Uğur Dündar — O şımarmasın da kim şımarsın!

Yaş ilerledikçe doyuma ulaşılmamışsa, bu ayrı bir dert... Doyumun getirisiyle zehirlenilmişse, bu ayrı bir dert... İnsanın kendini bilmesi gibisi yoktur. Sahiden öyledir...

Uğur Dündar

Bir dönemin ‘sakin güç’i Kemal Kılıçdaroğlu’nu bile zıvanadan çıkaran Uğur Dündar hakkında hakkaniyetli bir yorumda bulunmak zor. Hakkını teslim edememe kaygısı bir yana, mutlak doğruluk taşıyan bir yargıya ulaşmak hele, zordan da zor. Ama bir yerden başlamalı…

Nâzım Hikmet’in pek sevdiğim bir rubaisi vardır. Şöyle der:

İnsan
Ya hayrandır sana ya düşman
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
Ya da bir dakka bile çıkmazsın akıldan

Bu keskinlikte olmayabilir, ama onu bilen/tanıyan çoğu kişi için öyle – ya hayransın ya düşman!

Onun için her devrin adamı demek de mümkün tabii… Lakin bu tanımın içinde devre göre kendine “ayar vermek”, kimliğinden “ödün vermek” gibi dehşet odaları olduğundan sınır ihlali yapmadan yürümek imkânsız… Malûm; her devrin adamı olmak, aslında biraz da adam olmamaktır.

Şunu söylemekte yarar var: Gazetecilik denince akla ilk gelen, bu uğurda başarılı ‘iş’lere imza atmış, örnek ve hatta duayen biri… Ödülse kıstasımız; iki kez Sedat Simavi, birçok kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülleri almış. Ülkemizin seçkin üniversitelerinden aldığı 300’ü aşkın başarı ödülü de cabası… Sonra 1997 Berlin Televizyon Festivali’nin “onur konuğu” olmuş.

Organ Mafyası araştırmasıyla da The New York Festivals’de finale kalması, Washington’daki Uluslararası Araştırmacı Gazetecilik Konsorsiyumu tarafından ‘başarı’lı görülerek ödüllendirilmesi takdire şayan…

Bunlar ve saymaya üşendiğim diğerlerini yan yana, alt alta koyduğumda bir başarı oburuyla karşı karşıya olduğumuz ortada. Ve bu bile bize bir şey söylüyor olsa gerek…

Yaş ilerledikçe doyuma ulaşılmamışsa, bu ayrı bir dert… Doyumun getirisiyle zehirlenilmişse, bu ayrı bir dert…

Hele hele bazen fiziki imkânlarını dahi zorlayarak üstün bir performans gösterme çabası, önceki yapıp etmelerinin yarısı kadar alkışlanmıyorsa bambaşka bir dert…

 

Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konak Belediyesi işbirliği Kasım 2009da Prof.Dr. Türkan Saylan Alsancak Kültür ve Sanat Merkezi‘nde törenle açıldı.

Övgü Maratonlarının Daimi Şampiyonu

Efendim, çürük yumurtadan çürük hafızamı zorlayarak hakkındaki övgüleri sıralamak istiyorum müsaadenizle:

Bekir Coşkun – Uğur Dündar Robin Hood’un elinde kamera olanıdır.

Uğur Mumcu – Uğur Dündar, önce televizyoncu olarak Batı ölçülerinde kendi işini çok başarılı yapan bir programcıydı. Daha sonra çok başarılı bir gazeteci çizgisi gördüm. Özetle her iki dalda da başarılı oldu. Türk basınına bir katkı getirdi.

Yılmaz Özdil – Doğru adam…

Emin Çölaşan – Sen Türkiye’de hırsızların ve üçkâğıtçıların korkulu rüyası olmuş adamsın. Seni ve kameranı uzaktan gören namussuzlar, kaçacak delik arıyor. Ne mutlu sana.

Haluk Şahin – 40 yıldır Türkiye’nin tek gerçek televizyon starı. Üstelik gözü pek bir haberci.

Çok daha fazlası, çok daha cafcaflısı (!) söylenmiş. Evinin bir köşesi, ödüller, plaketler, sertifikalar, heykeller, şu’lar ve bu’larla Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ni aratmayacak zenginlikte hiç şüphesiz… O şımarmasın da kim şımarsın!

Sonra boysa boy, gözse göz – tanrı özene bezene yaratmış. Hangi kalbin kapısını çalsa, içeri davet edilmemesi için ev sahibinin kör olması gerekir. Duyduğu bir ‘harika’, bir ‘süper’ ile ayakları yerden kesilen ve ancak haftalar sonra yere inenlerin ülkesinde bu az şey midir?

Haddini Bilme Çabası

Mesela Yeşilçam’ın Hollywood’u aratmadığı yıllarda, milyonların açık-kapalı, yazlık-kışlık ayrımı gözetmeksizin sinemalara koştuğu bir dönemde, bir kez kapılmış sel suyuna şöhretin ve  Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1975 yapımı İşte Hayat’ta kendini oynamakla yetinmiş.

