Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş kararı kesinleşti. Bu karar, Türkiye açısından artık “uluslararası bir tavsiye” değil; Anayasa’nın bizzat emri. Yani öyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki dudağının arasından çıkacak “çıksın” sözünü değil, doğrudan devletin varlığının temelini oluşturan Anayasa gereğidir.
Ama hâlâ bazı siyasetçiler —örneğin Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve HÜDA-PAR lideri Zekeriya Yapıcıoğlu— “Demirtaş bırakılmamalı” diyebiliyor.
Bu çıkışlar, aslında siyaset üstü bir meseleyi siyasetin gündemine taşımaya çalışmak anlamına geliyor. Oysa mesele bir kişinin değil, bir devlet ilkesinin meselesi: Hukukun üstünlüğü.
En basit hukuk kurallarından dahi bihaber yaşayıp, üstüne bir de ahmak kesmek, suçsuzluğu kesinleşmiş birine ısrarla “terörist” demeye devam etmek bugünkü Erdoğan rejiminde “olağan” görülebilir ancak hukukun yeniden tesis edildiği bir gelecekte, kesinlikle yeri olmayan, hatta ceza alması dahi kaçınılmaz.
Anayasa’nın 90. maddesi çok açık: Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri —yani AİHS— kanunlardan üstündür.
AİHS’in 46. maddesi ise net: “Taraf devletler, Mahkeme’nin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt eder.” Yani Türkiye, bu karara uymayı zaten taahhüt etmiş durumda. Bu taahhüt yalnızca Strasbourg’daki bir mahkemeye değil, Anayasa’nın kendisine verilmiş bir sözdür.
Bugün “Demirtaş bırakılmasın” demek aslında şunu demektir: “Anayasaya uymamak mümkündür…”
İstanbul Barosu Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu’nun ifadesiyle, “AİHM kararına uymamak, doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırıdır.”
Yani mesele dış politika değil, iç hukuk meselesidir. AİHM kararlarını uygulamamak, Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesini fiilen ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Kemal Gözler, artık AKP saflarında olan Serap Yazıcı ve Rona Aybay gibi birçok anayasa hukukçusu da aynı görüşte birleşiyor. AİHM kararlarını uygulamamak, Anayasa’yı yok saymaktır.
Demirtaş’ı sevmek ya da sevmemek önemli değil. Mesele, bir hukuk devletinde mahkeme kararlarına uyulup uyulmayacağıdır.
Ümit Özdağ’ın “Demirtaş bırakılmamalı” sözü, siyaseten bir görüş gibi görünse de, hukuken başka bir anlam taşır: “Türkiye, kendi Anayasasına uymamalı.”
Bir devlet, kendi Anayasasına rağmen hareket etmeye başlarsa, o noktadan sonra adı artık hukuk devleti değildir; keyfilik devleti olur.
Bu karar yalnızca Demirtaş’ı değil, Türkiye’de yargının siyasetten bağımsız olup olmadığını da ilgilendiriyor.
Mesele, bir kişinin özgürlüğünden çok daha fazlası: Yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve Anayasa’ya sadakat.
Sabah akşam “kutsal devlet” imajı etrafında görüş belirtip ortalığı kasıp kavuranlar sıra devletin temeline dinamit koymak anlamına gelen “Anayasayı ihlal”e gelince neden bu kadar pervasız oluyorlar?
Demirtaş serbest bırakılacak çünkü:
AİHM kararı kesinleşti.
Anayasa’nın 90. maddesi gereği bu karar iç hukukta üstündür.
Türkiye, AİHS’in 46. maddesi gereği bu karara uymak zorundadır. Demirtaş’ın serbest bırakılması bir lütuf değil, Anayasa’nın emridir. Ve o emir, tartışmaya kapalıdır.
Kısacası, “bırakılmalı mı, bırakılmamalı mı” tartışması artık anayasa dışı bir tartışmadır. Ümit Özdağ, Cem Küçük ya da Zekeriya Yapıcıoğlu fark etmez, “bırakılmamalı” diyen herkes anayasayı ortadan kaldırma suçuna açık ne biçimde teşebbüs etmiş bulunuyor.
Peki, bu suçu işleyenlere “darbeci” dediğimize göre, teşebbüs edenlere ne diyeceğiz? “Darbe girişimi” buraya en uygun sıfat olur…
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
