İspanyol filozof diyor ki: “Tüm büyük halklar her türlü hakkın çiğnenmesine katkıda bulundular, bugün artık kimsenin hakkı yok, hak diye bir şey kalmadı çünkü…" İşte belki de bundan 'düşünmek için yaşamıyoruz' epeydir. Önümüze konan tabakta 'hayatta kalmak için yaşamak' var. Buyrun sofraya...
“Yaşam, bir ortamın çaresiz tutsağı olmaktır.” diyor Ortega y Gasset. Ortamı, kaderi olarak görüyor zira. Ve kaçarak değil, bulunarak mücadeleye çağırıyor “herkes”i… Maval da okumuyor üstelik; Madrid’in geçirdiği üç döneme tanıklık ettikten sonra söylüyor bunları: Krallık, Cumhuriyet ve Dikta…
İlginç, tartışılmaya muhtaç, ama çok kapılı bir tezi var: “Düşünmek için yaşamayız, tersine; hayatta kalabilmek için düşünürüz.”
Zaman zaman Kant’ın ayak izlerini takip eden bu şahane insana kulak verip düşünüyorum sık sık; yani hayatta kalmaya çalışıyorum: İnsanlar niye “barış için söz istiyor”lar? Her cumartesi Kadıköy Surp Takavor Kilise Meydanı’nda “barışı susan”lar kim? Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin yayımladığı bildiride “vatan hainliği” hangi satırın altında, hangi sözcük öbeğinin terkisinde?
Bir yere götürmüyor bu düşünceler beni. Düşünmekten sıkılıyorum; demek ki hayattan da… Tat vermiyor hiçbir şey; ne kitap, ne sinema, ne müzik… Tutulmuşum bir kere Benjaminvari bir hayatta kalma hastalığına, iyileşemiyorum da…
Beyaz Çakıl Taşları…
Hazır kuponlara bayıldığım gibi, reçetelere de bayılıyorum. Belki de bundan, dönüp dönüp okuyorum Ortega y Gasset’yi. Diyor ki: “Eğer bir halkın bu korkunç çağı sağ salim atlatabilmesi isteniyorsa, alınacak önlemlerden biri, karınca kararınca, ama vazgeçilmez bir tanesi şu: O halkın içinde yeterli sayıda kişinin, tüm o fikirlerin, üstünde konuşulan, tartışılan, uğruna savaşılan ve insan boğazlanan tüm fikirlerin ipe sapa gelmez ve son derece havada kalan şeyler olduğunu anlamasını sağlamaktır.”
Ne hoş… “Yapabilirim ben bunu!” dememek için zor tutuyorum kendimi. Tek akıllı, tek mahir, tek şu, tek bu ben değilim gel gör ki… Bahriye Üçok geliyor aklıma: Köroğlu Caddesi’nde bulunan evine, Ekspres Kargo tarafından ulaştırılan ve gönderici olarak İlmî Araştırmalar Vakfı’nın göründüğü kitap paketi… Muammer Aksoy mesela: Evinin önünde yediği kurşun… Yahut Akit gazetesi tarafından üzerine çarpı atılarak manşete taşınan Ahmet Taner Kışlalı ve hazin sonu… Uğur Mumcu, Turan Dursun, Çetin Emeç; hatta Metin Göktepe, Ali İsmail Korkmaz, Nuh Köklü… And Dağları misali uzuyor liste, uzuyor hüzün, uzuyor isyan! Düşüyor bir anda omuzlarım…
Son umut kırıntılarını sarıp sarmalayıp veriyorum Hansel’e, beyaz çakıl taşlarının yerini almasını umarak…
Yok Ederek Çözmek…
Bir haber dikkatimi çekiyor: TÜBİTAK’ta sahte imzaları kontrol edecek daire başkanı, sahte diplomalı çıktı! Yahut: TÜBİTAK’ın reddettiği projelerden biri, Avrupa’nın oldukça prestijli yarışmalarından “Fizik’te Nobel’e İlk Adım” ödülünü aldı!
Üzüleceğim üzülmesine de Gasset uyarıyor: “Tüm büyük halklar her türlü hakkın çiğnenmesine katkıda bulundular, bugün artık kimsenin hakkı yok, hak diye bir şey kalmadı çünkü… (…) Buradan yeryüzünün güçlülerine çağrıda bulunuyorum, yaptıkları, hâlâ da yapmakta oldukları korkunç şeyin tam bilincine varsınlar diye: İnsan ortamlarında Hukuk’u yok ettiniz.”
