Tüfek sesiyle değil, kardeşin kardeşe bakışındaki sessizlikle başlar.
İç savaş (İng. Civil War; Alm. Bürgerkrieg; Fra. Guerre Civile), bir ülke sınırları içinde aynı halkın farklı toplumsal, etnik, ideolojik ya da dinî gruplara bölünerek silahlı çatışmaya girmesidir. Devletin meşruiyeti, otorite paylaşımı veya kimlik talebi gibi nedenlerle başlar; çoğu zaman dış müdahalelerle daha da derinleşir.
Tarih boyunca iç savaş, sadece siyasi değil, kültürel bir yıkım biçimi olmuştur: komşuluk ilişkilerini, belleği ve ortak dili paramparça eder. Bazen kazananı bile olmayan bir yıkımdır — çünkü her zafer, bir ülkenin vicdanında yenilgi olarak kalır.
Antik Roma’nın Julius Caesar ve Pompeius arasındaki savaşı, kavramın erken örneklerinden biriydi. Modern anlamda iç savaşlar ise 17. yüzyıl İngiltere’siyle başladı; monarşi ve parlamento arasındaki çatışma, “ulus” kavramının yeniden tanımlanmasına yol açtı.
19. yüzyılın ortasında Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan Civil War (1861–1865), kölelik meselesi üzerinden insanlık tarihinin yönünü değiştirdi. 20. yüzyılın İspanya İç Savaşı (1936–1939) ise ideolojik kamplaşmanın modern yüzünü gösterdi; Cumhuriyetçilerle Frankocular arasındaki mücadele, yalnızca İspanya’nın değil Avrupa’nın da vicdanında bir yara bıraktı.
20. yüzyılda Suriye, Yemen, Sudan ve Etiyopya örneklerinde görüldüğü gibi, iç savaş artık yalnızca içsel bir mesele değil; küresel güçlerin laboratuvarına dönüşmüştür.
► İç savaş neden diğer savaşlardan daha yıkıcıdır?
Çünkü cephe çizgisi ülkenin içinde değil, insanların kalbinde açılır. Düşman artık “yabancı” değil, tanıdıktır. Komşu, akraba, sınıf arkadaşı… Bu da travmanın toplumsal dokudan asla silinmemesine yol açar.
► Bir ülkeyi iç savaşa sürükleyen ortak etkenler nelerdir?
Kimlik çatışmaları, ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik, siyasi dışlanma ve dış güçlerin müdahalesi. Ancak hepsinin temelinde ortak bir duygu yatar: temsil edilmediğini düşünen bir kesimin sessiz öfkesi.
► İç savaşlar neden uzun sürer?
Çünkü çözüm yalnızca askerî değil, psikolojik ve yapısaldır. Silahlar sustuğunda bile güvensizlik devam eder. Barış anlaşması imzalanır, ama toplum “barışa” güvenemez.
► Edebiyat ve sanat, iç savaşları nasıl anlatır?
Edebiyat, kaybedenlerin sesini korur. Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u, Faulkner’ın Absalom, Absalom!’u, Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikâyesi dörtlemesi… Hepsi iç savaşın yalnızca siyasi değil, varoluşsal bir kırılma olduğunu gösterir.
► İç savaş sonrası toplumsal iyileşme mümkün müdür?
Zor ama mümkündür. Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Ruanda’nın yerel mahkemeleri ya da Kolombiya barış süreci örnekleri, adaletle empatiyi birleştiren modeller sunmuştur. Ancak hiçbir ülke, geçmişiyle yüzleşmeden geleceğe ulaşamaz.
Sinemada: Gone with the Wind (1939), Land and Freedom (1995), Hotel Rwanda (2004) gibi filmler, iç savaşın hem tarihsel hem duygusal panoramasını sunar.
Müzikte: Bob Dylan’ın “John Brown”, Bruce Springsteen’in “Devils & Dust”, Sezen Aksu’nun “Gidemem” gibi şarkıları, savaşın görünmeyen iç yaralarını taşır.
Oyunlarda: This War of Mine ya da Spec Ops: The Line gibi yapımlar, “kahramanlık” anlatısını tersine çevirir.
İç savaş, bir ulusun kendine yönelttiği en ağır sorudur: “Bir arada yaşamak hâlâ mümkün mü?”
Bu soruya verilen her “evet”, aslında büyük bir onarımın başlangıcıdır. Çünkü iç savaş, sadece toprak değil, anlam kaybıdır; ve anlam, ancak birlikte yeniden kurulabilir.
► NİFAK TOHUMU
► EMPATİ
► ORANTISIZ GÜÇ
► TOPLUMSAL BELLEK
► EKO-MİLLİYETÇİLİK