TÜSİAD tartışması: Büyük Patronlar nasıl ‘muhalif kesim’ oldu?

Erdoğan ve Ak Parti ile olmasa da, Patronlar Kulübü’nün memleketin kahir ekseriyeti ve bütün muhalif kesimleriyle aynı düşünceye gelmesi, diğer tabiriyle ‘muhalif kesim’ haline gelmesi, demokratik hukuk devleti adına küçük de olsa bir umut barındırıyor.

“Abdullah lokantasında kurucularla birlikte son bir toplantı yaptık. Ayrılırken Vehbi Bey koluma girdi ve bana, ‘Desene bugün fikir üreten bir fabrika kurmaya karar verdik’ dedi.”

İş adamı Feyyaz Berker’in kitabından alıntı bu anekdotun üzerinden tam 54 yıl geçti. ‘Fikir Üreten Fabrika’ olması hedefiyle yola çıkan, 2 Nisan 1971’de 17 kurucuyla yola çıkan, Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) kuruluşundan bugüne çok ilginç aşamalardan geçti. Ülkenin en krizli ve en sıkıntılı yıllarında hep inisiyatif aldı ve sürekli ‘siyasi’ tartışmaların odağında durdu.

Geçen hafta Perşembe günü gerçekleştirilen Genel Kurul’da, Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras’ın konuşmasıyla, patronlar kulübü yine siyasi tartışmaların odağına yerleşti. Yani 54 yıllık gelenek değişmemiş oldu. Tabi önceki dönemlerle şimdiki arasında epey fark var. Önceden TÜSİAD Başkanları konuşur, hem ülke siyaseti, hem ekonomisiyle ilgili yoğun eleştiriler yapardı ama onlara soruşturma açmak kimsenin aklına gelmezdi. Yeni dönemin farkı artık bu tip çıkışların mahkemede bitiyor olması.

Kuşkusuz, 1971 yılından bu yana Türkiye’de iş dünyasının en etkili temsilcisidir TÜSİAD. Üye sayısı yıllardır 600 civarındadır. Toplamda 4 bin 500 şirketi temsil eder. Buna karşılık kamu dışı milli gelirin yarısını üretiyor. Enerji ithalatı hariç dış ticaretin yüzde 85’ni yapıyor. Kamu ve tarım hariç kayıtlı istihdamın yüzde 50’sini, TÜSİAD üyesi şirketler istihdam ediyor. Dernek üyeleri ayrıca Türkiye’de kurumlar vergisinin yüzde 80’nini karşılıyor.

Rakamlar ve oranlar böyle olunca elbette bu dernekten çıkan sesin yankısı da çok fazla oluyor.

ECEVİT HÜKÜMETİNİ DÜŞÜREN İLANLARIN HİKÂYESİ

Şimdi filmi biraz geriye saralım ve Patronlar Kulübü’nün, ülke siyasetindeki ilk ve en önemli, bugün hala tartışılan hamlesine bakalım. Ecevit Hükümeti’ni düşüren ilanlardan söz ediyoruz elbette.

Güngör Uras ve Feyyaz Berker, “Fikir Üreten Fabrika” başlıklı, TÜSİAD’ın ilk 10 yılını kaleme aldıkları kitapta süreci şöyle anlatıyor:

– Ekonominin ciddi darboğaza girdiği 1977’de TÜSİAD üyeleri rahatsızlıklarını her fırsatta dile getiriyor. Büyük şirketlerde işten çıkarmalar var. Enerji ve hammadde sıkıntısı yaşanıyor.

– İşadamları bürokrasinin tutumunu ‘düşmanca’ buluyor. Kendilerine ‘aracı, tefeci, sömürücü’ denilmesinden rahatsızlar. Bir bakanın “Sanayiciler ayda 6 lira vergi veriyorlar” sözü üzerine özür istiyorlar, oda başkanlarının Ecevit’le görüşmelerinden sonuç çıkmıyor. Birçok işadamının evine bomba atılıyor.

– 26 Ocak 1979’daki TÜSİAD Genel Kurulu’nda Vehbi Koç, bu gidişe dur denilmesi için üyelere yazılı beyanat tavsiyesinde bulunuyor. Odalar Birliği başkanları toplu açıklama yapıyor. TÜSİAD kurucusu İzmirli işadamı Selçuk Yaşar, gazetelere, bakanları yalanlayan kişisel ilanlar veriyor.

– Ünlü Fransız işadamı Dassault’un kendi hükümetini eleştirmek için gazetelere verdiği ilanları örnek gösteren Yaşar, TÜSİAD yönetiminin de ilan vermesi için girişimlerde bulunuyor.

GAZETELERDE TOPLAM 4 İLAN YAYIMLANIYOR

– Yönetimin tereddütüne rağmen Manajans’ta Eli Acıman’ın başkanlığında ilan metni hazırlığı başlatılıyor. Çalışmalara Prof. Dr. Memduh Yaşa ve Prof. Dr. Emre Gönensay da katkıda bulunuyor. Ege Ernart’ın yazdığı metni görmek için TÜSİAD üyeleri 30’ar kişilik gruplar halinde Acıman‘ın ofisine gidiyorlar. Üyelerin çoğu yayımlanmasını kabul ediyor.

