Western’in kalbine yolculuk: Monument Valley ve Bryce Canyon arasında bir ‘şaman’

Fotoğraf sanatçısı Mehmet Demirci, çocukluğunda TRT ekranlarında heyecanla izlediği western filmlerinin peşinden Arizona'ya, Monument Valley'le bir motor yolculuğuna çıktı. Gördüğü ve hissettiği büyülü dünyayı hem fotoğrafladı hem de Velev okurları bu eşsiz deneyimi kaleme aldı. Western'in kalbine yolculuğa çıkıyoruz...

Küçük bir çocuktum… Pazar sabahları evde herkes uyurken erkenden kalkar, TRT’de Hikmet Şimşek’in yönettiği Pazar Konseri bittikten sonra başlayan kovboy filmlerini büyük bir heyecanla beklerdim. Monument Valley’i yıllar sonra ilk gördüğüm anda, o siyah-beyaz ekranın karşısında büyülenmiş halde oturduğum Pazar sabahları birden zihnimde canlandı.

Yaş ilerledikçe bu muhteşem coğrafyayı sadece eski westernlerde değil, Geleceğe Dönüş ve Forrest Gump gibi filmlerin unutulmaz sahnelerinde de yeniden gördüm. Vahşi Batı’ya daha önce gitmiştim ama itiraf edeyim, Monument Valley’le yüz yüze gelmek bambaşka bir heyecandı.

Her ne kadar ABD Ulusal Park Sistemi’nin bir parçası gibi görünse de aslında burası tamamen Navajo Ulusu’nun toprakları. Bölgenin yönetimi ve bu olağanüstü doğal mirasın korunması da yine onlara ait. Kanyonlar, tepeler, rüzgârın şekillendirdiği dev kayalar… Hepsinin bir anlamı, bir hikâyesi var.

Bu arada ilginç bir bilgi: ABD’deki ulusal parkların toplam yüzölçümü, Türkiye’nin yüzölçümünün yaklaşık bir buçuk katı. İnsanın başını döndüren bir genişlik…

Son günlerde ise ulusal parklar hem ABD’de hem de dünya basınında sık sık gündeme geliyor. Trump yönetimi, parklara giriş ücretlerinde değişikliğe gitti. Artık Amerikalı olmayan bir ziyaretçinin ulusal parklara girebilmesi için 100 dolar ödemesi gerekiyor. Amerikalılar için bu rakam araç başına 35 dolar. Eğer yıllık kartınız varsa, sadece 80 dolar vererek bütün yıl boyunca giriş yapabiliyorsunuz.

VEGAS’A BİRKAÇ SAAT MESAFEDE, BAMBAŞKA BİR DÜNYA…

Monument Valley yolculuğumun nihai hedefi olabilir ama bu beş günlük maceranın başlangıç noktası Las Vegas. Uçağın tekeri piste değer değmez terminaldeki kumar makineleri “Hoş geldin” der gibi ışıldamaya başlıyor.

Ama benim aklım Vegas’ın neonlarında değil…

Havalimanından çıkar çıkmaz rotamı Valley of Fire’a (Ateş Vadisi) çeviriyorum.

Ateş Vadisi, bana göre Vegas’taki tüm kumarhanelerden çok daha fazla ilgi görmesi gereken bir yer. Kızıl kayaların arasından yükselen sessizlik, rüzgârın şekillendirdiği dev taşlar ve binlerce yıllık izler… Birkaç saatlik mesafede, tamamen başka bir dünya var sanki.

Vegas’ın gürültüsünden çıkıp bu kızıl vadinin içine girdiğinde, insan kendini bir anda hem geçmişe hem de başka bir gezegene ışınlanmış gibi hissediyor.

Kızıl kayaların arasında yürürken insan kendini geçmişe dönmüş gibi olur. Ateş Vadisi’nin üzerindeki kabartma taş çizimleri, bölgede yaşamış Ancestral Puebloan topluluklarının bize bıraktığı, 3000 yıllık sessiz notlar aslında…

KIZIL KAYALARIN ANLATTIĞI…

Kayaların üzerinde; kimi zaman bir av sahnesi, kimi zaman hayvan figürleri, kimi zaman da güneş ve ayı anlatan semboller karşınıza çıkıyor. Çizimler hakkında bilim adamlarının farklı fikirleri var; av ritüelleri, bir kısmının dini semboller ya da günlük yaşam hikâyeleri olabileceği düşünülüyor.

Belki de o günün insanları sadece yolunu kaybetmesin diye bir işaret bırakmıştı…

Bugün baktığımızda ise bu oyuk çizgiler, kızıl kumtaşına kazınmış en eski insan izleri olarak karşımızda duruyor; hem zamana meydan okuyan birer hatıra, hem de çölün sessizliğini bozan küçük bir fısıltı gibi.

