Yunus’un diliyle çağrılmış, Batı formunda bestelenmiş, Anadolu’nun kalbinden kopup dünyaya yayılmış bir dua: Yunus Emre Oratoryosu.
Yunus Emre Oratoryosu, Türk mutasavvıf şair Yunus Emre’nin şiirlerinden ilhamla bestelenmiş, çok sesli bir vokal-senfonik yapıt olarak Ahmet Adnan Saygun tarafından 1942 yılında bestelenmiştir. Eser, orkestra, koro ve solistlerin bir araya geldiği klasik Batı müziği formu olan oratoryo türündedir. Ancak bu form, Türk edebiyatının en içe dönük ve evrensel sesiyle birleşerek bambaşka bir özgünlük kazanmıştır. Yunus’un şiirlerinde dile gelen ilahi aşk, tevazu, insan sevgisi ve sonsuzluk düşüncesi, Saygun’un müziğinde evrensel tınılarla yankılanır.
Bu oratoryo, hem Doğu’nun içsel sessizliğini hem Batı’nın senfonik hacmini bir araya getiren öncü bir kültürel sentez örneğidir. Türk müzik tarihinde çok sesliliğin simgesi olduğu kadar, Yunus Emre’nin evrensel mesajının Batı dünyasında yankılanmasını da sağlayan önemli bir yapıttır.
Eserin bestecisi Ahmet Adnan Saygun, Cumhuriyet döneminin çok sesli müzik anlayışını temsil eden ve Batı müziği formları ile Türk kültürel motiflerini bir araya getiren öncü isimlerden biridir. 1942’de tamamladığı Yunus Emre Oratoryosu, Saygun’un kişisel olgunluk döneminin bir ürünü olduğu kadar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yöneliminin de bir ifadesidir.
Oratoryo ilk kez 1947 yılında Ankara’da seslendirilmiş, ardından Paris (1949), New York (1958), Viyana (1969) gibi büyük müzik merkezlerinde sahnelenmiştir. Batılı müzik çevrelerinde büyük ilgi gören bu eser, hem biçimsel olgunluğu hem de Yunus Emre’nin şiirlerinin taşıdığı evrensel insani değerler sayesinde Türkiye’nin kültürel temsil araçlarından biri hâline gelmiştir.
Eserin içeriği, Yunus’un tasavvufi düşüncesine sadık kalarak seçilmiş metinlerden oluşur. Ölüm, hiçlik, aşk ve insan-ı kâmil gibi temalar, senfonik yapının ruhsal yükseliş evreleriyle bütünleşir. Yunus’un şiirlerinin müzikal uyumu, doğrudan bestelenmeye elverişli olmayacak denli sade ve derindir; Saygun’un başarısı da tam burada yatar: sadeliği abartmadan derinleştirmek, mistisizmi müzikal forma tercüme etmek.
Ahmet Adnan Saygun, Yunus Emre Oratoryosu’nun doğumunu anlatırken, bu eserin yalnızca teknik bir besteleme süreci değil, aynı zamanda bir arayış, bir içsel keşif ve bir teslimiyet olduğunu dile getirir. Kendi sözleriyle, bu yolculuk defalarca başlamış, ama bir türlü sonuca varamamıştır. İlk olarak 1933 yılında Yunus’un bazı şiirlerini bestelemeye çalışır Saygun; ama yaptığı hiçbir denemeyi beğenmez. Altı yıl sonra, 1939’da bir kez daha dener, yine memnun kalmaz. Ne nota dizileri ne armonik arayışlar, Yunus’un kelimelerindeki sihirli havayı yakalayabilmiştir. Müziğin diliyle şiirin ruhu bir türlü buluşamaz.
Ta ki 1942 Haziranı’na kadar. Cumhuriyet Halk Partisi adına çıktığı bir yurt gezisinde, bir tren kompartımanında okuduğu Yunus Divanı, Saygun’un zihninde bir kıvılcım yakar. Bir oratoryo… Yalnızca birkaç ilahiyi değil, Yunus’un bütün evrenini kapsayan, tasavvufun içsel yükselişini Batı’nın senfonik diliyle ifade eden büyük bir yapı… Trende şiirleri okurken kafasında şekillenen bu fikir, beraberinde ilk müzik eskizlerini de getirir. Yol boyunca notlar alır, ezgiler tasarlar. Ağustos ayı sona ererken Ankara’ya döndüğünde, elindeki taslakları orkestra düzenine sokar. Ama bu da yeterli gelmez. “Beğenmeyip yırttım” diyecektir sonra. Çünkü o hâlâ, Yunus’un ruhuyla kendi müziğinin dili arasında kurulması gereken köprüyü hissedememektedir.