– Nejat Eczacıbaşı, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı’ndan ‘yayımlanabilir’ onayını alıyor.

– Hazırlanan 7 ilandan ilki 13 Mayıs 1979’da yayımlanıyor. 4 milyon 628 bin lira ödenerek sadece 4 ilan yayımlanıyor. İlanların başlıkları şöyledir: (1) Gerçekçi çıkış yolu, (2) Ulus bekliyor, (3) Yokluğu paylaşmak mı, bolluğu sağlamak mı?, (4) Refahın ve hürriyetin düşmanı: Enflasyon.”

– İlanların büyük yankısı oluyor. Sanayi Odaları’nın aynı gün çıkan deklarasyonunda, hükümetin, serbest piyasa ekonomisini yok edici modeller arayışının eleştirilmesi, ilanların doğrudan doğruya hükümete yönelik olduğu kanısını yaratıyor.

– İlanlardan yayın öncesi haberdar olan Başbakan Ecevit, gazetelerde metinleri okuyunca sert tepki gösteriyor. Aynı dönemde iki banka hakkındaki yolsuzluk iddialarıyla ciddi sıkıntı yaşayan hükümet, 14 Ekim 1979’da 5 ilde yapılan ara seçimlerde de yenilgi alınca istifa ediyor.

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK STANDARTLARIN YÜKSELTİLMESİ RAPORU

Evet, ilanların hikayesi kısaca böyle. Bugün hala TÜSİAD’ın her çıkışında, başkanların her konuşmasından sonra, ‘hükümet düşüren ilanlar’ meselesi ısıtılıp, tekrar gündeme taşınıyor. Tabi büyük patronların siyasi faaliyeti bunlarla sınırlı kalmıyor.

90’lı yıllarda Türkiye’de hep koalisyon hükümetleri iş başındaydı. Bir hükümetin ortalama süresi 2,5 yıldı. Koalisyon ortakları arasındaki uzlaşmazlıklar, ekonomiye olumsuz yansıyordu. Tabi siyasi ve ekonomik istikrarın bu kadar kırılgan olduğu, siyasi iradenin zayıf olduğu dönemlerde TÜSİAD gibi güçlü temsil kabiliyetine sahip sivil kurumların etkisi de artar. 90’larda da böyle oldu. Derneğin genel kurulları ve istişare konseyi toplantıları, siyasi gündemi belirledi.

TÜSİAD, 1997 yılında, anayasa hukukçusu merhum Prof. Dr. Bülent Tanör’e, “Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi” başlıklı bir rapor hazırlatır. Rapor fikrini ortaya atan isimse, dönemin Yönetim Kurulu Üyeleri’nden merhum Dr. Can Paker’dir. Ancak patronlar kulübü adına radikal denebilecek bir çıkış olan Demokratikleşme Raporu, içeriden bile yeteri kadar destek alamaz. Can Paker, Aksiyon Dergisi’ne verdiği mülakatta, rapora yönelik şunları söylemişti:

“Bu rapor TÜSİAD içinde bile çok gürültü kopardı. Çok eleştirildik, çok öven de vardı ama o yönetim kurulu, dernek tarihinin ilk ibra edilmeyen yönetim kuruludur. Dernekten ayrılanlar bile oldu ve sonuçta üyelerin yarısının desteğini alamadık. Çünkü Türkiye’de yıllar yılı devletle iş yapmaya, devlet koruması altında çalışmaya alışmış. Bu yüzden devletin yapısını değiştirecek bir öneriyi çok yadırgadılar. Devlet koruması tehlikeye girer diye korktular.”

Bu rapor kamuoyunda o kadar ses getirir ki, dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Prof. Dr. Bülent Tanör’ü öğretim üyeliğinden ihraç talebiyle YÖK’e sevk eder. YÖK’ün kararı çıkmadan, Prof. Tanör prostat kanserinden yaşamını yitirir.

2007 yılına gelindiğinde, TÜSİAD merhum Tanör’ün anısına saygı duruşu yapar ve onun raporunu, Prof. Dr. Zafer Üskül’e güncelletir. Yeni rapora, “Türk Demokrasisinde 130 yıl: Prof. Dr. Bülent Tanör’ün anısına” adı verilir. Kısacası 1997 – 2007 arası, ‘fikir üreten fabrikanın’ demokrasiye ve demokratik devlete en çok kafa yorduğu dönem olarak kayıtlara geçer.

90’lara bakıldığında derneğin sicilinde oldukça kötü notlar olduğunu da görüyoruz elbette. Onlardan en dikkat çekeninden bahsedelim. 2000 yılının başlarında, Başkan Erkut Yücaoğlu, gazetelere manşet olan şu sözleri sarf edecektir: “Ekonomide 10 yıl sonrasını görüyoruz.” Bu beyanatın verildiği yıl Türkiye Kasım 2000’de ekonomik sıkıntılara girecek ve Şubat 2001’de de Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşayacaktır.

