Yabancı olmak sadece farklı bir yerde yaşamak değildir, yabancı olmak hikâyeni sil baştan yazmaktır. Nicole Kidman'lı Expats dizisi bunu fazlasıyla anlatıyor.
Yabancı olmak… Son yedi senedir sürekli sorguladığım bir durum. Yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni bir dil… Üzerinden atabilir misin yabancı olmayı, yoksa artık hep yabancı mısındır? Platformlarda ne izlesem diye dolaşırken önüme çıkan Expats belki de bu yüzden ilgimi çekti. Konu bildik. Karşımızda Nicole Kidman gibi tanıdık bir sima da var üstelik.
Üç kadının hikâyesi üzerine kurgulanan dizi bir kitaptan, Janice Y. K. Lee’nin The Expatriates adlı romanından uyarlanmış. Romanı okumadığım için hangisi iyi, iyi bir uyarlama mı tartışmalarına girmeyeceğim.
Beyaz yakalı Amerikalı bir kadın bütün kariyerini kocası için bırakıp Hong Kong’a gelen Margaret (Nicole Kidman), Hintli Amerikalı Hilary Starr (Sarayu Blue), Koreli Amerikalı Mercy Cho. Hilary hayatı boyunca kariyerinin peşinde koşmuş, çocuk planlarını ertelemiş ve artık bu planı hayata geçirmek istiyor. Marcy ise şanslı doğmayanlardan, kendi imkânlarını kendi yaratmaya çalışıyor. Üç farklı kadın üç farklı hikâye ve yollar Hong Kong’ta kesişiyor. Yabancı olmanın üç farklı hali… Bir yanda saygın bir yaşamdan dilini bilmediğin bir yere geliyorsun ve dil bilmediğin için çoğu zaman toplumdan dışlanıyorsun. Her ne kadar yaşadığın toplumda saygın bir konumun olsa da burada yabancısın en nihayetinde.
Hikâye mini bir dizinin ötesinde sezonlar boyunca sürecek kadar argümana sahip. O yüzden diziyi izlerken biraz yoruluyorsunuz. Hem travmalar hem kayıplar hem yabancı olma duygusu derken o duygudan başka bir duyguya koşturuyorsunuz. Ama kitabı okumasam da genelde kitaplardan uyarlanan yapımlarda bununla karşılaşıyoruz. Edebiyatın, yazmanın sağladığı özgürlük bunları beyaz perdeye aktarırken imkanlar doğrultusunda ister istemez kısıtlanıyor. Aşmamanız gereken bir süre var, bu süre içinde izleyiciyi hikâyeye çekebilmek için farklılıklar oluşturmak zorundasınız vs… Bu dizide de görüntü ve sanat yönetmenliği çok başarılı. Özellikle Hong Kong’un gökdelenler arasında sıkışmış, gri atmosferi iyi yansıtılmış
Olay 2014 yılında geçiyor. Bu tarih Hong Kong için önemli bir tarih. Dizinin 5. bölümü bu olaya ayrılıyor. Konuya kısa bir ara veriliyor ve Umberella Movement olarak adlandırılan demokrasi arayışı protestolarına yer veriliyor. Bu bölümde biraz daha toplumu yakından tanımanız hedeflenmiş. Dizide değinilen bir diğer konu da dikkatimi çekti. Filipinli yardımcıların buraya gelen yabancıların en iyi dostları oluyorlar. Fakat aralarında kurdukları iletişim ve dedikodu ağı inanılmaz işliyor. Yine az da olsa yardımcıların hak arayışına da yer verilmiş.
Spoiler vermeyi en aza indirmek istiyorum, ama Margaret’in oğlunun kaybolması, Hilary’nin çocuk özlemi sonucu eşiyle başlayan çatışmaları derken yabancı kadınların eşleri tarafından da yalnız bırakılması mücadelenin farklı bir boyutunu göz önüne seriyor. Yabancı bir şehirde iyice yalnızlaşıyor kadınlar.
Dizinin müzikleri en beğendim tarafı oldu. Ayrı bir playlist olarak gündeminize alabilirsiniz.
Hani hepinizin mutlaka bir yerlerde karşısına çıkan bir söz vardır: ‘Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar, ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.’
Hikâye muhteşem mi tartışılır, ama çok tanıdık. Yabancı olmak sadece farklı bir yerde yaşamak değildir, yabancı olmak hikâyeni sil baştan yazmaktır.