Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) genel kurul toplantısını yaptı bugün. Neredeyse kuruluş yılından bugüne (1971) TÜSİAD’ın hem Genel Kurul hem de Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantıları çok ses getirir. Zira başkanlar ve istişare konseyi başkanlarının verdikleri mesajlar ‘siyasi’ algılanır. Yaptıkları ekonomik yorumlardan bile siyasi sonuçlar çıkarılır. Elbette Türkiye’nin sanayi üretimi, istihdamı ve toplam verginin önemli bölümünü temsil ettiklerinden, bu mesajlar çok önemsenir. Siyasiler ve özellikle de iktidarlar kendilerini cevap vermek zorunda hisseder.
Bugün de öyle oldu. Başkan kısa konuştu ama YİK Başkanı Ömer Aras’ın konuşması son derece ayrıntılıydı ve tabir caizse memleketin bütün dertlerine değindi. Teğmenler meselesinden, basın özgürlüğüne; enflasyondan, siyasi soruşturmalara; otel yangınından kadın cinayetlerine kadar her alana girdi Ömer Aras. Hukukun üstünlüğü olmadan ülkenin hiçbir sorununun çözülemeyeceğini üstüne basa basa anlattı. Mesajları çok net ve açıktı. Şunu bile dedi: “Özdemir Asaf, ‘Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden…’ demişti. Artık zamanımızın kalmadığını biliyoruz.”
Elbette hükümeteydi sözü. Nitekim iktidardan karşılıklar gecikmedi. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik, TÜSİAD’a sert ama eskinin tekrarı cevaplar verdi. Mesele yine darbeciliğe ve ‘eski Türkiye’ye geldi. Tabi, satır aralarında gözdağı da verildi patronlara.
TÜSİAD aslında bu çıkışıyla, Osman Kavala’nın eşi Prof Dr. Ayşe Buğra’nın, T24’te Cansu Çamlıbel’e söylediği, “Böyle bir ortamda kimsenin çok cesur davranabileceğini düşünmüyorum. Arada bir şeyler söylediler ama genellikle herkes susuyor. Sadece TÜSİAD değil, sanat-kültür kuruluşları da” çıkışına da bir nevi karşılık vermiş oldu. Susmadığını gösterdi.
Peki, TÜSİAD’ın son çıkışı ne anlama geliyor ve sonuçları neler olur?
TÜSİAD bu ülkede ‘hükümet düşüren’ büyük patronlar kulübü olarak nam salmıştır. “Gerçekçi çıkış yolu” başlıklı gazete ilanlarıyla Ecevit Hükümeti’nin düşmesine sebep olması, ilk ses getiren icraatıydı patronlar kulübünün. 12 Eylül sonrası çok partili hayata geçildikten sonra da patronların siyasetteki ağırlığı devam etti. 90’lardaki meşhur ‘Kürt raporu’ gibi çalışmalar, 1997’de, Prof. Dr. Bülent Tanör’e hazırlattıkları ‘demokratikleşme’ raporu, yıllarca medyada konuşuldu. 2001’den sonra Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde de çıkışları ses getirmeye devam etti büyük patronların. Erdoğan ile zaman zaman barış çubukları yakılsa da, genelde gerilimli bir ilişkileri oldu. Hatta Erdoğan’ın siyasi kariyerinde “Eyy TÜSİAD” çıkışlarının ayrı bir yeri vardır. Onun için büyük patronlar bir nevi kariyer aracı işlevi görmüştür.
Tabi köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye ne 10 yıl önceki Türkiye, ne de 20 yıl, 30 yıl önceki. İktidar canını sıkan her meselede “eski Türkiye” retoriğini sürekli kullansa da aslında sadece 2001 öncesi değil, artık 10 yıl öncesi de “eski Türkiye” oldu. Zira iktidar değişmedi ama ülkede son 10 yıldır yaşanan demokratik ve hukuksal erozyon (gerileme) belki Ak Partililerin bile hayal edemeyecekleri boyutlarda. Artık ülkede ‘büyük patron’ bile olsanız iktidar karşıtı fikir söylemek, eleştiri yapmak kelle koltukta dolaşmak anlamına geliyor. Nitekim sonuçta istisnalar hariç, ülke tam bir suskunluk sarmalında yaşamaya başladı. Ayşe Buğra da aslında bunu vurgulamak istemişti.
Ak Parti’nin ilk yıllarının da artık “eski Türkiye” olduğunu kabul eden TÜSİAD son yıllarda, “düşük profilli başkanlar” dönemine girdi. Eskiden Koç, Sabancı, Boyner, Özilhan, Eczacıbaşı gibi isimlerle anılan başkanlık ve istişare konseyi başkanlıkları, son yıllarda nispeten küçük ölçekli firmaların, kamuoyunda tanınmayan yöneticileriyle temsil ediliyor patronlar kulübünde. Bu durumda ne oluyor? TÜSİAD sessiz kaldığında doğrudan anlı şanlı aileler sessiz kalmış olmuyor. İktidar da zaten bunları çok muhatap almıyor. Böyle bir senaryoda, zımni bir uzlaşma olmuş gibiydi iktidar ile büyük patronlar arasında. Nitekim son birkaç seçimdir Reis’ten hiç, “Eyy TÜSİAD” çıkışı da duymamıştık.
Oysa bugünkü toplantı, artık alışmaya başladığımız yeni TÜSİAD formatına hiç de uygun değildi. “Düşük profilli başkanlar”, oldukça yüksek profilli bir çıkış yaptı. “Hem sanayici mutsuz hem çalışanlar. Hem büyük işletmeler zorlanıyor hem KOBİ’ler. Hem Batıdaki girişimciler yakınıyor hem Doğudakiler. Peki kimin yüzü gülüyor?” cümlesiyle çok kapsamlı bir muhalif cümle kurdular. Emek ile sermayeyi, küçüklerle büyükleri, doğuyla batıyı aynı ortak paydada buluşturdular. Büyük patronlar böylelikle, kendi fanuslarından çıkıp ülke meseleleriyle tekrar ilgilenmeye başladıklarını da göstermiş oldu aslında. İktidar cenahından anında gelen sert cevaplar da bu mesajın algılandığını gösteriyor.
Bana göre TÜSİAD bu çıkışı büyük ölçüde ülkede İmamoğlu – Yavaş ekseninde gelişen ve gittikçe güçlenen alternatif başkan adayları profilinden aldığı cesaretle yaptı. ‘Yeni bir dönem’ beklentileri oluştu belki de. O yeni dönemin de tamamen dışında kalmak istememe çabası olabilir pekala, bu denli kapsayıcı ve net muhalif cümleler. Zaten bugünkü toplantıdaki duruşunu yazılı hale de getirmiş TÜSİAD. ‘Perspektif 2025’ adını verdikleri raporla.
Şimdi sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan’da. Bence, hemen olmasa da, uygun zeminde bugünkü konuşmalara çok sert bir karşılık verecektir. Çünkü onun için bu kapıda hala ekmek var.
Patronlar Kulübü’nün, muhalifliğinde ne kadar ciddi olduğunu da o cevap geldiğinde hep birlikte göreceğiz.
TÜSİAD’ın bu gibi çıkışlarının demokratik mi yoksa darbecilik mi olduğu meselesiyse başka bir yazının konusu.