Fotoğrafçı Cansu Yıldıran’ın ilk kişisel sergisi, Vargit Çiçekleri, Sarıyer Hara‘da açıldı. Serginin eş küratörlerinden Onur Hamilton Karaoğlu, sergiyi ve Yıldıran'ın fotoğraf serüvenini yazdı.
Türkiye fotoğrafının öne çıkan isimlerinden Cansu Yıldıran’ın ilk kişisel sergisi, Vargit Çiçekleri (I Blossoms Of Farewell), geçtiğimiz günlerde Sarıyer Hara‘da açıldı. Yıldıran, sergide, 2015’te başladığı Mülksüzler serisinin farklı dönemlerinde çektiği iki yüze yakın fotoğrafı sergiledi. Serginin küratörlüğünü Onur Hamilton Karaoğlu ve Serkan Kaptan’ın üstlendi.
Serginin eş küratörlerinden Onur Hamilton Karaoğlu, sergiye ilişkin yazısında Cansu Yıldıran’ın fotoğraf yolculuğunu anlattı.
…
İSYAN, DİRENİŞ, MÜZAKERE
Cansu Yıldıran’ın İlk Kişisel Sergisi
Fotoğrafı, yıllar süren mekana dair bir eyleme dönüştürmek, sanat yapmanın hangi ihtimallerini ortaya çıkarır? Bu ihtimaller, (sanatçının pratiği ile bir araya gelerek) ortak geleceğimize nasıl bir yol çizer? Fotoğrafın ısrarla talep ettiği alternatif bir tarih hayali içimizde büyürken, isyan ve direniş, bir müzakere diline dönüşür mü? Bu sorular, Cansu Yıldıran’ın Vargit Çiçekleri isimli sergisini gezerken yavaş yavaş karşımıza çıkıyor. Ve serginin bizden beklediği de, cevaplarımızın kolektif bir eyleme dönüşmesi. Tıpkı Yıldıran’ın bir fotoğraf sanatçısı olarak kariyerinde izlediği yolculuk gibi, bu eylemin nasıl yapılacağı zihnimizde giderek netleşecek, belirecek. Ve zamanı geldiğinde bu eylemin ne demek olduğunu anlayacağız! (Bundan hiç şüphem yok.)
Cansu Yıldıran, Hara’da ilk kişisel sergisi Vargit Çiçekleri’ni kurgularken, 2015’te başladığı Mülksüzler serisinin farklı dönemlerinde çektiği iki yüze yakın fotoğrafı kullanıyor. Fotoğrafların kaynağı Yıldıran’ın kendi aile geçmişi. Bu geçmiş, Karadeniz Bölgesi’ne, Trabzon’a, Çaykara Köyü’ne ve Kuşmer Yaylası’na dayanıyor. Yıldıran, bu yerlere, her yaz, annesi ile beraber gidiyor. Bu yüzden fotoğrafların baş karakteri de çoğunlukla annesi. Bu köy ve yaylada büyüyen Cansu’nun annesi, evlenince buralardan gitmiş. Tıpkı sonbaharın habercisi vargit çiçeklerinin yayladan gitme vakti geldiğini söylemesi gibi. Fakat, yayladan evlenerek giden kadın, yaylaya artık misafir olarak dönüyor. Çünkü, yaylada mülk ancak erkek çocuğa miras kalıyor. Yıldıran da annesi gibi misafir olarak yaylaya gidiyor, fotoğraflar çekiyor. Aradığı hakikatin fotoğrafın içine sirayet etmesini istiyor. Sorduğu sorulara aldığı cevaplar sayesinde, kadınlar, hayvanlar ve doğa giriyor fotoğrafların içine. Yan yatmış gibi gözüken bir evin önünde tek başına, karanlığın içinde yüzü olmadan parlayan, tuhaf bir ışığın içinde gece vakti yürüyen, bazen bir heykel duruşunda silüet gibi beliren, evde en tuhaf hallerde poz veren, rüzgarda savrulan saçları, kıyafetleriyle kadınlar, onlara ait özel bir dilin ifadesiyle bazen objektife, bazen birbirlerine bakıyorlar. Bunun bir dayanışma olduğunu anlamak zor olmuyor. Fotoğrafı çekilen kadınlar ile fotoğrafı çeken arasındaki dayanışmanın parçası olmadan bu fotoğrafları sevmek mümkün mü? Fotoğrafı sevdiğinizde bu dayanışmanın parçası oluyor musunuz?
