74 yaşındaki tutuklu gazeteci ve iş insanı Alaeddin Kaya ile Lüksemburg'da yaşayan Christiane Sehl, bir insan hakları kuruluşunun başlattığı "mahkûmlara mektup" organizasyonu sayesinde tanıştı, dostlukları ilerledi. Kartpostallarla başlayan yazışmalar 3 yıldır her hafta düzenli süren mektuplarla devam ediyor. Mektuplar Kaya için moral kaynağı olurken; Sehl içinse inanlığın temel değeri olan "dayanışmayı" canlı tutmanın bir yolu...
Lüksemburg’da yaşayan Christiane Sehl, dünyanın dört bir yanındaki insan hakları ihlallerine duyarsız kalmayan, insanı “her zaman korunması gereken olağanüstü bir varlık” olarak gören ve hayatını insanlara yardım etmeye adayan bir kadın.
Güney Afrika’da terk edilen çocuklara aile bulma sürecinde çalışan Christiane, bu sefer kendisini belki de ulaşılması çok daha güç bir yerde, Türkiye’de hücre hapsinde olan gazeteci Alaeddin Kaya ile derin bir dostluğun içinde buluyor. Üç yıldır her hafta düzenli olarak mektuplaştığı Kaya ile kurduğu bu özel bağ, sadece iki insanın dostluğunu değil, aynı zamanda insanlık onuruna duyulan ortak inancı da simgeliyor.
Christiane’nin Alaeddin Kaya ile tanışması, 15 Temmuz 2016’dan sonra Türkiye’de başlayan zor günlere dayanıyor. Darbe sonrası, birçok gazeteci ve akademisyen, hiçbir somut suçlama olmaksızın cezaevine konulmuştu. Alaeddin Kaya da bunlardan biriydi; bir gazetenin sahibi olarak işini, daha da önemlisi özgürlüğünü kaybetmişti. Yaşanan hukuksuzluk ve mağduriyet karşısında kayıtsız kalamayan Christiane, bu zor günlerde insanlara destek olma niyetiyle Türkiye’deki mahkumlara yazmaya karar verdi. Bu amaç doğrultusunda Solidarity With Others adındaki bir insan hakları organizasyonu ile sosyal medya üzerinden iletişime geçti. Solidarity With Others, Christiane’ye yazabileceği mahkumlar arasında Alaeddin Kaya’nın da adını verdiğinde onları birbirine bağlayan uzun bir mektuplaşma süreci de başlamış oldu.
Christiane’nin mektupları, sıradan yazışmalar değildi. Kaya’ya yalnız olmadığını, dünyada onu düşünen insanların var olduğunu hissettirmek amacıyla yazılıyordu. İlk başta kısa kartpostallar ve cesaret verici birkaç kelimeyle başlayan bu yazışmalar, zamanla derin bir dostluğa dönüştü. Christiane, eşinden, çocuklarından, ailesinden bahsediyor; Alaeddin Kaya da ona kendi hayatından, hapisteki günlerinden ve özlemlerinden söz ediyordu. Bir noktadan sonra, mektuplar aracılığıyla dertleşmek, hayattan konuşmak ve bazen sadece küçük mutluluklardan bahsetmek onların günlük yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası oldu.
Bu yazışmaların en özel yanlarından biri, ikisinin hayal gücüyle oluşturdukları “sihirli ağaç evi”ydi. Alaeddin Kaya ve Christiane, zihinlerinde bu hayali yere giderek birlikte kahve içtiklerini, kitap okuduklarını ve hayattan konuştuklarını düşlüyorlardı. Bu ağaç ev, onların hem zihinsel hem de duygusal olarak kaçış noktası, hapishanenin soğuk duvarlarının ötesinde buluştukları güvenli bir alandı.
Christiane, Alaeddin Kaya’nın yaşadığı zorlukları anlatırken, bu durumu sadece bir dost olarak değil, insan hakları savunucusu olarak da derin bir üzüntüyle karşıladığını belirtiyor. Türkiye’deki ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını ve gazetecilerin, düşüncelerinden dolayı hapiste tutulmasını kabul edilemez buluyor. Ona göre, bir insanın sadece görüşleri nedeniyle hapsedilmesi, insanlık onuruna yapılmış büyük bir haksızlık. Özellikle Kaya’nın yaşı ve ağır sağlık sorunları göz önüne alındığında, bu durumun daha da vahim olduğunu vurguluyor.
