Hep böyle oluyor; AKP-MHP ittifakında işler tıkanınca, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli sahneye çıkıyor ve taleplerini kamuoyuna ilan ediyor. Genellikle şaşırtan ve sert önerilerle gündemi belirliyor. Ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la acil bir zirve planlanıyor ve bakanlar, bürokratlar, Meclis’e yasa getirecek AKP’li ilgililer talimat beklemeye başlıyor. Ancak bu sefer masadaki konular öylesine kritik ki, her gecikme barış sürecinin sancılarını büyütüyor.
Gündemdeki başlıklar net: Selahattin Demirtaş’ın AİHM kararına rağmen cezaevinde tutulması, İmralı’ya parlamenterlerden oluşan bir heyet gönderilmesi, DEM Parti’lilerin dile getirdiği yasal düzenlemeler ve cezaevindeki mahkumlara yönelik adımlar… Ancak Bahçeli-Erdoğan zirvesinden sonraki günler boyunca da bu konulardan tek bir işaret bile gelmedi. Erdoğan’ın “Sayın Bahçeli ile görüştükten sonra önümüzdeki hafta bakacağız” sözleri dışında hiçbir yol haritası görünmüyor.
AKP içinden gelen yorumlar, sürecin yavaş ilerlemesinin nedenini hem MİT ve Dışişleri’nin ihtiyatlı yaklaşımına hem de Bahçeli’nin “ön alıcı” tutumuna bağlıyor. Nefes’ten Nuray Babacan aktardı; DEM’lilerin talepleri, infaz, tahliye, kısmi ya da kapsamlı af konuları hâlâ bürokrasi koridorlarında bekliyor. Öte yandan taban endişesi, uzun yıllar boyunca yaratılan algının bir anda tersine çevrilmesini engelliyor. “40 yıl boyunca şeytanlaştırılan bir figürü kısa sürede yeniden normalleştiremezsiniz” deniyor.
Parti içinde ise farklı görüşler yükseliyor: Öcalan’ı devletin elindeki en önemli stratejik araç olarak görenler, zaman kaybetmeden adım atılması gerektiğini savunuyor. Hazır muhataplık varken geri durmanın riskli olduğunu, aksi hâlde uluslararası aktörlerin yeni yapılar üzerinden süreci manipüle edebileceğini söylüyorlar. Ama bu görüşler, iktidar partisi içinde geniş kabul görmüyor; sorumluluk almak istemeyenler öne çıkıyor, iletişim kopukluğu süreci kilitliyor.
Barış süreci, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin gölgesinde adeta sürünüyor. Bu noktada kimin süreci ilerletmek istediği, kimin direndiği artık önemsiz hale geliyor. Erdoğan’ın ayak dirediği tezi güçlü olsa da sonuçta ortada “yürümeyen” bir süreç var ve yürümedikçe sancılar artıyor. Gecikmeler, sadece siyasi risk ve iç dengelerden değil, aynı zamanda toplumun umut kırıntılarını da tüketiyor. Her gün adım atılmaması, çözüm sürecini daha sancılı ve kırılgan hâle getiriyor. Bu sessizlik, hem siyasette hem de toplumsal vicdanda derin bir gerilim yaratıyor, iktidar içinse her gün eriyen bir fırsat.
Sürecin diğer ayağındaki PKK kanadından adım üstüne adım geliyor. Kendini fesih, silah yakma, Türkiye’deki tüç güçlerini çekme derken bugün Zap’taki kamplarını da boşalttığını duyurdu örgüt. Ancak devlet kanadından toplumdaki güven ortamını onaracak tek bir adım gelmiyor. En basitinden AİHM kararına rağmen cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş serbest bırakılmıyor, hasta mahkumlar cezaevlerinde çürümeye devam ediyor, MHP’nin bir dönem çok hevesli olup şimdilerde kulağının üstüne yattığı “infaz yasası” gündeme bile gelmiyor.
Devlet Bahçeli ve MHP’ye yakın bir akademisyen olan Mümtaz’er Türköne de, bir program için gittiği Batman’daki izlenimlerini aktardığı yazısında 1 yıldır devam eden süreçte iktidar kanadının “hiçbir somut adım atmadığını” söylüyor. Meclis Komisyonu’nun, resmî ifadeyle süreci toplumsallaştırmak, yani bir güven ortamı oluşturmak için oluşturulduğunu kaydeden Türköne, “Pozitif bir mesaj veremedi ama negatif duyguları ve düşünceleri izale etti. Çözümün mümkün olduğunu gösterdi” diyor.
Hemen ardından ekliyor: “Bunun dışında somut hiçbir adım atılmadı. İktidar ve irade sahipleri toplumdaki bu esaslı güven arayışına ve beklentisine küçük bir parantez açıp katkıda bulunmadı. Retoriğin üzerine çıkan bir teşebbüs bile gündeme oturmadı.
Aranan güven ortamının hızla oluşturulması lâzım. Devlet istikametini tayin etmiş, niyeti halis olanlar hemen Sürece katılmış, iktidarı olmayan ama iradesi sağlam olanlar üzerine düşeni yapmış. Aradan koskoca bir yıl geçmiş.”
Türköne’nin son bir yıldır MHP, Devlet Bahçeli ve “devlet” tarafının tezlerini kamuoyuna yansıttığına dikkat edersek, kayyım meselesi, Eve Dönüş Yasası, AİHM ve AYM kararlarının uygulanması gibi konuların “artık geciktirilemeyecek bir şart haline geldiğini” anlamak gerekir.
Barış süreci korkularla, ezberlerle, bitmek tükenmek bilmeyen “hain-terörist” söylemleriyle, topluma nefes aldıracak yasal adımları atmaktan çekinerek bir yere varamaz. Öyle bir hal aldı ki bu noktadan dönüş de zor artık. Bahçeli bastırıyor, ilerlemezse “dönüşü” nasıl olur kim bilir? PKK sürekli adım atıyor, gözünü devlete dikmiş, adım atılmazsa PKK içinde “muhalif” gruplar çıkmaz mı, süreci sabote etmez mi? Dahası hemen sınırın diğer tarafında tüm heybetiyle duran İsrail varken 40-50 yıllık bir yarayı kapatmadaki gecikme aptallık olmaz mı?
“Devlet”in bir stratejisi varsa, onu korkulara, günlük siyasi kazanç ve heveslere kurban etmemeli…
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
