Bir tren rayında başlayan bu düşünce deneyi, ahlak felsefesinin en sert virajlarından biri. Peki ya hayatlarımızın karar anları da birer “makas değiştirme” değil mi?
Trolley Problemi, felsefi literatürde “trolley dilemma” olarak da bilinen bir etik ikilemdir. Bir ray hattında kontrolden çıkmış bir tren (vagon) beş kişiye doğru hızla ilerlerken, bir makas koluyla yön değiştirerek yalnızca bir kişinin olduğu diğer yola sevk edilebilir. Bu senaryoda karar size bırakılır: Beş kişiyi mi kurtarırsınız, yoksa bir kişiyi feda ederek çoğunluğu mu kurtarırsınız?
Bu problem ilk kez Philippa Foot tarafından 1967’de gündeme getirilmiş ve Judith Jarvis Thomson tarafından geliştirilmiştir. Kısa sürede ahlaki sezgiler, eylem niyeti, sonuççuluk (consequentialism) ve deontoloji gibi etik teorileri sorgulamak için klasik bir düşünce deneyi hâline gelmiştir.
Philippa Foot’un amacı, etik kararların yalnızca sonuçlara bakılarak mı yoksa eylemin kendisine yüklenen niyetle mi değerlendirilmesi gerektiğini sınamaktı. Bu bağlamda, Jeremy Bentham’ın faydacılığı ile Immanuel Kant’ın görev etiği karşı karşıya getirildi.
1970’lerden itibaren Judith Jarvis Thomson, trolley senaryosunu çeşitlendirdi: bir kişiyi raydan aşağı itmek, bir hastanın organlarını beş kişiye nakletmek gibi yeni varyasyonlar geliştirdi. Böylece, niyet, aracılık, kasıt, pasiflik ve aktiflik gibi kavramlar çok katmanlı bir tartışma alanı oluşturdu.
2000’li yıllarda problem, yalnızca felsefi değil, nörolojik ve psikolojik deneylerle de incelendi. Joshua Greene’in fMRI çalışmaları, insanların karar alırken hem mantıksal hem de duygusal sistemleri kullandığını gösterdi.
Bugün sürücüsüz araç teknolojilerinde ahlaki algoritmaların nasıl kurgulanması gerektiği tartışılırken, trolley problemi yine gündemde: “Araba yayalara mı çarpsın, sürücüyü mü öldürsün?”
Philippa Foot bu problemi neden ortaya attı?
Aslında Foot, intihar, kürtaj, savaş gibi karmaşık ahlaki meselelerde “doğrudan zarar verme” ile “zararı engellememe” arasındaki farkı sorgulamak istiyordu. Bu nedenle, örneklerini sade ama sert bir ikilem üzerinden verdi.
“Birini öldürmek yerine beşini kurtarmak” faydalı görünmüyor mu?
Faydacı bakış açısına göre evet. Ancak deontolojik etikçiler “birini araç olarak kullanmak” veya “masumu bilerek öldürmek” gibi davranışları ilkesel olarak reddeder.
Aynı kişi raydan itildiğinde neden farklı hissediyoruz?
Çünkü burada eylem pasif değil, aktif bir müdahale. Bir kol çekmekle birini fiziksel olarak itmek arasında etik bir mesafe hissediyoruz.
Gerçek hayatta bu ikilemlerle karşılaşır mıyız?
Evet. Pandemi sırasında ventilatör dağılımı, savaşta hedef belirleme ya da yapay zekâ kararları gibi alanlarda trolley problemi sahici hâle gelir.
Trolley problemi çözülebilir mi?
Hayır. Asıl değeri çözülememesindedir. Problem, bizim ahlaki sezgilerimizi, çelişkilerimizi ve sınırlarımızı yüzeye çıkarır. Bu da etik düşünceye dinamizm katar.
The Good Place dizisinde Chidi karakteri bu problemle defalarca karşılaşır.
Black Mirror ve Westworld, etik karar alma süreçlerinde benzer ikilemleri işler.
Sürücüsüz arabalarla ilgili MIT’in Moral Machine projesi, bu senaryonun algoritmik versiyonlarını test eder.
Felsefe ders kitapları, lisans seviyesinden itibaren trolley problemini tartışmanın merkezine alır.
Trolley problemi yalnızca bir “düşünce oyunu” değil; etikin sınırlarını test eden, ahlaki teorilerin zayıf ve güçlü yanlarını görünür kılan bir laboratuvardır. Günümüzün teknoloji, tıp ve politika alanlarında, makas değiştirmenin sorumluluğu, hala felsefenin en temel sorularından biridir.
► VAROLUŞÇU TERAPİ
► YAPAY ZEKÂ
► DİJİTAL MAHREMİYET
► GESTALT TERAPİ
► KETLENME