Ama Saygun umutsuzluğa kapılmaz. O “sihirli hava” hâlâ onun için oradadır; sadece nasıl yakalanacağını bilmiyordur. Aynı yılın Eylül ayında yeniden başlar. Bu kez kendini tamamen kapatır dış dünyaya. Dört buçuk ay boyunca, Yunus’un metinlerini içselleştirir, ezgilerini sezgiyle kurar, orkestra partisyonlarını şiirin manevî ritmine göre şekillendirir. Bu süreçte yalnızca bir besteci değil, âdeta bir derviş gibi davranır. Ve sonunda, 1943 yılı Ocak ayında eser tamamlanır.
Saygun’un bu kişisel anlatısı, bir sanatçının yaratıcı sancısını değil yalnızca, aynı zamanda edebiyatla müziğin nasıl karşılıklı birbirine tercüme edilebileceğini de gösterir. Bu oratoryo bir nota dizisi değil, Yunus’un şiirlerinden geçerek yükselen bir ruh hâlidir. Sade kelimeleriyle sonsuzluğu anlatan bir şairin sesi, çok sesli müziğin evrensel diliyle yeniden duyulur. Ve Saygun’un belki de asıl başarısı, o sihri sadece bulması değil, ona kulak vermeyi bilmesidir.
Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu, ilk kez 25 Mayıs 1946 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Büyük Salonu’nda, bestecinin bizzat kendi yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirildi. Bu sadece bir ilk icra değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıydı. Batı’nın çok sesli müzik formu içinde bir Türk halk şairinin mistik dizelerini işitmek, hem dinleyici hem de entelektüel çevre için yepyeni bir deneyimdi. Saygun’un, eserin önsözünde kaleme aldığı şu cümleler, bu çalışmanın ne denli ideolojik ve kültürel bir anlam taşıdığını gösterir:
“Türk ulusunun ilk büyük şairi Yunus Emre’nin ruhunu seslendiren bu oratoryo, güzel sanatların eşsiz koruyucusu, Türkiye Cumhurbaşkanı İnönü’nün yüce varlığına armağandır.”
Oratoryo, yalnızca yerel bir başarıda kalmadı; çok geçmeden uluslararası müzik çevrelerinin dikkatini çekti. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Macarcaya çevrilerek yurt dışına taşındı. İlk yurtdışı icrası 1 Nisan 1947 tarihinde Paris’te gerçekleşti. Prestijli Playel Salonu’nda, Saygun’un yönetiminde, L’Orchestre Lamoureux ve St. Eustache Korosu tarafından seslendirildi. Bu performans, Doğu mistisizmini Batı formunda dünyaya sunan ilk büyük temsildi. Yunus Emre’nin evrensel söylemi, Saygun’un senfonik diliyle birleşerek Avrupa sahnesinde yankı buldu.
Uluslararası başarılar bununla sınırlı kalmadı. 25 Kasım 1958’de, ünlü şef Leopold Stokowski’nin yönetiminde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bir Türk konseri kapsamında seslendirildi. Bu özel icra, Türk hükümetinin diplomatik girişimiyle gerçekleşti. New York’taki bu tarihi konserde solistler Janice Harsanyi (soprano), Carol Wolf (kontralt), James Wainner (tenor) ve Scott Gibson (bas) sahnedeydi. 110 kişilik Potsdam Öğretmen Koleji Crane Müzik Okulu Korosu ile Symphony of the Air adlı orkestra, bu evrensel duasını dünyanın merkezinden duyurdu.
Bu performanstan kısa süre sonra, 14 Aralık 1958 tarihinde, Saygun’un kendisi bu kez New York Potsdam Devlet Üniversitesi’nde, 350 kişilik Crane Müzik Okulu Korosu ve Orkestrası eşliğinde eseri yönetti. Amerika’daki bu ikinci büyük icra, Yunus’un şiirlerinin Batı dünyasında da derinlikli bir yankı bulduğunu bir kez daha gösterdi.
Yunus Emre Oratoryosu, ilerleyen yıllarda Budapeşte, Viyana, Bremen, Berlin, Vatikan, Moskova ve Nur-Sultan gibi dünya başkentlerinde de sahneye kondu. Her sahnelenişinde hem bir Doğu şairinin sesini hem de Türkiye’nin kültürel modernleşme hikâyesini taşıdı.
