Almanya'da aşırı sağcı parti AfD'nin göçmenleri sınır etme planının deşifre olması ve buna karşı protesto gösterilerinin yapılması ülkenin en önemli gündemi oldu. Düsseldorf Üniversitesi'nden Stefan Marschall, AfD'nin yükselişinde iktidar ve muhalifi çekimser ve aşırı temkinli davranmakla suçlayanların arttığına dikkat çekiyor.
Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) yetkililerinin, aşırılık yanlısı Martin Sellner ile gizlice bir araya gelmesi partiyi yeniden gündeme getirmekle kalmadı; yasaklanması tartışmalarını beraberinde getirdi. “Master planı”nın konuşulduğu gizli toplantının kamuoyuna yansımasının ardından ülke çapında AfD karşıtı protestolar başladı ve hâlâ devam ediyor.
Son anketlerde parti, ülke çapında yüzde 23 ile ikinci sıradaydı. Ancak INSA tarafından yapılan bir ankete göre AfD karşıtı eylemler sonrası parti 1,5 – 2 puan kaybetti. Bu oran 2021’deki son genel seçimde yüzde 10,3 civarındaydı. Gizli toplantının oluşturduğu tedirginlik hakim ülkede. Her ne kadar Almanya İnsan Hakları Enstitüsü (DIMR) , geçtiğimiz yıl yayınladığı raporda, AfD’nin yasaklanması için koşulların oluştuğunu belirtse de siyasetçi ve hukukçular partinin yasaklanmasının bir çözüm olmayacağı görüşünde. Zira başka bir isim altında siyasi varlığını sürdürebilir.
Tam da bu noktada 2017’de Almanya Anayasa Mahkemesi’nin “Neonazi ve Türk düşmanı” olarak bilinen Nasyonal Demokrat Parti’nin (NPD) kapatılmaması yönünde karar verdiğini hatırlamak gerek. Mahkeme, partinin Nasyonalsosyalizm ile düşünsel yakınlık içinde olmasına rağmen, “Anayasa’ya aykırı hedeflerine ulaşmalarının mümkün olmadığını ve demokratik sistemi yıkabilecek somut göstergelerin bulunmadığını” belirtmişti.
İnsan hakları aktivisti Irmela Mensah-Schramm göre AfD yasağının çok daha erken gelmesi gerekirdi. Ancak parti o kadar güçlendi ki ona göre bu neredeyse imkânsız. AfD daha yakından takip edilmeliydi ve bazı partililerin neden ayrıldıkları da sorgulanmalıydı.
Düsseldorf Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Dr. Stefan Marschall ise AfD’ye yönelik bir yasağın uzun süreceği ve büyük engellerle karşılaşacağı görüşünde. Ayrıca nihai kararın verilmesinden önce birkaç yılın geçmesi beklenebilir ve sonuç tahmin edilemez. En önemlisi ise Prof. Marschall´a göre yasaklanmadan önce parti kendini mağdur gösterebilir ve yasaktan sonra da destekçilerini harekete geçirebilir. Marschall böyle bir durumun ağır sonuçları olabileceğine dikkat çekiyor: “O zaman parti kısmen de olsa yeraltına inebilir ve artık kolayca gözlemlenemez. Yasaklama, seçim başarısının arkasındaki nedenleri da ortadan kaldırmaz.”
Aşırı sağ fraksiyonların yükselişlerinde küresel krizler ve bunun tetiklediği göç ve göçmen sorunları da etkili elbette. Siyaseten aldıkları destekle tabanlarını genişletmeyi başarıyorlar. Bugüne dönecek olursak elbette Ukrayna-Rusya Savaşı’nın Almanya üzerinde güçlü bir sosyal, ekonomik ve politik etkisi olduğu açık. Hükümet bu ve diğer sebeplerle eleştiriliyor. AfD ise bu krizi fırsata çevirmeyi başarmış gibi görünüyor.
Biraz geriye gidersek Nazi döneminden sonra Almanya’nın Doğu ve Batı olarak ayrılıp aşırı sağ politikalarında farklı bir yol izlediklerini görebiliriz. Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Soğuk Savaş’ın sona erişi ile 1990’lardan 2010’a kadar gecen sürede birleşen Almanya’nın ötekilere karşı takip ettiği politika da değişti. Bunun birçok sebebi var elbette. Göçmen ve çok kültürlülük karşıtlığı ve mali krizler en belirgin tetikleyicilerden. Bu sorunları çözeceğine inanılan AfD, 2013 ve 2017 ulusal seçimleri ve Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu seçiminde halktan büyük destek almıştı. Böylelikle İkinci Dünya Savaşı´ndan bu yana ilk kez aşırı sağ parti üçüncü olmuştu.
