Bir imparatorluğun küllerinden doğan yeni dünyanın yönetim modeli: “manda” kavramı, sömürgeciliğin modernleşmiş biçimi olarak 20. yüzyılın başında sahneye çıktı.
Mandater sistem, I. Dünya Savaşı’nın ardından yıkılan imparatorlukların (özellikle Osmanlı ve Almanya’nın) topraklarının doğrudan sömürge hâline getirilmeden, Milletler Cemiyeti (League of Nations) adına “gelişmiş devletler” tarafından yönetilmesini öngören idari bir düzendir. 1919’daki Versailles Antlaşması sonrasında ortaya çıkmış, 1920 tarihli San Remo Konferansı ve Milletler Cemiyeti Misakı’nın 22. Maddesi ile hukuki zemin kazanmıştır.
Bu sisteme göre söz konusu bölgeler, kendi kendini yönetebilecek düzeye ulaşana kadar “manda altına alınır” ve bu bölgelerin “refahı ve gelişimi” mandater devletin sorumluluğunda kabul edilirdi. Böylece sömürgecilik, “uygarlık götürme” söylemiyle yeniden meşrulaştırıldı.
Mandater bölgeler üç sınıfa ayrılmıştı:
A Tipi Mandalar: Eski Osmanlı topraklarını kapsıyordu. Irak, Filistin, Ürdün (Transürdün) ve Suriye bu sınıfa dâhildir. Bu bölgelerin halklarının “kendilerini yönetmeye hazır” olduğu kabul edilse de, mandater devletler (İngiltere ve Fransa) bu ülkeleri fiilen sömürge gibi yönetti.
B Tipi Mandalar: Afrika’da, eski Alman sömürgelerinde (örneğin Togo, Kamerun, Ruanda-Urundi) uygulandı. Yönetim daha sıkıydı, ekonomik ve idari denetim ön plandaydı.
C Tipi Mandalar: Güneybatı Afrika ve Pasifik adaları gibi, nüfusu az ve uzak bölgelerde uygulanıyordu. Bu topraklar fiilen mandater devletin toprağı sayılıyordu.
Mandater sistemin ardındaki düşünce, Woodrow Wilson’un “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesine dayandırılsa da, gerçekte sömürgecilik pratiklerinin farklı bir biçimiydi. İngiltere’nin Filistin’de Yahudi yerleşimini destekleyen Balfour Deklarasyonu (1917) ve Fransa’nın Suriye üzerindeki iddiaları, sistemin “uygarlık misyonu” söylemini hızla gölgede bıraktı.
Bu durum, özellikle Arap milliyetçiliği, Türk Kurtuluş Savaşı ve Ortadoğu’nun bugünkü sınırlarının şekillenmesi açısından belirleyici oldu. Mandater yönetim, bağımsızlık hareketlerinin doğmasına ve II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler Vesayet Sistemi’ne (Trusteeship System) evrilmesine yol açtı.
► Mandater sistem ile sömürgecilik arasında fark var mıydı?
Görünürde vardı; mandater sistem, “ulusların gelişimi için geçici rehberlik” olarak sunuluyordu. Fakat pratikte ekonomik sömürü ve siyasi denetim, klasik sömürgecilikle neredeyse aynıydı.
► Hangi devletler mandater güç olarak öne çıktı?
Başlıca mandater devletler İngiltere, Fransa, Belçika, Güney Afrika Birliği, Japonya ve Avustralya idi.
► Mandater sistem ne zaman sona erdi?
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler’in kurulmasıyla yerini Vesayet Sistemi’ne bıraktı. Ancak birçok manda bölgesi (Filistin, Suriye, Irak) 20. yüzyıl boyunca bu sistemin izlerini taşımaya devam etti.
► Türkiye mandater sistemle nasıl ilişkilendirildi?
1919 Paris Barış Konferansı’nda, bazı Batılı çevreler Anadolu’nun da “Amerikan mandasına bırakılmasını” önermişti. Ancak Mustafa Kemal Paşa, bu fikre kesin biçimde karşı çıkarak “ya istiklâl ya ölüm” parolasıyla ulusal bağımsızlık mücadelesini başlattı.
► Mandater sistemin günümüzdeki yansımaları nelerdir?
Ortadoğu’daki sınır çatışmaları, Filistin sorunu, Lübnan-Suriye ilişkileri ve Irak’ın yapısal sorunları, doğrudan mandater dönemin mirasıyla ilgilidir.
Mandater dönem, tarihsel bellekle modern kimlik arasında sıkışmış ulusların anlatılarına konu olmuştur. Youssef Chahine’in Destinée (Kader) filmi, koloniyal dönemin ahlaki sorgulamasını yaparken; Elias Khoury ve Ghassan Kanafani gibi yazarlar, Filistin’in mandater geçmişini edebiyata taşımıştır. Video oyunlarından Battlefield 1 dahi, mandater dönemin Ortadoğu cephelerini yeniden canlandırarak tarihsel belleği popüler kültüre taşımıştır.
► NATO
► SİYONİZM
► KOMPLO KURAMLARI
► SÖMÜRGECİLİK
► ULUSLARARASI İLİŞKİLER