ABD'nin yıllık İnsan Hakları Raporu'nda Türkiye'deki hak ihlalleri sıralandı. Raporda hükümetin, insan hakları ihlallerinin faillerinin tespit edilmesi ve cezalandırılmasına yönelik adımlarının kısıtlı olduğu vurgulandı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 2023 İnsan Hakları Raporu yayımlandı. Raporda Türkiye ile ilgili olan bölüme 86 sayfa ayrıldı ve Ankara’ya bir dizi eleştiri yöneltildi.
Raporu kamuoyuna duyuran ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail-Filistin sorunu ve Gazze’deki insani kriz, Rusya’nın Ukrayna’daki ihlalleri ve Sudan’daki kriz gibi bazı başlıklara atıflar yaptı.
Raporun giriş kısmındaki özette, geçen yıl Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri öncesinde toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüklerine getirilen kısıtlamaların yıl içinde Türkiye’deki insan hakları durumunu olumsuz etkileyen önemli bir gelişme olduğu kaydedildi.
Raporda Gülen cemaatinden ‘Gülen hareketi’ olarak söz edildi ve Gülen’in takipçilerine yönelik hukuksuz uygulamalar eleştirildi.
Raporun özet kısmında “önemli insan hakları sorunları” şu şekilde sıralandı:
– Zorla kaybetme;
– Hükümet tarafından veya hükümet adına işkence veya zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırma;
– Keyfi tutuklama veya gözaltı;
– Yargının bağımsızlığı ile ilgili ciddi sorunlar;
– Siyasi mahkumlar veya tutuklular;
– Başka bir ülkedeki bireylere karşı sınır ötesi baskı;
– Gazetecilere yönelik şiddet ve şiddet tehditleri, gazetecilerin haksız yere tutuklanması veya yargılanması, sansür veya ifadeyi sınırlandırmak için cezai hakaret yasalarının uygulanması veya uygulama tehdidi dahil olmak üzere ifade ve medya özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar;
– İnternet özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar;
– Hükümet dışı kuruluşların ve sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmesi, finansmanı veya faaliyetlerine ilişkin aşırı kısıtlayıcı yasalar dahil, barışçı toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik ciddi müdahaleler;
– Bir devletin toprakları içinde hareket ve ikamet özgürlüğüne ve ülkeyi terk etme hakkına getirilen kısıtlamalar;
– Mültecilerin, yaşam veya özgürlük tehdidi gibi ciddi zararlar veya ayrı bir insan hakları ihlali teşkil edecek diğer kötü muameleler dahil işkence veya zulüm görecekleri bir ülkeye geri gönderilmesi;
– Ulusal ve uluslararası insan hakları örgütlerine yönelik ciddi hükümet kısıtlamaları veya tacizleri;
– Aile içi veya yakın partner şiddeti, cinsel şiddet, işyerinde şiddet, çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik, kadın sünneti, kadın cinayetleri ve bu tür şiddetin diğer biçimleri dahil toplumsal cinsiyete dayalı kapsamlı şiddet;
– Mülteciler ve Kürt azınlıklar gibi ulusal/ırksal/etnik grupların üyelerini hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar;
– Lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, queer veya interseks bireyleri hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar.
VOA’nın aktardığına göre; raporda hükümetin, insan hakları ihlalleri gerçekleştirmiş olabilecek bazı görevlilerin tespit edilmesi ve cezalandırılmasına yönelik kısıtlı adımlar attığı savunuldu.
”Güvenlik güçleriyle Kürdistan İşçi Partisi (PKK) terör örgütü ve uzantıları arasındaki çatışmalar devam etmiş ve güvenlik güçleri, teröristler ve sivillerin yaralanması veya ölümü ile sonuçlanmıştır. Hükümet, terörle mücadele operasyonlarıyla bağlantılı sivillerin kasıtlı veya kasıtsız ölümlerine ilişkin olarak personelin soruşturulması veya kovuşturulmasına yönelik çabalar hakkında bilgi vermemiştir’’ ifadeleri de raporda yer aldı.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda, insan hakları kuruluşlarının, baroların, siyasetçilerin açıklamaları ile raporlarından ve basına yansıyan haberlerden örnekler yer aldı.
“Kişinin bütünlüğüne saygı’’ başlığı altında İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, 27 yaşındaki Ahmet Güresçi’nin Şubat ayındaki depremlerin ardından Antakya’da yağma ve “diğer suçlara” karıştığı iddiasıyla polis tarafından gözaltına alınıp dövüldükten sonra öldüğünü bildirmesi ABD’nin raporuna girdi.