Mülksüzler serisi için yıllar süren çaba ve fotoğrafların geçtiği dünya ile ilgili söz söyleme tutkusu Yıldıran’ın pratiği hakkında pek çok ipucu da veriyor. Yıldıran, fotoğrafı bir kimlik talebine dönüştürüyor. Bu talebi yerine getirmek ise, başka türlü bakmak ve anlamakla mümkün. Gündelik hayatın içinde görmek zorunda kaldığımız şey değil hakiki olan. Hakikat, fotoğrafın işaretlediği anda asılı kalan tanımadığımız, yabancı bir ışık, neden, veya varoluş. Bu yüzden, Yıldıran’ın gördüğü dünyaya baktığımızda, kendine yer edinmek için uğraşan özneler ile karşılaşıyoruz. Kimliğini, kökeni arayan azınlıklar; evini, ailesini bulmaya çalışan kuirler; hakları uğruna mücadele edenler, onlar için özenle düşünülmüş güvenli alanlarını kuruyorlar fotoğraf dilinde. Onlara bakan izleyici de bu davetkar yeni dünya çağrısı karşısında önce şaşırıyor. Ve şaşırmak insan doğasına geçici bir kabulü getirebilir. Fakat bu serginin peşinde olduğu amaç, geçici bir kabul değil! Bir fotoğraftan diğerine geçerken serginin geniş anlatısına katılmak, mekana yayılan onlarca fotoğrafla ısrarlı bir mücadelenin parçası olmak ve kendini bir hareketin içinde bulmak bu serginin peşinde olduğu hakiki kabul. Bunu yapmanın pek çok aracını ve yöntemini sanatçı bizzat deniyor, araştırıyor, bulmaya çalışıyor.
Yıldıran, Vargit Çiçekleri sergisini, bu sene ilki gerçekleşen Haravan Misafir Sanatçı Programı kapsamında üretti. Haziran ayından itibaren Hara’daki karavanda kalan ve kendine ait bir stüdyoda çalışan Yıldıran, 2023 yılında katıldığı Hara’daki Bir Yer Var grup sergisinde başladığı Oberonya adını verdiği araştırmayı bu sergi sürecinde genişletiyor, yeni amaçlarla kullanıyor. Oberonya fotoğraf yerleştirme işlerinde, hiçbir fotoğraf mekanın duvarlarına asılmamıştı. Hara’nın bahçesindeki bambu çubukları kullanan sanatçı, bu süreçte asistanlığını yapan Serkan Kaptan’la birlikte ürettiği heykel yapılarla, büyük ebatlarda parça parça basılan fotoğrafları bir hikaye kurgusu içinde düşünmeyi amaçlayarak, mekanı, fotoğrafa ait bir boyut olarak görmeye davet ediyordu. Böylece Yıldıran, fotoğraf yoluyla kurduğu anlatıyı çerçevenin dışına çıkarmayı deniyordu.
Vargit Çiçekleri sergisinde, bu amacı talep edenin, fotoğrafçının kendisi kadar, fotoğrafların özneleri olduğunu da söyleyebiliriz. Mülksüzler serisinin karakterleri; ister kadınlar, ister hayvanlar, ister doğa olsun; iktidarın, ataerkil düzenin ve çarpık sosyal yapının onlara atadığı gerçekliğe hapsolmayı kabul etmiyorlar. Önce Yıldıran, gözün gördüğünü, çerçeve içinde tanımladığı ışık, hareket ve ifadeyle dönüştürmeye başlıyor. Sonra serginin alt katındaki fotoğraflarda olduğu gibi özneler parçalara ayrılıyor ve fotoğraf parçalarının arasındaki boşluktan bizi kuşatan şimdiki zamanın ışığı sızıyor. Hangi çabanın daha önemli olduğuna karar vermek de izleyicinin görevi: parçalara ayrılmış fotoğrafı tamamlamaya çalışmak mı, yoksa onların arasından gözüken şu anda, fotoğrafın özneleri ile beraber yaşamanın yolunu bulmak mı? Tıpkı her maddenin parçalara ayrılamaz bir yapı taşının olması gibi fotoğrafın daha fazla bölünemeyecek en küçük birimi ne olabilir? Bu soruyu sormak bizi en baştaki cevaba geri götürüyor: dayanışma. Dayanışma buradaki fotoğrafların en temel yapı taşı. Ve bu dayanışmanın özünde de Yıldıran’ın bu fotoğrafların çekildiği dünyayı bütün halleriyle yakalama isteği var. Bu istek, fotoğrafları mekanda her türlü şekle ve temsile dönüşmek için özgürleştiriyor. Yıldıran’ın öznelerinin yaşadığı dünyaya bağlılığı, sevgisi ve inancı öyle güçlü ki, bu da onun, bu sergide daha büyük bir çabaya doğru ilerlemesini sağlıyor. Hara’nın ana salonunun ortasında, tavandan sarkan, ters duran bir ev var. Bu ev, bütün mülksüzlere ait. Bu evin yapı taşları fotoğraflar. İlişkiler, anılar ve psikolojik perspektifler bu fotoğraflar arasına özenle yerleşmiş. Bu evin duvarları, Hara’nın üst katında fotoğrafların kurduğu labirenti andıran bir odada. Duvarları oluşturan tahta bloklara benzeyen uzun fotoğraf parçaları, evin odasına Yıldıran’ın pratiğinden bir tanım buluyor. Oda, insanları buluşturan mahrem bir sığınak. Bu mahremiyeti paylaşan kişiler, açık açık konuşuyorlar. Yıldıran, fotoğrafladığı Karadeniz evlerinin içinde, sorularını soruyor, cevapları dinliyor, bilinen ama üzerine konuşulamayan meseleleri açıyor. Bu sohbetlerle, ışığın, odanın, insanların, bizimle konuştuğu daha önce görmediğimiz bir pencere açılıyor. Bu pencerenin özel bir bilgiyi sunma gücü var. Kavraması bir oyun gibi olan anlara ait görüntüler, fotoğraf görevini bozmaya çalışan parçalar, içinden geçilen foto-duvarlar Yıldıran’ın fotoğrafladığı o odaların sergideki izdüşümleri.