Ve sonra, yarım asırdan fazla bir süre geçtikten sonra, 23 Nisan 2012’de, ABD’de bir kez daha yankılandı. Bu kez sahne New York’taki Lincoln Center’dı. Ardından 25 Nisan’da Washington’da yeniden seslendirildi. TÜRKSOY Senfoni Orkestrası ile 100 kişilik Jonathan Griffith Singers korosu bu anıtsal eseri birlikte yorumladı. 54 yıl sonra gelen bu geri dönüş, sadece nostaljik bir anma değil, eserin zamana ve mekâna meydan okuyan gücünün bir kanıtıydı.
Yunus Emre Oratoryosu, yalnızca şiirlerin bestelenmiş hâli değil; aynı zamanda dramatik bir içsel yolculuğun evrelere bölünmüş müzikal temsilidir. Eser, üç temel bölüm ile bu bölümlerin ikincisi ve üçüncüsü arasında yer alan kısa ama yoğun bir ara kısımdan oluşur. Her bölüm, Yunus Emre’nin ruhsal dönüşümünü hem metin hem müzik aracılığıyla evre evre açar. Bu yönüyle oratoryo, hem tasavvufi hem de dramatik bir yapıya sahiptir. İlk iki bölüm beşer parçadan oluşurken, üçüncü bölüm iki parçayla tamamlanır.
Birinci bölümde, insani çelişkilerin merkezindeki Yunus Emre ile karşılaşırız. Yaşamı seven, ölümün gölgesinde ürken ve varlığın ötesine dair bilgiye erişememenin çaresizliğiyle gözyaşı döken bir figürdür bu. Kader kaçınılmazdır; insan ne yaparsa yapsın yazgısını değiştiremez. Bu bölümdeki Yunus, yalnızca bir şair değil, insan olmanın bütün kırılganlıklarıyla yüzleşen bir ruhtur. İçsel çalkantılarının notalara döküldüğü bu parçalar, orkestra, solo sesler ve koro aracılığıyla dönüşümlü olarak dile getirilir. “Benim adım Dertli Dolap” gibi halk şiirine kök salmış dizeler, bu bölümün dramatik gerginliğini zirveye taşır.
İkinci bölümde, bu içsel gerginlik artık bir sorguya, hatta bir başkaldırıya dönüşür. Yunus Emre bu kez Tanrı’ya seslenir; ona sitem eder, isyan eder. Evrenin, insanın ve kaderin yaratıcısıyla hesaplaşmak ister. Ancak bu isyan, seküler bir kopuş değil; daha derin bir teslimiyete hazırlıktır. Yunus’un içindeki asıl benlik, bu fırtınalı arayışın ardından onun kalbini Tanrı’ya sığınmaya davet eder. Bu bölümde, vokal sololar daha dramatik, orkestra daha kararsız, koro ise daha içe dönüktür. “Ya Rabbi Dilerim” gibi parçalar, bu geçişin hem metinsel hem de müzikal doruk noktalarını temsil eder.
İkinci ve üçüncü bölümler arasında yer alan kısa ara kısmında ise Yunus, aşkı bulmuş fakat hâlâ huzura kavuşamamıştır. Bu evre, tam anlamıyla bir eşiktir. Kalp aydınlanmış ama henüz sükûna ermemiştir. “Gönlüm Düştü Bu Sevdaya” adlı tekil bir reçitatif parça, bu ara katmanın yalnızlığını ve içsel sızısını sade bir derinlikle dile getirir.
Üçüncü ve son bölüm ise aşk içinde huzura ermiş, artık “Dost”a yaklaşmış bir Yunus’u sunar. Bu Yunus, önceki evrelerdeki tedirginlikleri, soruları, hayretleri geride bırakmış; aşkı varoluşun özü olarak benimsemiştir. İlk parça olan “Aşk Gelecek… / Aşkın Aldı Benden Beni”, hem sözel hem melodik yapısıyla bu teslimiyetin ifadesidir. Onu izleyen final korali “Sensin Kerim, Sensin Rahim”, eserin yalnızca kapanışı değil, aynı zamanda tüm yolculuğun anlamla mühürlenişidir.
Yunus Emre Oratoryosu’nun bu yapısal kurgusu, yalnızca müzikal değil, aynı zamanda varoluşsal bir anlatı sunar. İnsanlığın doğumu, sorgusu, kırılması ve teslimiyeti… Her bölümde başka bir Yunus vardır; ama hepsi bir tek Yunus’un farklı hâlleridir. Bu yapı, dinleyiciye yalnızca müziği değil, kendini de duymayı teklif eder.
