Almanya’nın merkez ve istikrarlı hükümet rüyası, Avrupa’da yaşanan krizlerin doğurduğu ekonomik daralmanın ardından suya düştü. Hükümet, koalisyonu oluşturan üç partinin denk bütçe anlaşmazlığı nedeniyle dağıldı. Alman hükümetinin, Trump’ın seçildiği gün devrilmesi ise şaşırtıcı bir rastlantıydı.
Donald Trump’ın ikinci kez ABD bakanı seçildiği 6 Kasım Çarşamba günü batı siyasetinde art arda depremlerin yaşandığı bir gün olarak tarihe geçti: Atlantik’in bir yanında ne yapacağı kestirilemeyen bir isim ABD başkanlığına seçilirken, öte yakasında ne yapılacağı aylar öncesinden belli olan Almanya’nın üç partili koalisyonu dağıldı. Avrupa’nın en büyük ekonomisinş yöneten ‘sosyal demokratlar, iş dünyası dostu liberaller ve yeşillerden oluşan trafik ışığı koalisyonu’ çöktü. Bu hükümet krizi bundan daha kötü bir zamanda gelemezdi adeta.
Berlin’de koalisyon ortaklarının kavgasıyla yaşanan politik kriz, tam da Avrupa Birliği’nin (AB) kararlı bir liderliğe ihtiyaç duyduğu bir dönemde ortaya çıktı. Önce seçim, ardından hükümet kurulması derken Almanya’da belki de aylarca sürecek bir siyasi bir boşluk doğacak. Ülke önce belki de aylarca sürecek gergin bir seçim propaganda dönemiyle, ardından uzun süren koalisyon müzakereleriyle meşgul olacak. Bu süreçte birçok yatırım ve kamu harcamasının askıya alınması riski var.
Almanya zaten resesyonun ikinci yılına giriyor. Ukrayna savaşından sonra ucuz Rus gazının sona ermesi ve giderek endüstriyel bir rakip haline gelen Çin’e ihracatın azalması nedeniyle ekonomik dengeleri bozuldu. Ülkenin güçlü otomobil endüstrisi eskisi kadar sipariş alamıyor. İşleri düşerken, bazı otomotiv şirketleri tarihlerinde ilk defa fabrika kapatma kararı aldı. Hükümet, bir göçmenin üç kişiyi bıçaklayarak öldürmesinin ardından büyük panic yaşadı ve Avrupa Schengen bölgesi içindeki sınır kontrollerini yeniden başlattı.
Rusya’ya karşı Ukrayna’ya verilen desteğe karşı çıkan aşırı sağ ve sol popülist, Avrupa’ya şüpheyle yaklaşan, göç karşıtı partiler zemin kazanıyor. Politik arenadaki bu değişim, istikrarlı hükümetlerin oluşumunu giderek zorlaştırıyor. Şu anda üç eyalette hükümet kurulamıyor, zira aşırı sağ Almanya İçin Alternatif (AfD) ve eski komünist Sahra Wagenknecht’in (BSW) liderliğindeki yeni sol popülist hareketin oyu, hükümet kurulmasını engelleyecek boyutta. Tüm partiler, hiçbir şartta AfD ile koalisyon kurmayacaklarını açıkladı. BSW ise hükümete girmeyi reddediyor. Üç eyalette yaşanan hükümet krizine ek olarak, olası bir federal seçimde bu iki parti oyların yaklaşık yüzde 25’ini alıyor. Bu durum, çöken hükümetin yerine nasıl bir koasliyon kurulacağından öte, popülistlerin artan popülaritesi nedeniyle endişe veriyor. Almanya da, ana akım partilerin çöktüğü ve birçok Avrupa demokrasisini zayıflatan siyasi yelpazenin parçalanması anlamına gelen ‘Hollanda hastalığına’ yenik düşüyor. Sosyolojik olarak Trump’ın geri dönüşüne neyin sebep olduğuna yönelik çok sayıda analiz yapılıyor. İşçi sınıfından seçmenler, özellikle de genç beyaz erkekler, düşen yaşam standartları, artmayan ücretler, güvencesiz işler ve mülteci karşıtı kızgınlık nedeniyle hayal kırıklığı içinde aşırı uçlara yöneliyor.
Koalisyon görünüşte ekonomi politikası yüzünden dağıldı. Liberal, iş dünyası yanlısı Hür Demokratlar’ın (FDP) lideri maliye bakanı Christian Lindner, Sosyal Demokratlar’ın (SPD) ve Yeşiller’in, ekonomiyi canlandırmak Almanya’nın katı anayasal ‘borç frenini’ gevşetme ve Ukrayna’ya destek için daha fazla harcama yapılmasına izin verme yönündeki çağrılarını reddetti. Lindner bunun yerine vergi kesintileri ve sosyal harcamalarda keskin kesintiler tale petti. Her ne kadar Almanya’nın kamu borcu diğer G7 ekonomilerinden daha düşük olsa da, Lindner’in bu ayak diremesi, SPD Şansölyesi Olaf Scholz’un, FDP’nin çekilmesini beklemek yerine onu kovmasına neden oldu.
Aslında Lindner’in partisi, tüm kamuoyu araştırmalarında Alman meclisinde sandalye sahibi olmak için gereken yüzde 5’lik ülke barajın çok altında çıkıyor, hem de uzun süredir. Birçok eyalet meclisinde artık temsil bile edilmeyen Lindner, federal meclise de giremeyeceği acı gerçeğin farkında olduğu için hükümeten ayrılmak için bahane arıyordu. Bütçe krizini değerlendirip, koalisyon ortaklarına ültimatom vererek, hükümetten çekilecekti. Scholz, Lindner’in kahraman olmasına izin vermeden, onu bakanlıktan kovdu.