Hara’nın biraz ilerisi Karadeniz. Karadeniz’den esen rüzgarların dolaştığı koridorlarda fotoğraflar, sadece bugüne ait bir dünyayı konuşmuyor. Yıldıran’ın bu sergiye dahil ettiği Pontus serisinden fotoğraflar, izini sürdüğü başka bir tarihin işaretlerini de taşıyor. Karadeniz’de yerel halkın, özellikle kadınların belleğinde yaşayan Romeika Dili ile gelen kültürün varlığı, başka bir katman olarak sergiye dahil oluyor. Yıldıran’ın Mülksüzler serisinden farklı bir yöntem izleyerek ürettiği bu fotoğraflar, anlatıyı, kurmaca ile gerçeğin muğlaklaştığı bir düzleme taşıyor. Böylece geçmişten gelen ve bugünün dünyasında aidiyet kazanamamış başka mülksüzler için de bir alan açılıyor. Pontus fotoğraflarının kurgusunda, geçmişi ve şimdiyi birlikte görmeye davet ediliyoruz. Bunun kolay bir çaba olmadığını bilerek. Ama şunun da farkındayız: Pontus fotoğrafları geçmişe geçmiş olduğu için bakmamızı istemiyor. Bu fotoğraflar, bütün diğer fotoğraflarla bir araya geldiğinde, ortak bir geleceğin varlığına da inanmamızı istiyor. Tarih, bir yerlerde sürekli tekrar tekrar kurgulanacak. Bizi, beraber bir çabaya davet eden bir belge olarak fotoğraf fikri, Yıldıran’ın Vargit Çiçekleri sergisinin en güçlü yanlarından biri.
Yıldıran, Vargit Çiçekleri sergisi için Hara’daki atölyesinde uzun saatler geçirirken, bir fotoğraf yazıcısının başında işlerin tekrar tekrar basılmasını günlerce bekledi. Bu sırada, serginin şekillenmesi için yeni kararlar vererek, işlerin nasıl yerleşeceğini düşünüyor, maketler üzerine çalışıyordu. Fotoğrafların biriktirdiği bir zaman var. Fotoğrafın çekilmesinin üzerinden geçen zamana, bu sergi için fotoğrafların defalarca çeşitli şekillerde bir araya gelmesiyle oluşan zaman da katılıyor. Mekanın farklı yerlerinde yeni fiziksel formlar alan, dönüşen bütün fotoğraflar, benzer şekilde zaman algısını da bükmek, dönüştürmek istiyor. Bu yüzden fotoğrafı anlama çabası da zamanı dönüştürmek için bir fırsat olarak görülebilir. Çok zamanlı ve çok mekanlı olma hissi, yaşadığımız dünyayı başka türlü görmek için bize yeni bakış açıları sağlayabilir. Zamanı daha iyi kavramanın, kullanmanın, dönüştürmenin yeni yollarını böylelikle düşünebiliriz.
Cansu Yıldıran, yaklaşık on yıla yayılan Mülksüzler serisini bu sergi ile tamamlamayı planlıyor. Hala, ileride, bu serginin seçkisine girmemiş yüzlerce fotoğrafın kuracağı alternatif tarihler, anlatılar olacak. Fakat Mülksüzler serisinin sona ermesiyle, sanatçının, aile kökleriyle karşılaşmak, orada izini sürdüğü pek çok hikayeyi anlatmak için yaptığı yolculukların fiziki koşulu da ortadan kalkıyor. Çünkü yıllardır, onun için, her sene Karadeniz’e misafir olarak gitme yolu, fotoğraf çekmek olmuştu ve artık bu serinin sona ermesi de orayla ilişkisini değiştirecek. Bu yüzden Yıldıran, Karadeniz’e tekrar tekrar, istediği zaman yolculuk yapamayacak olma endişesini taşıyor. Şimdi bu yolculuklar boyunca bulmaya çalıştığı aidiyeti taşıma görevi fotoğraflara geçiyor. Artık fotoğrafların, Mülksüzler serisinde yer alan kadınlar, hayvanlar ve doğanın olduğu kadar, Cansu Yıldıran’ın kendi kişisel tarihini taşıma görevi de var. Yazının başında tarif edilen izleyenlere verilen kollektif görev dönecek olursak: Yıldıran’ın işlerinde, kapsamı zamanla giderek genişleyen, anlamı da büyüyen bir etki var. Bu etki, fotoğrafın sahip olduğu direniş potansiyelini, dayanışmaya dönüştürmesiyle mümkün oluyor. Ve artık bu görev bütün izleyicilerin. Dayanışmanın yolunu açacak görsel malzemenin kaynağının, bu sergi olduğunu düşünebilirsiniz!