisine aldı. Nasrallah, Humeyni’nin sürgün edildiği Irak’ın Necef şehrindeki bir medresede okurken, onunla tanışmış ve yakınlık kurmuştu.
İsrail, Filistinlilerin düzenlediği sınır ötesi saldırılarına karşı, 1982’de Lübnan’a bir ordu gönderdi. Bu süreçte Lübnan’da İran sponsorluğu ve yönlendirmesiyle bir İslamcı gruplar koalisyonu kuruldu. ‘İslami Cihat’ adlı bu oluşum, işgalcilere ve ardından ABD ve Fransız barış güçlerine karşı büyük intihar bombalamaları düzenledi. Bu saldırılarda yüzlerce kişi öldü. Üç yıl sonra, koalisyon İran tarafından ‘Hizbullah’ adlı bir örgüte dönüştürüldü. 1985’te Hizbullah, ABD’yi ve SSCB’yi sert bir şekilde eleştiren ve İsrail’in yok edilmesini isteyen ana manifestosunu yayınladı.
Necef’te aldığı eğitimin etkisi ile nitelikli bir İslam alimi, etkili bir hatip ve yetenekli bir organizatör olan Nasrallah, Lübnan’ın güneyinde İsrail’e karşı verilen uzun mücadele sırasında liderlik deneyimi kazandı. 1992’de, İsrail’in selefi Abbas Musavi’yi öldürmesinin ardından hareketin yeni genel sekreteri olarak seçildi. Aylar sonra İran, Hizbullah’ın elemanlarını ve bağlantılarını kullanarak Arjantin’deki İsrail büyükelçiliğine bombalı bir saldırı düzenledi ve 29 kişiyi öldürdü.
2000 yılında, İsrail’in Lübnan’ın güneyinden çekilmek zorunda kalması, Sünni ile Şiiler arasındaki tarihi mezhepsel düşmanlığa rağmen, Hizbullah ve Nasrallah’a Lübnan’da ve daha genel anlamda Ortadoğu’da ün kazandırdı. Altı yıl sonra, Nasrallah’ın emriyle, sınırda sekiz İsrail askeri öldürülüp, iki tanesi de esir alındı. Bu adım Hizbullah’ı İsrail ile yeni bir çatışmaya sürükledi.
Bu savaş sürecinde Nasrallah stratejik bir adım atarak, hareketini Lübnanlı milliyetçi bir hüviyete taşıdı. Uzun zaman önce Humeyni tarzı bir İslam rejim kurma projesini rafa kaldıran Hizbullah, Nasrallah döneminde örgüt tarafından kontrol edilen Lübnan’ın büyük kesimlerinde, İran’daki gibi muhafazakar dayatmalara girişmedi. Buna karşılık, hem Hizbullah hem de Nasrallah, her zaman İran’ın her çağrısına hızla cevap verdi. 2013’te Beşşar Esad rejimine destek olmak için Tahran’ın emriyle binlerce savaşçısını Suriye’ye göndermekten çekinmedi. Bu adım, komşu ülkedeki acımasız iç savaşta dengeleri değiştiren bir adımdı ve örgüte Lübnan içinde Şiiler dışından gelen desteği büyük ölçüde bitirdi.
Nasrallah’ın Hamas’ın 7 Ekim saldırısı hakkında ne bildiğine dair hiçbir bilgi yok, ancak İsrail’e yapılan kanlı baskınları destekler bir görüntü verdi. Bu süreçte Hizbullah, İsrail’e yönelik büyük bir saldırı başlatmadı ancak ‘direniş’ kimliğini korumak için zaman zaman roket ve füze atmaktan da geri durmadı. Nasrallah muhtemelen çatışmanın kısa süreceğine inanıyordu ve kendisinin gerilimin daha fazla tırmanmasını önleyebileceğini düşünüyordu. Ancak, İsrail’in yazılı olmayan kurallarına inandığı gibi bu iki düşüncesinde de ölümcül bir şekilde yanılmıştı.
Nasrallah’ın öldürülmesinin sonuçlarını tahmin etmek şimdilik oldukça zor. İran, İsrail’in kendi topraklarında Filistinli sünni bir lideri öldürmesine cevap veremezken, tamamen kendi kontrolündeki şii Hizbullah’ın liderinin vurulmasına nasıl bir tepki vereceği bilinmiyor. Gücünü yeniden kanıtlamak ve sadık elemanının öcünü almak için bir misillemede bulunacak mı?
Hizbullah ve İran için, Nasrallah’ın yerine bir isim bulmak çok zor olacak zira, örgütün üst düzey hemen hemen tümü son aylardaki İsrail saldırılarında ortadan kaldırıldı. Bunun da ötesinde hareket içinde Nasrallah’ın statüsüne, deneyimine veya etkisine yakın bir isim de yok zaten. Geçtiğimiz haftalarda düzenlenen çağrı cihazı saldırısı, Şükür’e yönelik nokta atışlı suikast ve daha onlarca olay, İsrail’in Hizbullah’ın tam kalbinden en kritik ve gerçek zamanlı istihbarat alma kapasitesini ortaya koyuyor. Böyle bir durumda Nasrallah’ın yerine gelecek herhangi bir yeni genel sekreterin yaşam beklentisinin son derece kısa olması muhtemel görünüyor.