AK PARTİ DÖNEMİNDE ERDOĞAN – TÜSİAD İLİŞKİLERİ

TÜSİAD’ın 54 yıllık tarihinin 23 yılı Ak Parti iktidarıyla geçti. Doğal olarak TÜSİAD ve siyaset denilince yıllardır muhatap değişmedi; Erdoğan ve AK Parti.

Erdoğan ile Patronlar arasında ilk ciddi sürtüşme Ömer Sabancı’nın başkanlığı döneminde, 2005’te yaşanır. O dönem Yüksek İstişare Konseyi Başkanı da merhum Mustafa Koç’tur. Patronlar, 6 Mart 2005’te kadın hakları için yürüyen kadınlara karşı polisin kullandığı orantısız şiddeti sert bir açıklamayla eleştirir. Bu açıklamadan kısa süre sonra TOBB toplantısına katılan Erdoğan, basına kapalı bölümde, Ömer Sabancı’yı doğrudan hedef alarak, şunları söyler: “Türkiye üzerine oyunlar oynanıyor. Birileri düğmeye bastı. Amcasını vuran katiller orada dururken (Özdemir Sabancı cinayetini kastediyor) kendisi onların istediği gibi demeç veriyor.”

Ak Parti’nin TÜSİAD’a karşı savcıları göreve çağırdığı ilk olay ise Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın gözaltına alınması ve tutuklanmasıdır. YİK Başkanı Mustafa Koç’un, bu konudaki yargısal sürece yönelik sert eleştirilerine Erdoğan aynı sertlikle karşılık verir ve yargıya müdahale edildiği gerekçesiyle savcıları göreve çağırır.

Doğan Grubu’nun sahibi Aydın Doğan kızı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın TÜSİAD Başkanı olduğu 2009 yılında ise patronlar kulübü bu kez bambaşka bir tartışmayla gündeme gelir. O dönem hükümetin Doğan Grubu’na kestiği vergi cezalarını, başkan Yalçındağ genel kurulda gündeme getirir. Buna bazı üyeler tepki gösterir. Sonuçta dernekten yazılı açıklama yapılarak, vergi cezalarının bir demokrasi sorununa dönüştüğü ileri sürülür. Böylelikle Doğan Grubu yöneticisi Arzuhan Doğan Yalçındağ, TÜSİAD tarihinde bir ilki başararak, patronlar kulübüne bir üyesinin vergi cezaları için açıklama yaptırmış olur.

ŞİMDİ DEMOKRASİYE KİMİN İHTİYACI VAR?

TÜSİAD, Türkiye’nin son dönemindeki anti – demokratik gelişmelerde suskun kalmayı tercih etti. 27 Nisan e – muhtırası, 367 krizi ve parti kapatma davalarında, demokratikleşme raporundaki önerilerin yanına bile yaklaşamadı patronlar kulübü. Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin karşı karşıya kaldığı anti-demokratik uygulamalarda TÜSİAD yanlışa yanlış demedi. Erdoğan’ın ihtiyacı olan desteği vermekten imtina etti patronlar kulübü. Bu yüzden ilişkiler zaman zaman düzelir gibi olsa da, gerilim alttan alta hep devam etti.

İktidarın bizzat anti-demokratik uygulamaları devreye soktuğu son 10 yılda da patronların sesi ya hiç çıkmadı ya da çok kısık çıktı. Terör bahanesiyle cemaatçilere ait yüzlerce şirkete atanan kayyımlarda, basına yönelik orantısız müdahalelerde, basın kuruluşlarının kapatılmasında Patronlar genellikle, “yesinler birbirini” havasındaydı. Hatta kendi başkan yardımcıları Memduh Boydak’ın tutuklanmasını da sade suya tirit bir açıklamayla geçiştirdiler.

Son döneme gelindiğindeyse artık ülkede demokrasiye hiç ihtiyacı olamayanlar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve iktidar cenahı. Demokratik yönetim ve hukuk devleti, iktidar hariç her kesimin temel talebi haline gelmiş durumda. Hal böyle olunca da, TÜSİAD’ın demokrasi, hukuk devleti ve bağımsız ekonomi yönetimi gibi çıkışları, iktidar cenahında ciddi rahatsızlık oluşturuyor.

Uzun sözün kısası Erdoğan ile Patronlar Kulübü’nün demokrasi ve hukuk devleti beklentileri hiçbir zaman aynı zeminde buluşmadı. Erdoğan’ın ihtiyacı varken Patronlar yanaşmadı; Patronların da bütün memleketle beraber ihtiyacı varken Erdoğan yanaşmıyor. Tam da bu yüzden YİK Başkanı Ömer Arif Aras ile Başkan Orhan Turan, geçen haftaki genel kurulda, bütün kesimleri ve ülkenin bütününü işin içine katarak, “Kim mutlu?” diye sordular.

Son tahlilde Erdoğan ve Ak Parti ile olmasa da, Patronlar Kulübü’nün memleketin kahir ekseriyeti ve bütün muhalif kesimleriyle aynı düşünceye gelmesi, diğer tabiriyle ‘muhalif kesim’ haline gelmesi, demokratik hukuk devleti adına küçük de olsa bir umut barındırıyor.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com