Sonrasında hep dizilere yüz vermiş: Olacak O Kadar’da sunucu olmuş, Yılan Hikayesi, Benim Annem Bir Melek, Dersimiz Atatürk, Diktatör Adolf Hitler’in Hayatının Esrarengiz Yönleri ve Üvey Baba’da ‘cameo’ olarak görülmüş, Dikkat Şahan Çıkabilir’de ise konuk oyunculuk etmiş…

Bunu şöyle de okumak mümkün: Haddimi bildim; gelen teklifleri mübalağa etmeden değerlendirdim, ama gazeteciliğime, televizyonculuğuma leke düşürmedim.

Sahiden de öyledir; ağırlığını bir bacağına vermiş, diğer bacağıyla da ulaşabildiği kadar farklı işlere dokunup dokunup kaçmıştır.

Araştırmacı Gazeteciliğin Öncüsü

Gazetecilik dedik diye sanmayın ki amiral gemilerinden birine yukarıdan inmiştir. 1970 yılında TRT tarafından açılan bir sınavı kazanmış, televizyon yapımcısı olarak çalışmaya başlamış, Resmî Gazete’nin yazarı olmuştur.

Yanlış okumadınız; ilk çalıştığı gazete Resmî Gazete

Ama önünde sürekli havuç bulunan bir tazı misali kariyer yarışında olunca insan, durduğu yerde duramaz. Bu ayıp, utanılası bir şey değildir. Ayrıca meziyetli olmayan kimseye de fırsatın kapıları öyle şıp diye açılmaz.

Uğur Dündar, TRT ve Resmi Gazete’de çalıştığı yılın henüz başında Birleşik Krallık’ta BBC’nin “Televizyonda Yapım-Yönetim” kursuna katılır. Türkiye’ye döndükten sonra TRT’de yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak değişik televizyon programlarına imza atar.

TRT’de 19 yılı aşkın süreyle çalışır. 1986 yılında Hürriyet yazarı olur. İşte bu süreçten sonra, onun sayesinde ‘araştırmacı televizyon gazeteciliği’ kavramıyla tanışırız.

Hürriyet ile yolu 2000’de ayrılır. Cem Uzan’ın kurduğu Star’da çalışmaya başlar. Gazete henüz Genç Parti’nin yayın organı olmadan da ayrılır (2001)…

Gittiği yer  “Türkiye’nin en iyi gazetesi”dir; yani Sabah… Çalıştığı süreç, denizin dalgalı olduğu bir süreçtir: 2001 yılının Ocak ayında Dinç Bilgin gazeteye dönmüş, 2002 yılının Ekim yılında ise Turgay Ciner tarafından kiralanmıştır. Zaten 2002 bitmeden ayrılıp Star’a döner.

Kısa sürer ikinci Star macerası.

Sonrasında ilk göz ağrısı televizyona ağırlık verir:  2001: Kiss TV, 2002: atv, 2002: Star TV (kısa bir süre), 2002-2003: Süper Kanal, 2002-2008: Kanal D, 2004-2008: CNN Türk, 2008-2011: Star TV ve 2011-2012: CNN Türk…

Ve yine gazetecilik. 2010-2011 arasında Hürriyet’tedir. Ama spor yazarı olarak…

2012’de ise hem spor hem de konuk yazar olarak Milliyet’te…

Aynı yıl Sözcü’ye geçer.

Son derece hızlı bir iş hayatı.

Polemiklerin Odağında…

Zaten daima göz önünde olmasına rağmen adına bıçkın tavır, acar muhabirlik yahut daha uygun bir tanım yakıştırarak söylersek işte onunla polemiklerin de hep odağına olmuş Uğur Dündar.

Mesela Cumhur İttifakı’nın İstanbul adayı Murat Kurum için şarkı yazarak hediye eden Orhan Gencebay’a ayar vermekten geri duramıyor. Seçim sonuçlarının açıklandığı akşam, Sözcü TV canlı yayınında yorumda bulunuyor: “Orhan Gencebay’ı TRT ekranlarına çıkartmıyorlardı. Yasaklıydı. Yasağın kaldırılması için büyük mücadele verdim. Bu uğurda tek kanallı TRT’den ayrılmayı bile göze alıp, ekrana çıkardım. Kula kulluk edene yazıklar olsun.”

Görünüşe göre Orhan Gencebay’ın Ekrem İmamoğlu’nun karşısındaki adayı desteklemesi canını sıkmıştır. Vaktiyle yaptığı jesti hatırlatıp Gencebay’ın şarkısı ile Gencebay’ı vurma (!) niyetinde…

Ancak bu laf sokma eylemi, Avrasya feribotu kahramanlığının yanında pek hafif kalır.

Avrasya Feribotu Kahramanı

Nedir Avrasya feribotu olayı?

