Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Özlem Çerçioğlu.
Belediyelerin halka en yakın kurumlar olması, sosyal yardımlar ve istihdam imkânları nedeniyle Erdoğan, muhalif belediyeleri AKP’ye katma çabasında. Ekonomideki kötü gidişat ve yoksul kesimlerdeki erime, bu stratejiyi daha da kritik hale getiriyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlarını AKP’ye transfer etme ısrarı, yalnızca “isim kazanma” hamlesiyle açıklanamaz. Belediyeler, devletin diğer kurumlarına kıyasla halka en kolay ulaşabilen kamu organlarıdır. Sağladıkları sosyal yardımlar ve seçim dönemlerinde açtıkları istihdam kapıları, onları siyaseten hayati kılmaktadır.
AKP’nin uzun yıllar oy deposu olarak gördüğü yoksul mahallelere artık CHP’li belediyeler de sosyal yardımlarla girmeye başladı. Bu gelişme, AKP’nin çekirdek seçmeninde erimeye yol açtı. Yerel seçimlerde bu tablo net biçimde ortaya çıktı. Orta Anadolu’da geçmişte yüzde 70’e varan oy oranlarının ciddi şekilde düştüğü görüldü.
Ekonomideki kötü gidişat, yoksul kesimlerin belediyelerin desteğine daha fazla ihtiyaç duymasına neden oluyor. Bu nedenle muhalif belediyelerin sunduğu her iyi hizmet ve sosyal yardım, doğrudan AKP’den oy koparıyor.
Erdoğan, ekonomiyi kısa vadede düzeltmenin mümkün olmadığını bildiği için farklı yöntemlere başvuruyor: Belediye başkanlarını tutuklamak, kayyım atamak, soruşturma tehdidiyle transfer sağlamak veya belediyeleri ekonomik olarak sıkıştırmak.
Geçmişte belediye başkanlığı yapmış bir siyasetçi olan Erdoğan, özellikle yoksul mahallelerdeki seçmenin davranışlarını iyi biliyor. Bu nedenle kaybettiği belediyeleri yargı ve ekonomik baskı yoluyla yeniden AKP’ye katmaya çalışıyor.
Ancak oy kaybı yalnızca muhalif belediyelerin sunduğu sosyal yardımlarla açıklanamaz. Erdoğan’ın görmediği gerçek şu: Ekonomiyi düzeltmeden oyunu koruması ve düşüşü durdurması imkânsızdır. Bunun için hukuka dönüş, AİHM kararlarının uygulanması ve yargı bağımsızlığının sağlanması gerekiyor. Fakat mevcut yönetim tarzı buna izin vermiyor; bu nedenle Erdoğan, halk iradesine hukuksuz müdahalelere yöneliyor.
Türkiye’deki ekonomik krizin kaynağı bizzat Erdoğan’ın yönetim anlayışı olarak görülüyor. Buna rağmen iktidar, sorunu politikalarını değiştirmekte değil, muhalefeti işlevsiz hale getirmekte arıyor. Ancak bu stratejinin oy kaybını durdurması mümkün görünmüyor.
Çözüm için öncelikle ülkenin yeniden hukuka dönmesi gerekiyor. Muhalefete yönelik yargı ve kolluk baskısı kaldırılmalı. İş insanlarının “mal varlığıma el konur mu?” kaygısı giderilmeli. Bürokrasi liyakat esasına göre düzenlenmeli. Medya üzerindeki baskı sona ermeli, ifade özgürlüğü sağlanmalı. Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği sorumsuz yönetim anlayışı değişmedikçe oy kaybının durdurulması mümkün değil.
29 Mart yerel seçimleri, Erdoğan’ın halkla doğrudan bağının zayıfladığını gösterdi. Muhalif belediyelerin yönettiği şehirlerde ülke nüfusunun yüzde 74’ü yaşıyor. Erdoğan’ın gözünü belediyelere dikmesinin nedeni de bu tabloyla anlam kazanıyor.
İstanbul’da belediyeyi ele geçiremeyen Erdoğan, reklâm şirketlerini kontrol altına alarak “tabelalar” üzerinden kamusal alanı yönlendirmeye çalıştı. Ancak bu, halkla bağ kurmak için yeterli olmadı.
Erdoğan’ın transferlere sarılması, halkla kopan bağını belediyeler üzerinden yeniden kurma arayışı olarak değerlendiriliyor. Ancak 1050 odalı saraydan çıkıp halkın arasına gerçek anlamda karışabilmesi, sağlık sorunları ve güvenlik kaygıları nedeniyle mümkün görünmüyor. Bu yüzden halkla buluşmalar yalnızca önceden kurgulanmış organizasyonlarla sınırlı kalıyor. Fakat bu yapay temaslar doğallıktan uzak olduğu için beklenen etkiyi yaratmıyor.
Erdoğan oy kaybını durdurmak için aklına gelen her yolu deniyor. Ancak gelişmeler, bu çabaların ters etki yarattığını gösteriyor. CHP lideri Özgür Özel’in Ağustos ayında Aydın’da düzenlediği mitinge on binlerce kişinin katılması, halkın Erdoğan rejimine yönelik tepkisinin giderek arttığını ortaya koydu.
Üstelik bu yalnızca batı illeriyle sınırlı değil. CHP, yıllarca yüzde 10 civarında oy aldığı Orta Anadolu illerinde bile artık büyük mitingler yapabiliyor. Bu tablo, Erdoğan’ın iktidarı yavaş yavaş elinden kaydığını, cezaevi tehdidiyle “transfer” ettiği ilkesiz siyasetçilerle baş başa kaldığını gösteriyor.