Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çözüm süreci için “süreci dondurucuya kaldırdım” dediğini hatırlatan Kürt siyasetçi Leyla Zana, "E artık miadı geçmek üzere, bence dondurucudan çıkarıp bu işi esastan ele almak gerekiyor. Zaman kaybetmeden... Ama görülüyor ki böyle bir çabaları yok" eklinde konuştu.
Kürt siyasi hareketinin önemli isimlerinden Leyla Zana, çözüm süreci, süreçte yaşananlar ve sona ermesiyle ilgili ilk kez dile getirdiği dikkat çekici bilgiler paylaştı. Yeni bir çözüm süreci için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı işarete den Zana, 2013’teki çözüm sürecinin “Erdoğan’ı ve Öcalan’ı dışlamak isteyenler” nedeniyle sona erdiğini söyledi.
Yedi yıllık suskunluğunu Gazete Duvar’dan Vecdi Erbay‘a bozan Zana, “Sayın Cumhurbaşkanı “süreci dondurucuya kaldırdım” diyor. E artık miadı geçmek üzere, bence dondurucudan çıkarıp bu işi esastan ele almak gerekiyor. Zaman kaybetmeden… Ama görülüyor ki böyle bir çabaları yok. Artık zamanı ötelemeye, ertelemeye tahammül kalmadı, anlatabiliyor muyum?” şeklinde konuştu.
2013’teki çözüm sürecinin neden başarılı olmadığı sorusuna Zana, “Yeterince çalışmadık diyelim. Yeterince anlatamadık. İki taraf için de söylüyorum. Devlet yeterince tedbir geliştirmedi ya da net bir tutum belirlemedi. Diplomatik, politik ve kitlesel boyutuyla biz de çok dağınıktık. Yapı olarak dağınıktık. Kimse diğeriyle bir şey paylaşmıyordu. Öyle bir sıkıntı da vardı” yanıtını verdi.
Yeni bir çözüm süreci olacaksa adresin İmralı Adası’ndaki Abdullah Öcalan olduğunu söyleyen Zana, “Sorunu en iyi bilenlerdendir. Çünkü sonuçta bu devasa hareketi en az 40 yıldır ayakta tutan onun öngörüleridir. Onun fikriyatıdır. Şimdi Kürt hareketi denilince Türkiye’de akla sadece çatışma geliyor. Halbuki bunun kültürel, felsefik boyutu var. Bunun bir örgütleme düzeyi var. Bunun çağdaş yaşam biçimi vardır. Yani Kürtlerde bir rönesans gerçekleşti” şeklinde konuştu.
Çözüm sürecinin Öcalan ve Erdoğan’ın devreden çıkarılmak istenmesi üzerine bozulduğunu kaydeden Zana, şöyle devam etti: “Bu sorunu Öcalan’sız ve Erdoğan’sız çözmek isteyenler, bu işi kendi aramızda çözeriz diyenler oldu. Dünya kadar risk göğüsleyeceksiniz ve kimileri sizleri bu işin dışında bırakarak yol almak isteyecekler. Kabul eder miydiniz? Zor. Bu kadar net. Bunu ilk defa duyuyorsunuz değil mi? Bunu bazılarının yüzüne vurduğum için bu rahatlıkla söylüyorum. Kişilerin adını vermeyeceğim. AKP’nin içindekiler bana dediler ki, “Biliyor musunuz sizinkiler Öcalan’ı dışlamak için bu süreci bozdular.” Ben de döndüm dedim ki, “Ben başka bir şey daha biliyorum. Siz de Erdoğan’sız bu işi götürmek istediğiniz için süreç bozuldu.” Tek bir cevap alamadım. Karşımdaki sustu.”
Zana, kendisine yeni çözüm süreci için teklif gelip-gelmediği şeklindeki soruya ise şu yanıtı verdi:
“Onu açmayalım. Zaman zaman insanlar görüşlerime başvurabiliyor. Size aktardıklarımı onlarla da paylaşıyorum. Hiçbir sansür koymadan düşüncelerimi ifade ediyorum bütün kesimlerle. Günlük siyaset ve dava hem ayrı hem de birbirini bütünleyen şeylerdir. Birini diğerinden koparırsanız eksik kalır. O nedenle günlük siyaset mutlaka yapılmalı. Ama bir davanın olduğu bilinciyle hareket edilmeli. Bu dava Leyla’dan da büyüktür, Ali’den de, Ayşe’den, Fatma’dan da büyüktür. Bu dava biz olsak da olmasak da sağlam temeller üzerinde inşa edildi. Kitlemiz sağlam. Halkımıza sonsuz güven duyuyorum. Gençlikten müthiş umutluyum. Bir iğne ucu kadar ilham kaynağı olmuşsak ya da bir katkımız olmuşsa ancak mutluluk duyabilirim.”