Evet, öyle ettiler! Bu ülkenin muktedirleri, Rıza Türkmen’e göre Sri Lanka modelini istiyorlar zira; “yok ederek çözmeyi” yani.
Başarabilirler mi peki?
Uzak bir ihtimal olarak görünmüyor. Gördüğümüzü, duyduğumuzu, velhasıl tüm duyularımızla olup biteni idrak edemedikçe…
Günden güne “dil”den uzaklaşıyoruz sanki… Bir “bildirim” aracı değil epeydir… Kimse kimseyi, kendini dahi anlamıyor tuhaf bir biçimde… Yıllar, yüz yıllar içinde oluşturulmuş, itinayla korunmuş kültürel kodlar siliniyor bir çırpıda…
Kadının sokak ortasında kahkaha atması… Karnı burnunda dolaşması… Ayıp artık!
Kimlikli bir kültürel iklim için iki şifremiz var ama: Yerli ve milli… Lakin “yerli” ve “milli” şifrelerini bile bu “ortam”da çözmek zor. A kişisinin yerli’den anladığı ile B kişisinin yerli’den anladığı aynı değil, komşu bile değil; aralarında ya dağlar var ya da uçurum var.
Kendi Kendisinin Efendisi…
Ortega y Gasset “düşünce eğitimi”ni tavsiye ediyor böylesi durumlarda. Zihnin yolunu izlemeyi… Kavramları düğüm düğüm çözmeyi… Ve tüm süreçte sabırlı olmayı…
Ona göre düşünmek, “yaşama egemen olma yolunda yapabileceğimiz, yapmak zorunda olduğumuz tek deneme”… “İnsanoğlunun kendi kendisinin efendisi olması için tek yol…”
Görüyor ki, “günümüz insanı giderek o efendiliğini yitirmekte ve bizde sanki insanlık düzeyinin altına düşüyormuş gibi bir izlenim uyandırmakta.”
“İnsanlık düzeyinin altı”… Ne kadar hazin bir manzara! Ve sanki değil çok da uzağımızda…
Değil mi ki yakın dönemde 7 kez kültür varlıklarına ve sanat mekânlarına saldırıldı.
Değil mi ki 6 kez belgesel, sinema filmi ve tiyatro oyununa sansür ve yasak uygulandı.
Değil mi ki Fransız fotoğraf sanatçısı JR’ın “Şehrin Kırışıklıkları” projesi kapsamında Balat’taki yıkık bir binanın duvarında gerçekleştirdiği duvar resmi boyayla kapatıldı.
Değil mi ki Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nca yorumlanacak olan, Fazıl Say’ın “Nâzım Oratoryosu”, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün telefonla verdiği emir üzerine, gerekçe belirtilmeden programdan çıkarıldı.
Değil mi ki Nejla Demirci’nin yönettiği “Kanun Hükmü” adlı belgesel Çankaya Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Aynı belgesele Antalya’da yapılanları sıralamaya ise dilim varmıyor, içim kaldırmıyor.
Değil mi ki Anadolu Fest, Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Kazdağı Ekoloji Festivali ve daha nicesinde keyfi iptallerin ardı arkası kesilmiyor.
Gasset doğru söylüyor, düşünce eğitimi şart. Ama sanki bunu arzulamak, bunun için çırpınmak, bunu ısrarla talep etmek de gerek… İşte hazin olan bu! Bizi umutsuzluğa sürükleyen bu! Bu yöndeki talep o kadar az ki… Zaten talep edenlerin bir kısmı da artık bu topraklarda değil.
Ne demiştik: Hayatta kalmak için yaşıyoruz!
TÜRK-İŞ, 2024 Nisan ayı açlık sınırını 17.725 TL ve yoksulluk sınırı 57.736 TL olarak açıkladı. İğneyi kendime batırarak söylüyorum: Tam 4 farklı şirkete iş yapıyorum. Sahibi olduğum bir yayınevi var. Günde en fazla 5 saat uyuyabiliyorum. Yine de ayda 57 bin lira girmiyor evin kasasına.
Demem o ki… Artık hayatta kalmak da zor!
Sanmayınız ki ölmek ‘ucuz’… 2 kişilik boş betonlu aile mezar yeri ve defin hizmet bedeli bile 30 bin civarı bu ülkede.
Kaynak: İnsan ve “Herkes” / Jose Ortega Y Gasset / Çev.: Neyire Gül Işık, Metis Yayınları / 1995