Scholz, şu anda SPD-Yeşiller azınlık hükümetiyle topal da olsa yola devam etmeyi ve 15 Ocak’ta yapılmasını istediği güvenoylamasına kadar başbakanlığa devam etmeyi planlıyor. Böylece erken seçime Mart ayında gitmeyi ve o zaman kadar elini kuvvetlendirmeyi hedefliyor. Buna karşılık muhalefetteki Hıristiyan Demokratlar (CDU/CSU) ise seçimi öne almak için derhal güven oylaması yapılmasını talep ediyor, ancak muhalefetin de alternatif bir şansölye seçmek için yeterli oyu yok.
Berlin’de ortaya çıkan bu siyasi kriz, Almanya’nın Avrupa liderliğindeki kilit ortağı Fransa’nın kendi siyasi çalkantıları nedeniyle sekteye uğradığı bir döneme rastladı. Fransız başkan Emmanuel Macron, Haziran ayında parlamentoyu beklenmedik bir şekilde fesh edip, baskın erken seçim ile ayakta kalmayı başarmıştı. Ancak kurulan çok partili hükümetin hayatta kalması ve Macron’un geleceği, Marine Le Pen’in aşırı sağ Ulusal Birlik’in insafına kalmış durumda. Şu anda tam anlamıyla topal ördek durumunda. Fransa ve Almanya’da yaşanan siyasi kriz, Trump’ın gelecek yıl göreve başlamasıyla birlikte Avrupa’da kararlı bir liderlik bekleyenler için kötü bir haber. Buna karşılık Macaristan’ın popülist sağcı başbakanı Viktor Orban’ın başını çektiği Avrupa şüpheci gruplar için ise belki de sevindirici bir durum.
Koalisyon çökmeden önce yapılan kamuoyu yoklamaları, Friedrich Merz’in CDU/CSU’sunun yaklaşık yüzde 33, aşırı sağ AfD’nin yaklaşık yüzde 18, SPD’nin yüzde 15, Yeşiller’in yüzde 10, BSW’nin yüzde 8 alacağını gösteriyor. Hükümetten kovulan FDP ise yüzde 3-4 arasında bir oy oranı ile parlamento dışında kalıyor. Hiçbir ana akım parti AfD ile koalisyon kurmaya istekli değil bu nedenle geriye tek makul iktidar kombinasyonu 2005’ten bu yana dördüncü kez CDU/CSU ve SPD’nin oluşturduğu bir ‘Büyük Koalisyon’ olacak. Seçimlere kadar yaşanacak gelişmelere bağlı olarak, bu ittifak bile zar zor parlamento çoğunluğuna sahip olabilir ve üçüncü bir ortağa ihtiyaç duyulabilir.
Merkez sağdaki Merz, Ukrayna’ya askeri yardımın artırılmasını güçlü bir şekilde destekliyor. Yıkılan ‘trafik ışığı’ hükümetini Leopard 2 tanklarının ve Taurus uzun menzilli füzelerinin Ukrayna’da sevki konusunda ayak sürüdüğü için sert bir şekilde eleştiriyor. Ancak Kiev’e daha fazla yardım sağlamak için borç frenini askıya alıp devlet borçlanmasını artırmaya istekli olup olmadığı belirsiz. Almanya’nın eskiyen ve yenilenmesi gereken kamu altyapısına yatırım yapma konusunda istekli olup olmayacağı da bilinmiyor. Öte yandan CDU’dan başbakanlık yapmış şansölye Angela Merkel’in aksine, partinin göç ve enerji gibi konularda politikasına AfD korkusuyla daha da sağa çekti. Bu nedenle SPD ile bir koalisyon kurulması da dikensiz gül bahçesi olmayacak.
Kovid-19 salgınının darbeleri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Çin’in Alman ithalatına olan talebinin azalması, Alman ekonomisinin 2 yıldır devam eden durunluk krizinin temel gerekçeleri arasında. Ancak Scholz hükümetinin başarısızlığının arkasında, Almanların mali control saplantısı büyük rol oynadı. SPD, dengeli bütçe ve borç freni kültüne bağlı kalma konusunda önce CDU, daha sonra da FDP ile çok uzun süre birlikte hareket etti. Bunun karşılığında kamu borçlanması artmadı ancak ülkenin çökmekte olan altyapısına yatırım yapılamadığı için, pekçok yerden alarm sesleri yükseldi. Şimdi CDU’nun liderliğindeki yeni bir koalisyonun bu boğucu mali kontrol mekanizmasını devam ettirip ettirmeyeceği henüz net değil. Erken seçim sonrasında SPD ile CDU arasındaki koalisyon pazarlığının en önemli maddesi muhtemelen bu konu olacak. SPD, kamu borcunu artırmadan ekonominin toparlanamacağını savunuyor.
Eğer Almanya’da yeni hükümet, altyapı yatırımlarına ağırlık vermezse, Alman ekonomisi bırakın toparlanmayı, yavaş bir ölüm sürecine bile girebilir. Bu durumda kriz, Almanya’dan tüm Avrupa’ya sirayet eder. Ekonomik ve siyasi açıdan Almanya’nın krizi, tüm Avrupa’yı onunla birlikte ekonomik dibe sürükleyecek bir gelişme olarak tarihe geçebilir. Bu duruma sevineneceklerin ise otoriter Rus yönetimi, Avrupalı popülist liderler ile çiçeği burnunda ABD başkanının olacağı aşikar.