Hemen söyleyeyim: Avrasya, 16 Ocak 1996 tarihinde Trabzon’dan Rusya’nın Soçi limanına hareket etmekteyken 9 Çeçen eylemci tarafından rehin alınan feribottur. Gemi rehin alındığı sırada içinde 177 yolcu ve 55 mürettebat bulunmaktadır. Rehin alınan feribot İstanbul’a doğru hareket ettirilmiştir.

Eylemcilerin amacı, Rus askerlerinin kuşatması altındaki 250 Çeçen savaşçıya, bilhassa da Salman Raduyev’e yardım etmektir.

Eylemcilerin 4’ü 19 Ocak’ta teslim olur, geride kalan 5 Çeçen ise güvenlik güçlerince gemide saklanırken yakalanır.

İşte bu olayda başrol Uğur Dündar’dadır. Bir helikopter ile iner feribota… Herkesten önce iner ve dünya gelişmeleri ondan takip eder.

Lakin durumun biraz farklı olduğu sonradan anlaşılır. O dönem Arena ekibinde Uğur Dündar’la çalışan Rota Haber Genel yayın yönetmeni Ünal Tanık olayı (!) şöyle özetliyor:

“O sırada Arena’nın gece istihbarat sorumlusu olarak çalışıyordum. Kanal D’nin Mecidiyeköy’deki merkezinin telefonu çaldı. Kaldırıp “Alo” dediğimde, telefonun öte tarafındaki kişi, kendini tanıttı.

Eylemciler adına aradığını söyledi ve kamuoyuna Arena ve Uğur Dündar aracılığıyla mesaj vermek istediklerini söyledi.

Uğur Dündar’ın bu mesaja aracılık etmesi için girişim başlatıldı. Ancak, Uğur Dündar, kendisinin eylemcilerden mesaj getiren bir gazeteci olmak istemediğini ve bu durumun ‘Avrasya Feribotuna inen gazeteci’ olarak verilmesi için hazırlık yapılmasını söyledi.

Sonradan Ulvi Yanardağ’dan öğrendim ki, bu inişle ilgili bir risk yaşanmaması için MİT devreye girmiş ve gemi korsanları da bir şey olmayacağına dair güvence vermişler.

Gemiye helikopterden önce Arena kameramanı Şenol iniyor. Helikopterin bütün hareketlerini çekmeye başlıyor. Sonra Hürriyet’in foto muhabiri atlıyor. O da Uğur Dündar’ın nasıl indiğini, nasıl büyük riskler ve ustalıkla (!) teröristlerin arasına korkusuzca atladığının görsellerini toplamanın hazırlığına koyuluyor.”

Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil… Eskişehir’deki “Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi”nde

“Muhallebi Çocuğu Sandılar”

Onu ‘pazarlığı yapılmış bir kahramanlık’la suçlayacak değilim. Lakin öne çıkmak ve görünmek, dahası gündem belirlemek ve gündemde kalmak için yaptıklarını, yapabileceklerini anlamada belki kolaylık sağlar diye aktarmayı uygun buldum.

Hafızası benden iyi olanlar yakın ve uzak geçmişten verdiğim iki örneğin yanına onlarcasını ekleyebilirler hiç kuşkusuz. Mesela şu ünlü Soğukoluk olayı, Borajet vesilesiyle Yılmaz Özdil kavgasını yahut nüfus cüzdanını göstererek kükrediği sahneler, hijyen ille de hijyen diye bastığı işletmeler eklenebilir bunlara… Çok da yormamak lazım hafızayı. Zira birden aklımıza Zonguldak gelebilir… İzmit’in milyarlık palto giyen adamı Sefa Sirmen gelebilir… Yolsuzluk savaşçısı olarak Devlet Bahçeli’ye yazdığı rivayet edilen mektup gelebilir… Tansu Çiller’in doktorundan çalındığı söylenen çıplak fotoğraflar gelebilir… Tarık Akan’ın anılarında anlattıkları gelebilir… Falan filan.

Ama şurası açık: Uğur Dündar, Fenerbahçe dahil, daima ilginin yoğunlaştığı yerlerde başrolde olmayı arzulayan, kurgu dünyada bir kez başrol oynasa da, hayattaki hiçbir başrolü kaçırmamaya özenen, sözü güçlü, fiziği güçlü, vitrin iştahı yüksek bir profil…

Fiziği güçlü kısmını sırf kafiye olsun diye söylemedim. ABD’de Halil Bezmen’in evine gittiği ve Remzi Çelik’le kavga ettiği olayı hatırlayın lütfen. O kavga anını şöyle anmakta pek de haksız değildir: “Muhallebi çocuğu sandılar. Karagümrüklüyüm, her raconu bilirim.”

Ne denebilir ki… İnsanın kendini bilmesi gibisi yoktur. Sahiden öyledir: Her raconu bilir! Bu racon bazen ‘cuk’ diye yerine oturur, bazen de fena halde sırıtır. Şimdilerde çokça sırıtıyorsa ne yapılabilir ki… E, insan yaşlandıkça, bazı melekelerini yitiriyor tabii… Bunun için de onu suçlamamak gerekir.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com