Üç yıl boyunca her hafta yazdığı mektuplar, Alaeddin Kaya için moral kaynağı olurken, Christiane için de insanlığın en temel değerlerinden biri olan dayanışmayı canlı tutmanın bir yolu oldu. Mektuplar yalnızca basit birer yazışma değil; dostluk, empati ve dayanışmanın sembolüydü.
Christiane, Kaya’ya yalnız olmadığını hissettirmek için mektuplarına küçük semboller eklemenin yollarını da arıyordu. Çocuklarla çalışırken kullandığı “sihirli kırmızı telefon” fikri, Kaya’nın dünyasında da anlamlı bir yer buldu. Bu kırmızı telefon, çaldığında birinin onu düşündüğü anlamına geliyordu. Mektuplarına kırmızı bir telefon resmi yapıştırarak veya kırmızı renkler içeren kartpostallar göndererek, Kaya’ya her seferinde “seni düşünen biri var” mesajını iletmek istiyordu. Christiane kendi kız kardeşinin ördüğü kırmızı çorapları gönderdiğinde, Alaeddin Kaya’nın hayatında ilk kez birinin onun için çorap ördüğünü söylemesi bu dostluğun her iki taraf için de ne kadar derin bir anlam taşıdığını bir kez daha gösteriyordu.
Christiane Sehl’in hikâyesi, insanlığın zor zamanlarda bile birbirine nasıl destek olabileceğinin güzel bir örneği. Bir mektubun bir insanın hayatında ne kadar büyük bir fark yaratabileceğini bizlere hatırlatıyor. Christiane bu durumu “masum ve cezaevinde olan birine bir kart ya da mektup yazmak hem onun hem de bizim hayatımızı değiştirebilir” diyerek ifade ediyor. Bu nedenle belki de, bu yazışmalarla sadece Alaeddin Kaya’nın değil, Christiane’nin de hayatında önemli bir değişim olduğunu söylemek mümkün. Çünkü, insan hakları mücadelesi her iki taraf için de yeni pencereler açarak insanın hayat çizgisine anlam kazandıran bir süreçtir.
Belki bir gün, Alaeddin Kaya özgürlüğüne kavuştuğunda, Christiane ve eşi Manfred ile Lüksemburg’un güzel sokaklarında birlikte yürüyerek bu zor günleri anacaklar. O zamana kadar, Christiane ve Kaya’nın mektupları, dostluklarının en güçlü bağı olmaya devam edecek.
1950 yılında Ankara’da doğan Alaeddin Kaya, 1950’de Ankara’da doğdu. Gençlik yıllarından itibaren gazetecilikle iştigal etti. 80’li yıllardan itibaren medya sektöründe yer alan Kaya, KHK ile kapatılan Zaman gazetesinin de eski imtiyaz sahiplerinden.
Alaeddin Kaya, Zaman gazetesinin sahipliğine devam ettiği yıllarda Ankara’da sahip olduğu Gaye Matbaasıyla matbaacılık işlerini de sürdürmüş ve haftalık Belde gazetesini çıkarmıştı.
Ayrıca Alaeddin Kaya 2006 yılında Star gazetesinin TMSF dönemi sonrasında bir süre imtiyaz sahipliğini yapmış ve uzun yıllar Basın İlan Kurulu Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunmuştur.
2 Eylül 2016’da Gülen cemaatine yönelik soruşturmalar kapsamında tutuklanan Kaya, o günden beri Sincan Cezaevi’nde tutuluyor. Birçok hastalığı ve ilerleyen yaşına rağmen cezaevinde tutulan Kaya’nın şirketlerine de el konulmuştu. İleri derecede şeker hastası olan Kaya’nın, aynı zamanda prostat hastalığı bulunuyor.
Kaya yargılandığı davada, “50 yıllık bir gazeteci ve 68 yaşında bir insan olarak kendimi aşağılanmış ve hor görülmüş olarak görüyorum” demişti. Sağlık durumunun cezaevinde kalmaya müsait olmadığını kaydeden Kaya, “Kaçmayı hiç düşünmedim. Ben aklanmak istiyorum. Burada bulunuş sebebim bu. Yoksa hakkımdaki söylentiler torunlarıma kadar gidecekti. Ben aklanmak için buradayım” ifadesini kullanmıştı.