BİR MASAL DİYARI: BRYCE CANYON

Yolculuğumun ikinci büyük durağı Bryce Canyon. Güneşin doğuşunu izlemek için belki de dünyanın en etkileyici noktalarından biri… Yaklaşık 2000 metre yükseklikte, rüzgârın ve zamanın birlikte şekillendirdiği kızıl kaya kuleleriyle adeta bir masal diyarı. İnsan ister istemez bizim Kapadokya’yı hatırlıyor; aynı büyülü atmosfer, aynı tuhaf ama tanıdık bir güzellik.

Güneş ufuktan yükselirken vadinin içine düşen turuncu ışık, manzarayı anında değiştiriyor. Bu doğa harikasının içine doğru yürümek ise bambaşka bir deneyim… Ayak sesleriniz dışında hiçbir şey duymuyorsunuz, sessizlik neredeyse somut bir şekilde çevrenizi sarıyor.

Bryce Canyon’un en güzel sürprizlerinden biri de gecelerinde saklı: Vadinin etrafında neredeyse hiçbir yerleşim yeri olmadığı için yıldızları seyretmek burada adeta bir ritüel gibi. Gökyüzü, şehir ışıklarından arınmış hâliyle başınızı kaldırdığınız anda milyonlarca yıldızla açılıyor önünüzde.

Her mevsimi başka güzel olan Bryce Canyon, ABD’de doğanın mucizelerini görmek isteyen herkes için mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.

MONUMENT VALLEY’DE 2 SAAT…

Monument Valley’e yolculuğumun dördüncü gününde ulaştım. Yola çıkıp da rotayı batıya çevirdiğiniz anda, haritada küçük görünen birçok noktanın aslında ne kadar büyük bir hikâye taşıdığını fark ediyorsunuz. Yol boyunca irili ufaklı yerlerde durup uzun yürüyüşler yaptım, her adımda coğrafyanın değiştiğini, gökyüzünün bile farklı parladığını hissettim.

Ama beni en çok şaşırtan şey manzaranın kendisi değil, bölgedeki fakirlik oldu. ABD’nin doğusundan gelen biri olarak böyle bir tabloya pek alışkın değilim. Yüzlerce, hatta binlerce turistin her yıl akın ettiği bu topraklarda, hâlâ gözle görülür bir yoksulluk var. Uçsuz bucaksız çölün ortasında bakımsız, küçücük kasabalar… Fast food restoranların önünde, sizden yiyecek bir şeyler almanızı bekleyen insanlar…

Vadinin girişine geldiğimde, gişelerin kapalı olduğunu görünce önce şaşırdım. Meğer o gün vadi içinde maraton varmış; araç girişine tamamen kapalıymış. Hayalini kurduğum manzaranın kapısında böyle bir engelle karşılaşmak, itiraf etmeliyim ki epey moral bozucuydu.

Tam “Herhalde bugün Monument Valley hayal oldu…” diye düşünürken, tur şirketlerinin araçlarının içeri girebildiğini öğrendim. Bu da yeni bir kapı açtı elbette. Hemen oradaki görevliyle, biraz da bizim meşhur sokak muhabbetlerimizden biri eşliğinde sohbete başladık:

“Biliyor musunuz,” dedim, “Türkiye’de birçok insan Kızılderililerin aslında Türk olduğuna inanır. Türkler de eskiden Şaman’dı…”

Bu ilginç giriş, beklediğimden daha iyi sonuç verdi. Kısa bir gülüşme, ardından sıcak bir sohbet… Ve sonunda kendimi vadi içinde iki saatlik özel bir turda buldum. Üstelik sadece klasik turdaki duraklarla kalmadık; normalde turistlerin götürülmediği, daha tenha, daha özel noktalara da uğradık. Maraton yüzünden kapanan kapılar, benim için bambaşka bir fırsata dönüşmüştü.

Monument Valley turumu, manzaraya karşı yudumladığım -5 dolar verip aldığım, küçük boy ve açıkçası berbat- bir kahveyle noktaladım. Ama itiraf edeyim, o kötü kahvenin bile böyle bir manzaranın önünde ayrı bir tadı vardı. İnsan, fincanın içindekine değil, karşısındaki sonsuzluğa bakınca her şeyi affedebiliyor.

Ve “Bir gün buraya bir de kar altında gelmek lazım…” diyerek motoru yeniden çalıştırdım. Monument Valley’in kızıllığını arkamda bırakıp Vegas yollarına doğru tekrar sürmeye başladım…

.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER