Almanya’da bu ay erken genel seçim var. Son iki aydır, geride kalan pek çok seçimden daha ilginç ve sıra dışı bir kampanya dönemi yaşanıyor. Bunun sebebi belli, ikinci dünya savaşından bu yana ülkede ilk kez ‘aşırı sağ’ tehlikesi bu kadar somut ve yakın. Aşırı sağı temsil eden Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi bütün anketlerde, Birlik Partilerinin (CDU ve CSU) ardından ikinci sırada görünüyor.
Öncelikle ‘güvenlik duvarı’ kavramından başlayalım. Almanya’da çoğulcu demokrasiyi savunan partiler AfD’ye karşı “Cordon sanitaire” olarak adlandırılan bir güvenlik duvarı örmüş durumda. Yani demokrasiye tehdit olarak nitelendirdikleri AfD ile iş birliğini reddediyorlar, bu yolla meşruiyet kazanmasını, güçlenmesini önlemeye çalışıyorlar.
Siyasiler açıklamalarında, Türkçe’de “kendini savunan demokrasi” anlamına gelen “Wehrhafte Demokratie” kavramına vurgu yapıyor, özgürlükçü demokratik düzen ve değerlerinin korunması ve savunulması için aralıksız bir mücadele gerektiğinin altını çiziyorlar.
Ancak geçen hafta Çarşamba günü çok vahim bir gelişme yaşandı ve Birlik Partileri’nin Şansölye adayı Friedrich Merz, AfD’nin desteğiyle bir ‘iltica’ tasarısı geçirdi Meclis’ten. Sadece 3 oy farkla. Bu tasarı, Cuma günü Federal Meclis’te reddedildi ve yasalaşmadı. Ancak buradaki sorun, Demokrasiye inanmış bir partinin ilk kez aşırı sağ ile iş birliği yapmasıydı ve bu olay gerek Meclis’teki diğer demokratik partilerden, gerekse basından çok sert tepkiler aldı. Merz, güvenlik duvarını yıkmakla eleştirildi.
Merz’i en sert eleştiren Weser Kurier gazetesi oldu. Aschaffenburg ve Magdeburg’daki saldırılarının ardından meclis gündemine taşınarak aşırı sağcıların desteği ile kabul edilen önerge hakkında, gazetede şu ifadeler yer aldı:
“Merz gerçekten bu konuda somut bir adım atılmasını sağlamak isteseydi o zaman SPD ve Yeşillere yaklaşıp, bir uzlaşma sağlamak için çaba göstermeliydi. Ama CDU Genel Başkanı Merz bunu yapmadı. Kasım ayında AfD ile çoğunluk arayışına girmeyeceğine dair verdiği sözü tutmadı. Merz bunu yaparak bir tabuyu yıktı, ama meselenin özünde ise hiçbir sonuca ulaşamadı, geride güvenlik duvarının yerine moloz yığını bıraktı. Bu, kısa bir siyasi başarı için ödenmesi gereken çok ama çok yüksek bir bedel.”
23 Şubat seçimlerinde en yüksek oyu alması beklenen partinin başbakan adayının bu tavrı ve tavrının da arkasında durması haliyle Almanya’da gündemin en önemli maddesi haline geldi. Öyle ki, Merz’in halefi eski Başbakan Angela Merkel bile uzun bir aradan sonra konuştu ve Merz’in tavrını eleştirdi.
CDU lideri Friedrich Merz’in son dönemdeki açıklamaları, özellikle göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı hatta “Türk mahallesi” olarak da adlandırılan Kreuzberg için, ‘Almanya Kreuzberg değildir’ sözleri de sert eleştirilere yol açmıştı.
Belli ki Herr Merz, demokratik sağın başbakan adayı olmasına rağmen, kendisini aşırı sağa daha yakın hissediyor. Zira söylemleri ve eylemleri, demokratik sağın sembol ismi Angela Merkel’in bile yıllar sonra tekrar siyasi yorum yapmasına sebep oldu. Friedrich Merz’in partisinin ilk sırada, Alice Wiedel’in partisinin de ikinci sırada tamamladığı seçim tablosunda, gerçekten Almanya’yı zor günler bekliyor.