Prof. Marchall’a göre krizler Almanya’da pek çok insanı tedirgin etti ve bu özellikle radikal ve anti-demokratik güçler tarafından kullanılıyor. AfD’ye karşı mevcut protestolar büyük ölçüde sivil toplumdan geliyor. Marschall bu bağlamda, AfD’nin yükselişinde iktidar ve muhalifi çekimser ve aşırı temkinli davranmakla suçlayanların arttığına dikkat çekiyor: “Bu sebeple muhalefetin özellikle Doğu Almanya eyaletlerinde AfD’ye karşı güvenlik duvarının gelecekte ne kadar güçlü olacağının sorgulanması gerekiyor.”
Ayrıca Correctiv adlı araştırmacı gazetecilik merkezinin haberine göre gizli toplantıdaki en önemli maddelerden biri “yeniden göç” meselesi. AfD iktidara gelirse en büyük zorluk “asimile olmamış” Alman vatandaşlarının zorla sınır dışı edilmesi. Hatta toplantıda Kuzey Afrika’daki isimsiz bir ülkeye gönderilmelerinden de bahsedilmiş.
Prof. Marschall’a göre bu gizli toplantı kamuoyunun büyük ilgisini çekti; ancak bu AfD’nin aşırı güçlerle ilk teması değil. Bu olay, AfD etrafında yeni bir tartışmayı ve algıyı tetikledi; birçok kişi AfD’nin son zamanlarda ne kadar radikalleştiğini yeni yeni fark etti. Ancak AfD seçmenlerinin bir kısmı için bu radikalleşme süreci birşey ifade etmezken diğerleri için partiyi daha da cazip hale getiriyor. Ayrıca Prof. Marschall, AfD’nin son yıllardaki gelişmeler nedeniyle geride kalan kesimlere hitap ederek temsil boşluğunu doldurduğu fikrinde. Çünkü AfD, sığınma ve mülteci meselesiyle birlikte radikal kitleleri harekete geçirebileceği bir alan buldu.
AfD`nin elini güçlendirecek her türlü soru ve krize odaklandığı açık. Artan milliyetçi ve öteki söylemlerinin kültürel temelli sonuçları ülkedeki göçmen ve yabancıları hedef alıyor.
Nitekim seçmenin iktidar ya da ana muhalefetten memnun olmaması, AfD’nin radikal söylemleriyle öne çıkması ona toplumsal tabanda uzun vadeli destek sağlayabilir.
Hatta Schramm meseleyi daha farklı bir boyuta taşıyor: “Milliyetçilik ve ırkçılık, 1945’ten sonra bile hiçbir zaman gerçek anlamda ortadan kaldırılamadı. Çocukken, gençken, yetişkinken ve şimdi 78 yaşında bir emekli olarak bunu tekrar tekrar deneyimledim! Bugünkü tartışmaların hepsi AfD’nin anket rakamlarını artırıyor! İç savaşa benzer bir toplumsal çatışmadan korkuyorum.”
Marschall’a göre bu tartışmada Doğu ve Batı Almanya’yı birbirinden ayırmak gerek. Kutuplaşma ve bölünme cumhuriyetin doğusunda -eğer varsa- daha belirginken, AfD Batı’da (hala) farklı bir rol oynuyor ve henüz Doğu´daki kadar radikal değil. Partinin destekçileri Batı Almanya’daki seçmenler arasında hala azınlıkta ve ülke ABD’dekine benzer bir bölünmeden çok uzakta.
Meseleye daha küçük bir ölçekten bakarsak belki de en önemlisi insan hakları aktivisti Schlamm’n kendi hikayesinde ortaya koyduğu bireysel mücadele saklı. Onun ifadesiyle, “Her şeye rağmen aşırı sağ ya da radikal zihniyetlerle mücadele etmek istiyorsanız kendinizi görünür kılmalısınız! Zira demokrasi sembollerle korunamaz. Demokrasiyi gerçek (!) sivil cesaretle savunan insanların neden hala kriminalize edildiği de ayrıca sorgulanmalı.Tıpkı benim gibi…”