Leyla Zana’nın röportajından öne çıkan bölümler şöyle:
Burada sistem büyük bir oyun oynuyor. Biz bunun ne kadar farkındayız, bilmiyorum. Bizi iki kesim arasında bir tercihe zorluyor. Bir yüzyıl bize dünyanın acısını çektiren, yok sayan ve yok sayılmamız üzerinden konumlanan bir CHP var. Diğeri de ümmet anlayışını dayatıyor. Kürtlerin ikisinden birini seçmek zorunda bırakılması hedefleniyor. Hayır biz seçmek zorunda değiliz. Biri 80 yıl büyük bir zulüm uygulamış, diğeri o zulmün devamcısı olarak konumlanmış.
Niye ikisinden birini seçmek zorunda kalalım ki? Ne CHP’nin ne de AKP’nin koltuk değneğiyiz. İkisi de değiliz; biz biziz. Bir siyasi partisin; rengin, kimliğin, söylemin, örgütlenme tarzın ve tabanın farklı… Şu anda mevcut parti yöneticilerimizin tümünün cezaevinde olması bizzat CHP liderinin tutumu nedeniyle değil mi? Bizim binlerce insanımız hapiste, sürgünde ama gündem bile olamıyorlar. Burada da bir oyun var. Halk doğal olarak bunları sorguladı. CHP’nin yeni yönetimini izliyorum, umarım Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümüne dair kitlenin bu uyarılarını dikkate alan sorumlu ve cesur bir yaklaşım sergiler.”
“Siyasi kimliğim cezaevi kapısında oluştu. Türkçe iki cümleyi bir araya getiremezken o cezaevi kapıları bizim için bir okula dönüştü. Bizim için aynı zamanda bir örgütleme alanı oldu. Bizim için bilinçlenme zeminine dönüştü.”
“Hayır, bu dava bütün kişiliklerden çok daha büyük, çok daha kapsamlı bir dava. Davaya küsülür mü? Davaya küstüğün zaman kendine küsmüş olursun. Küskünlük, kızgınlık değil. Toplumun sorunlarına cevap olamadığınızda, o zaman ‘kime, neye hizmet ediyoruz’ sorusuyla karşılaştım. Ve uzun süre bu soruları kendi kendime sordum. Ne yapabilirdik de yapamadık? Halen yeterince bir açıklık getirildiğine inanmıyorum. Tamam, sistem bütün şiddetiyle Kürtlere her boyutta saldırıyordu. Senin inkarın üzerine kurulu bir sistem var. Ama biz kendimize ne kadar sahip çıktık? Bu tuzağa nasıl düşebildik? Kişisel görüşüme göre bu bir tuzaktı. Tehlike neden öngörülemedi? Bakın, şu anda İsrail ile Filistin’e baktığımızda, biz bunu 2015’te yaşamışız. Tarihin hiçbir döneminde cesetlerimiz 7 gün cadde üstünde, sokakta kalmadı. En zor süreçlerde bile gidip kemiklerimizi toplayıp getirebildik. Ama Taybet Ana’nın cenazesi 7 gün sokakta kaldı ve çocukları bile gidip alamadı. Cizre’de küçücük bir çocuğu annesi alıyor, dondurucuya koyuyor. Dondurucu kelimesini her duyduğumda o anı yaşıyorum. Bir anne çocuğunun vücut bütünlüğü bozulmasın diye kalkıp dondurucuya koyuyorsa çaresizliğinden, bu hepimizin ayıbıdır. Bütün bunlar beni derin bir sorgulamaya götürdü.”
‘HEPİMİZİ İDAM ETSEN DE BU DAVA BİTMİYOR, BİTMEYECEK’
“Toplum değişiyor, değişti, değişmeyen sistemin bakış açısı. Sıkıntı da orada. Şeyh Said posterleri gençler tarafından surlara asılıyorsa demek ki sen hepimizi idam etsen de birileri bir gün kalkacak bu davayı sürdürecek. Bu dava bitmez. Çünkü bu dava kişilerin çok çok ötesinde. Bu dava her türlü kurumsal alanın da ötesinde. Devlet, seni sevmem, tanımam ama özgür de bırakmam diyor. Oysa bu topraklar herkesi kucaklayacak, besleyecek zenginlik ve derinliktedir. Halkları dilenci pozisyonuna düşürmüşsün. Buna ne hakkın var?”
“Ümmetçi anlayışı denemek istediler. Kürtler de zaten bu ümmetin bir parçası. Tekrar özgünlüklerinden ve özelliklerinden arındırarak, sadece inanç bağlamında buraya bağlayabilir miyim? Bunun hesabını yapar sistem. “Sizin burada oturmanız bile bu hesabın sonucudur” dedim. Çünkü her şey denenmişti, bir tek ümmetçilik denenmemişti. O da denendi. 2014-2015’den bu yana uyguladıkları politikanın sonucu da bu. Acaba biz korkutarak, yok ederek, cezaevine atarak Kürtleri tekrar sindirebilir miyiz? Bir 100 yıl daha geri çekebilir miyiz? Küçük hesaplar. Daha büyük düşünsene!”