Fatih Altaylı’ya verilen 4 yıl 2 ay hapis cezası ve tahliye edilmeme kararı, Türkiye’de artık yeni bir döneme geçtiğimizi gösteriyor. Bu dönem öyle bir dönem ki, sadece “konuşanı” değil, “susanı” bile affetmeyen bir siyasal akıl var karşımızda.
Çünkü Altaylı, bir süredir kendince “tedbirler” almıştı. Program yapmıyor, yayına çıkmıyor, sözünü kesiyor, tonunu düşürüyor, hatta hatta yer yer iktidara yönelik daha olumlu bir dil kuruyordu.
Ancak bugün öğrendik ki teslim bayrağı çekmek bile bu rejimin gözünde durumu kurtarmaya yetmiyor. Ne susmak, ne sözünü kısmak ne de biat yetmiyor artık rejime. Rejim daha fazlasını, bağımlılık istiyor. Erdoğan’ın hiç saklama gereği bile duymadan söylediği gibi “gereğinin yapılmasını” istiyor. Kim olursa olsun, üzerine düşeni yapmadığı sürece hiçbir şey durumu kurtarmaya yetmiyor.
Altaylı’nın bugünkü duruşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik daha “yumuşak” bir tutum sergilemesi bile kaderini değiştirmedi. Çünkü artık Türkiye’de “yumuşaklık”, “özür”, “ölçü”, “temkin” gibi kavramların hiçbir karşılığı yok.
Muhaliflerin anlaması gereken şu: Rejim sizden “eleştirmemenizi” değil, “mümkünse övmenizi”, değilse hiç var olmamanızı istiyor.
Bu cezanın kimseyi şaşırtmaması lazım. Çünkü yıllardır kurulan yapı artık tamamen ete kemiğe büründü: Hukuk değil, korku; adalet değil, sadakat; ifade değil, itaati ödüllendiriyor.
Yıllardır tekrar ettiğim cümleyi yine yazayım: Bu rejim yere düşene acımıyor, daha da hırsla vurmak için fırsat bulduğuna seviniyor. Yere düşenin üzerinde tepinmek Erdoğan rejiminin alametifarikası.
Kör muhaliflerimiz Gülen cemaatinin başına gelenleri mi de “görmedi” yahu? Çoluk çocuk genç yaşlı hasta demeden, başörtülü, kadın, erkek ayrım yapmadan mikser gibi üzerinden geçerken aldığı keyfi hepinizle paylaşmadı mı gün aşırı? O eziyetin orada kalacağını sanıp desteklediğiniz, aynılarını sizin üzerinizde de uygulayacağından hiç mi şüphe etmediniz? Gözünüzün önünde yüz binlerce insan sosyal ölü gibi lime lime edilirken ses etmediniz, bari kendiniz için korkup ders alsaydınız…
Bu davanın hiçbir tarafı hukuksal değil. Bu, bir mesaj davası. Mesaj çok açık: Kim olursan ol, bir gün sıra sana da gelir.
Yıllarca televizyonlarda konuşmuş olman, gazeteci olman, milyonlara hitap etmen… Hattâ -ki bu daha trajik- “son dönemde iktidarla arayı bozmamaya çalışman” bile kurtarmaz seni.
Hukuk işlese, bu davanın sonucu bu olmazdı. Hatta dava bile açılmazdı. Davayı açanlar da cezayı verenler de Altaylı’nın Cumhurbaşkanı’nı tehdit etmediğinden bal gibi eminler. Ama mesele cümlenin kendisi değil; cümleyi kuran ağız. İktidarı rahatsız eden bir yüzünüz varsa, gerisi detay.
Bu yüzden bugün verilen karar, kişisel bir yargı değil; kolektif bir gözdağı. Kimse “Ben konuşmuyorum, bana bir şey olmaz” demesin. Altaylı örneği, bu “hayali” çöp ediyor.
Bugün Altaylı demir parmaklıkların ardında tutuluyorsa, yarın kimlerin orada olacağına dair kimsenin bir garantisi yok.
Çünkü rejim artık “tehlikeli sözlere” değil, “tehlikeli olma ihtimali” üzerinden ceza kesiyor.
Ve en acı olan da şu: Susmak bile artık korumuyor…
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