‘Zor günler’ dediğimizde de elbette göçmenler akla geliyor. Zira iki partideki seçim politikalarının ana eksenini ‘göçmen karşıtlığı’ oluşturuyor.
Peki göçmenler, özellikle de göçmen kökenli Alman vatandaşları, seçme ve seçilme hakkı olan insanlar, bu siyasi tablonun neresinde?
Göç hikayesinin son yarım asrına baktığımızda bu sorunun cevabı çok netti aslında. Göçmen ve elbette Türkiye kökenlilerin oy verdikleri partiler Sosyal Demokratlar ve Yeşiller olurdu. Kendi ülkesinde muhafazakâr sağ partilerden başkasına oy vermemiş göçmenler Almanya’da sosyal demokrat ve Yeşiller’in en büyük destekçisiydi. Ve bunun çok pratik bir gerekçesi vardı. Bu iki partinin göçmenleri dışlamayan, onları Alman toplumunun bir parçası kabul eden söylemleri ve politikaları.
Oysa bu seçime bakıldığında sadece CDU’ya değil, AfD’ye bile oy vermeyi düşünen göçmenler ve Türkiye kökenliler olduğu ortaya çıkıyor. Ve araştırmalar bunun oranının yüzde 20’lere çıktığını gösteriyor. Peki, bu savrulmanın sebebi nedir?
DW Türkçe’den Burak Ünveren, hafta içi Türk kökenli seçmenin nabzını tuttu. Ünveren’in dosyasında gerçekten şaşırtıcı bilgiler yer aldı.
Almanya’da halen göçmen kökenli 9 milyon seçmen bulunuyor. En büyük seçmen grubu da elbette Türkiye’den göç etmiş olanlar oluşturuyor.
İşte onlardan birinin yorumları…
Köln’de taksicilik yapan Türkiye kökenli bir Alman vatandaşı: “Oyumu AfD’ye vermeyi düşünüyorum. Almanya tertemizdi. Kent tertemizdi. Çocuklarımız artık sokağa çıkarken çekinir hale geldik. Gelsinler de düzeltsinler, bize bir şey olmaz.”
Duisburg-Essen Üniversitesi bünyesindeki Türkiye Çalışmaları ve Entegrasyon Araştırmaları Merkezi’nden (ZfTI) Yunus Ulusoy, DW Türkçe’ye değerlendirmesinde, bu trendin Almanya genelinde de mevcut olduğunu teyit etti.
“Almanya’daki Türkiye kökenli seçmenler arasında da AfD’ye oy verebilecek insanlar var. CDU’ye verenler zaten hep vardı” diyen Ulusoy, muhafazakâr ve aşırı sağcı partilere oy vermeyi planlayan Türkiye kökenlilerin motivasyonunu şöyle açıklıyor:
“Üçüncü-dördüncü nesil, Almanyalı bir toplumdan bahsediyoruz. Bu toplum, kendisini ev sahibi olarak da görüyor. Yeni gelenleri, kendisinin rahatını bozan, oturduğu semtte ve ortamda güvenlik hissini zedeleyen bir grup olarak algılıyor, hatta onu farklı alanlarda kendisine rakip olarak görüyor. Göçmen olmak ve göçmen olarak ayrımcılığa uğramak, ayrımcılığa uğrayacak olan farklı gruplara yönelik empati geliştirme zorunluluğu anlamına gelmiyor. İnsanlar, kendileri ırkçılık ayrımcılık yaşamış olsalar bile, kendilerinin farklı, daha aşağı veya tehlike olarak gördükleri farklı gruplara yönelik farklı tutumlar benimseyebiliyor.”
Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM) tarafından kısa süre önce yürütülen “İhmal Edilen Seçmen Potansiyeli” başlıklı bilimsel araştırmada, ülkedeki göçmen gruplarının oy davranışları mercek altına alındı. Almanya’da Türkiye kökenli seçmenler, yüzde 15,3 ile göçmen kökenli seçmenler arasında köken ülke bazında ilk grubu oluşturuyor.
Söz konusu araştırmada göçmen kökenli seçmenlere “belirli bir partiye oy verme olasılıklarının ne kadar yüksek olduğu” soruldu.
Türkiye kökenlilerin de aralarında bulunduğu gruptaki seçmenlerin yüzde 72,3’ü SPD’ye oy verebileceklerini beyan etti. CDU ve CSU’nun aynı gruptaki seçmen potansiyeli yüzde 66,2 ve Yeşillerin potansiyeli yüzde 54,3 olarak ölçüldü. Sol Parti’ninki yüzde 57,8 ve bu partinin bölünmesiyle ortaya çıkan popülist Sahra Wagenknecht İttifakı’nın (BSW) oy potansiyeli ise yüzde 55,5 olarak tespit edildi.
Araştırmanın dikkat çekici detaylarından biri ise AfD’nin büyük çoğunluğunu Türkiye kökenlilerin oluşturduğu seçmen grubu arasındaki oy potansiyelinin yüzde 19,7 olarak ölçülmesiydi.
Türkiye kökenliler arasındaki “ev sahibi” psikolojisinin özellikle de 2015’ten sonra gelen Suriyeli mültecilere yönelik olduğuna dikkat çeken göç uzmanı Yunus Ulusoy, “Türkiye’deki algıyı Türk medyası, akrabaları üzerinden veya tatile gittiklerinde edindikleri kendi izlenimleri üzerinden Almanya’ya taşıyan bir grup mevcut. Belki Cumhuriyet’in kuruluşu ile Batı’ya yönelme ve Türkiye’nin kendisini Ortadoğu’dan ayrıştırarak daha Avrupalı saymasının yanı sıra Birinci Dünya Savaşı nedeniyle Araplara yönelik hafızalarda mevcut olan resimler var” diyor.
Türkiye kökenli seçmenler arasında “Geçmişte biz acı çektik, onlara şimdi vatandaşlık bizim sayemizde altın tepside sunuluyor” gibi bir serzenişin de mevcut olduğuna dikkat çeken Ulusoy, “İnsanlar, kime oy vereceklerini düşünürken AfD’nin yarın öbür gün kendilerini hedef alabileceğini unutuyorlar” tespitini yapıyor.
AfD parti kurultayları “Almanya Almanlarındır, yabancılar dışarı” sloganlarına pek yabancı olmasa da bugün AfD’nin Türkiye kökenlilerin de oylarının peşinde olması dikkat çekiyor. AfD’nin geçen yıl yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde liste başı adayı olan Maximilian Krah, “Almanya’daki Türkler AfD’ye oy vermeli” ifadelerini kullandığı bir video paylaşmış ve “Türklerin daha fazla göçü engelleyen bir partiyi tercih etmesi” gerektiğini söylemişti.
2024 yılında 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle yayınladığı “Daha güçlü bir Alman-Türk dostluğu için!” başlıklı bir diğer videoda ise Krah, “Eski, gerçek dostlarımızı, Türkleri hatırlamamız gerekiyor” demişti. “Solingen’deki terör saldırısının akşamında Türk arkadaşlarımla oturuyordum. Almanya’nın içerisinde bulunduğu durumla ilgili olarak gözlerindeki korkuyu gördüm” diyen Krah, aynı videoda Suriyeli ve Afganların ülkelerine geri gönderilmesi planlarına da değinmişti.
Görünen o ki, göç karşıtı politikalar ve bunun en büyük savunucusu AfD’nin söylemleri, Almanya’da 64. yıla giren ve artık üçüncü neslini yaşayan Türk göçmenlerden de ilgi görüyor. Çünkü onlar (en azından yüzde 20’si) kendilerini Türk’ten çok Alman gibi hissediyor ve AfD’nin ‘yeni ülkelerini’ Suriyeli ve Afganlılara karşı savunmasını bekliyor.
“Almanya’nın seçimi” bu kez gerçekten ilginç olacak. Ve belki de, ‘güvenlik duvarını’ kıdemli göçmenler yıkacak.