PKK veya Gülen hareketi ile bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerin, gözaltında kötü muamele veya istismara maruz kalma olasılığının daha yüksek olduğu savunulan raporda, “22 Mart’ta beş Türk polis memurunun, Kürtler’in çoğunlukta olduğu Lice ilçesinden 14 yaşındaki bir çocuğu kaçırdığı ve daha sonra elleri ve ayakları bağlı bir şekilde uzak bir bölgeye attığı iddia edildi. Diyarbakır Başsavcılığı soruşturma başlattığını ve polis memurlarını mağduru ‘yasadışı olarak alıkoymak’ ve cep telefonuna “mala zarar vermekle” suçladığını duyurdu, ancak Diyarbakır Barosu polis memurlarının daha ağır suçlamalarla yargılanmasını talep etti’’ ifadeleri yer aldı.
Cezaevi ve gözaltı merkezlerinin olumsuz koşulları da raporda yer buldu; “Yetkililer zaman zaman inandırıcı istismar ve kötü muamele iddialarını soruşturmuş ancak genellikle bu soruşturmaların sonuçlarını kamuya açık bir şekilde belgelendirmemiş veya failleri sorumlu tutmak için harekete geçilip geçilmediğini kamuya açıklamamıştır’’ denildi.
Türk hükümetinin, milletvekilleri dahil bazı bağımsız gözlemcilerin, İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ve Birlemiş Milletler Keyfi Gözaltı Çalışma Grubu’nun cezaevlerini izlemesine izin verdiği belirtilen raporda, benzer izinlerin bağımsız sivil toplum kuruluşlarına verilmediğine de dikkat çekildi.
Raporun “Kamuya açık adil yargılamanın reddi’’ başlığı altında, “Yasa bağımsız bir yargı öngörmekle birlikte, yargı özellikle yürütme organının etkisine maruz kalmaya devam etti” denildi.
Eylül ayında Yargıtay’ın işadamı Osman Kavala ve diğer sanıkların 2016 darbe girişimi ve 2013 Gezi Parkı protestolarında rol oynadıkları iddiasıyla mahkumiyet kararını onaması bu başlık altında incelendi ve “Yargıtay Kavala’nın serbest bırakılmasına hükmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) iki kararını hiçe saydı’’ ifadeleri yer aldı.
Raporda, “25 Ağustos’ta ülkenin en yüksek yargı organı olan Hakimler ve Savcılar Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği’ iddiasıyla aldığı cezanın temyiz başvurusunu görüşmekle görevli üç yargıçlı temyiz heyetinin başkanını ve bir üyesini görevden aldı’’ ayrıntısına da yer verildi.
Raporda ayrıca, “Alt mahkemeler, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararları zaman zaman görmezden gelmiş veya uygulanmasını önemli ölçüde geciktirmiştir’’ denildi.
Raporun “Siyasi Mahkumlar ve Tutuklular’’ başlığı altında Gülen Hareketi ve PKK ile bağlantılı cezaevindeki kişi sayısının tartışma konusu olduğu kaydedildi.
“Adalet Bakanlığı Temmuz ayında Gülen hareketi ile bağlantılı oldukları iddiasıyla cezaevlerinde 15 bin 539 tutuklu bulunduğunu açıkladı. STK’lar yaklaşık 8 bin 500 kişinin özellikle PKK ile bağlantılı oldukları iddiasıyla tutuklu veya hüküm giydikten sonra hapsedilmiş olduğunu tahmin etmekte’’ denilen raporda, gözlemcilerin, gazetecilik faaliyetleri, insan hakları savunuculuğu, terörizm ya da diğer suçlamalarla gözaltına alınan kişilerin önemli bir kısmının siyasi tutuklular olduğunu iddia ettiğine, hükümetin ise bu iddiaları reddettiğine yer verildi.
Türk hükümetinin, Uluslararası Kızılhaç Komitesi gibi insan hakları ya da insani yardım kuruluşlarının siyasi mahkumlara erişimine izin vermediği kaydedilen raporda, “Savunma avukatları ve muhalif gruplara göre, savcıların, medya çalışanları, insan hakları aktivistleri, muhalif siyasetçiler (özellikle HDP’li) ve hükümeti eleştiren diğer kişiler dahil geniş bir yelpazedeki bireyler hakkında suç duyurusunda bulunmak ve dava açmak için yasal olarak şüpheli görünen kanıtları kullanma eğilimi vardı’’ ifadelerine yer verildi. Raporda, Gezi Parkı davasında 18 yıl ceza alan TİP milletvekilliği düşürülen Can Atalay’ın dava sürecinde 2023 yılı boyunca yaşananlar da özetlendi.
Raporda, Türk istihbarat güçlerinin Gülen hareketi üyesi olduğu iddia edilen kişileri yabancı ülkelerde kaçırdığına ve yargılanmak üzere Türkiye’ye iade ettiğine dair inandırıcı iddialar bulunduğu belirtildi.
“Temmuz ayında Kosova’da bir yetkili, 2018 yılında Türk makamları tarafından Gülen hareketinin takipçisi olduğu iddia edilen altı Türk vatandaşının sınırdışı edilmesi nedeniyle ‘resmi görev veya yetkinin kötüye kullanılması’ suçundan suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı’’ denilen raporda, bu kişilerin Türkiye’de aldığı cezalara da yer verildi.
Raporda bir başka örnek olarak da, “İnsan hakları örgütleri ve Türk hükümeti destekli haber siteleri, Gülen hareketi üyesi Koray Vural’ın 16 Eylül’de Tacikistan’da Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından ‘yakalandığını’ ve ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla yargılanmak üzere Türkiye’ye nakledildiğini bildirdi’’ denildi.
Raporun Sivil Özgürlüklere Saygı başlığı altında ise, Anayasa ve kanunların, belirli sınırlar dahilinde ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü sağladığı kaydedildi; ancak “Hükümet, basın ve diğer medya mensupları da dahil olmak üzere ifade özgürlüğünü kısıtladı. Hükümet, önde gelen muhalif ve bağımsız gazetelerden gazetecilere dava açtı ve gazetecileri hapse atarak ülkede ifade özgürlüğünü engelledi’’ ifadeleri yer aldı.
6 Şubat’ta meydana gelen iki depremin ardından hükümetin kurtarma çalışmaları sırasında, ulusal güvenlik yasasını ihlal ettiği iddia edilen depremle ilgili içeriği kaldırmak için yetersiz adımlar attığını düşündüğü Twitter’da bant genişliğini tahminen yüzde 90 oranında azalttığı ya da internet kullanıcılarının veri iletimini kasıtlı olarak yavaşlattığına yer verildi.
Jeolog Övgün Ahmet Ercan’ın 28 Şubat’ta depremle ilgili sosyal medya paylaşımları nedeniyle Elazığ’da “kamuoyuna açıkça yanlış bilgi yaymak” suçlamasıyla gözaltına alınmasına değinildi. Ercan, deprem bölgesine asker gönderilmediği için depremlerin ardından çok sayıda kadının tecavüze uğradığını iddia eden bir paylaşımda bulunmuştu. Ercan daha sonra yurtdışına çıkış yasağı konularak adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Raporun ‘’Ayrımcılık ve toplumsal istismar’’ başlığı altında, antisemitik söylemlerin yıl boyunca yazılı basında ve sosyal medyada devam ettiği kaydedildi; Hamas’ın Ekim ayında İsrail’e saldırmasının ardından tacizlerin arttığı bildirildi.
Raporda, ‘’Hükümet yanlısı günlük gazete Yeni Akit, ‘Siyonist Uşakları Vatandaşlıktan Çıkarın’ manşetiyle Yahudi Türkler’i hedef gösterdi. 27 Ekim’de İzmir’deki bir sinagog ve cemaat merkezi, üzerinde Türkçe ‘Katil İsrail’ yazan kırmızı sprey boyalı bir grafitiyle tahrip edildi’’ denildi.
Ancak raporda Ocak ayında hükümetin Uluslararası Holokost Günü’nü andığına ve Dışişleri Bakanlığı’nın bir açıklama yayınladığına, Şubat ayında 1942 yılında İstanbul açıklarında batan Struma gemisinde ölen yaklaşık 800 Yahudi mülteciyi sekizinci yıl üst üste andığına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yahudiler’in Hamursuz, Roş Aşana ve Hanuka bayramlarını kutlayan mesajlar yayınladığına da dikkat çekildi.
Dışişleri Bakanlığı raporunda, ‘’Aleviler ve Ermeni Apostolik Hıristiyanlar dahil, Hıristiyanlar nefret söylemi ve ayrımcılığa maruz kalmaya devam etmiştir’’ ifadeleri de yer aldı.
İnsan Hakları Raporu’nu Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Bugün yayınladığımız rapor, yaklaşık 200 ülke ve bölgedeki insan hakları kayıtlarının gerçeklere dayalı ve sistematik bir dökümünü sunuyor. Gelişmekte olan ülkeler olsun, rakipler, müttefikler ve ortaklar olsun her biri aynı standartlara tabi tutuluyor’’ dedi.
Blinken, İsrail ve insan hakları söz konusu olduğunda ABD’nin çifte standart uyguladığı iddialarını ise reddetti.