“Bir ömür boyu Yunus’u düşündüm,” demişti Ahmet Adnan Saygun. Onun Yunus Emre Oratoryosu, yalnızca Türkiye’de bestelenmiş ilk oratoryo değil, Saygun’un kendi ifadesiyle, “en büyük sanat tecrübesi”ydi. Bu büyük eserin oluşumu da, yayılması da, duyduğu sevgi kadar derindi. 4,5 aylık yoğun bir çalışmanın sonunda tamamlanan oratoryo, yalnızca bestecinin değil, halkın da ruhuna işleyen bir yankı yarattı. Saygun’un yıllar sonra anlattığı bir anı, bu eserin nasıl bir etki bıraktığını gözler önüne serer:
“Konserlerden beş, on gün sonra evimin kapısı çaldı,” der. Karşısında birkaç köylü. Saygı dolu bir ifadeyle içeri girerler. Yaşlıca olanı söze başlar: “Yunus Emre’yi siz radyoya iki defa verdiniz. Köyde halk odasında bir radyomuz var. Orada köy halkı, kadın erkek, hepimiz dinledik. Ciğerimize işledi. Allah senden razı olsun deyip elini öpmeye geldik.” Yaşlı adam ardından bir paket uzatır, gazete kâğıdına sarılmış. “Bunu da bacın sana armağan gönderdi,” der. Paketten çıkan, Saygun’un hatırlattığı üzere, onun için örülmüş bir çift yün çoraptır. “Bugüne kadar aldığım hediyelerin en değerlisidir. Hâlâ saklarım,” der Saygun.
Bu gönülden gelen karşılıklar, onun sanat anlayışını da özetler nitelikteydi. 10 Ekim 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan son söyleşisinde şöyle demişti: “Benim bütün yazılarımda, en genç zamanımdan bugüne kadar sevgi hâkim olmuştur. Bu sevgi belki bir ütopya, ama huzuru ancak sevgi verir, getirir. Beethoven’ın 9. Senfoni’si de sevgiyle yapılmıştır. Benim işimin düsturu, yolu sevgidir. Ben kendimi gerçek sevgiye adadım. Yunus Emre de bunu söyleyen bir insan olduğu için ona bağlandım. Söylediğim her sözde aşk vardır. Tanrı aşkı mı, yoksa başka aşk mı? İnsan aşkıyla Tanrı aşkı bir mi?”
Saygun’un bu bağlılığı yalnızca sözde değil, müzikte de yankı buldu. Yunus Emre Oratoryosu ilk kez 25 Mayıs 1946’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin büyük salonunda, bestecinin kendisi tarafından yönetilen Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirildi. Yurt dışındaki ilk icrası, 1 Nisan 1947’de Paris’in Playel Salonu’nda gerçekleşti. Saygun’un bizzat yönettiği bu konserde, Lomoreux Orkestrası ve St. Eustache korosu sahnedeydi.
Uluslararası yankısı bununla da sınırlı kalmadı. Oratoryo, 14 Kasım 1958’de New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu salonunda, dönemin ünlü şefi Leopold Stokowski yönetiminde sahnelendi. Ardından, 14 Aralık 1958’de, Saygun’un kendisi tarafından Potsdam’da bir kez daha seslendirildi.
Zamanla Yunus Emre Oratoryosu, Viyana’dan Berlin’e, Bremen’den Budapeşte’ye, birçok şehirde yorumlandı. Son yıllarda Almanca olarak plak ve disk formatlarında kaydedildi; ardından Türkçe versiyonu da seslendirildi. Türkiye’deki son büyük yorumlarından biri ise, Prof. Hikmet Şimşek yönetiminde, 15 Ocak 1991’de İstanbul Ayasofya’da gerçekleştirilmişti. O günden bu yana, Saygun’un bir zamanlar “o sihirli havayı bulmak için” defalarca yırtıp yeniden yazdığı bu eser, yalnızca Türkiye müzik tarihinin değil, insan kalbinin de unutulmaz seslerinden biri olmaya devam ediyor.
Oratoryo nedir, Yunus Emre Oratoryosu bu türün neresinde durur?
Oratoryo, dinî ya da dramatik bir konuyu koro, solist ve orkestra eşliğinde anlatan sahne dışı bir müzik türüdür. Yunus Emre Oratoryosu, bu Batı formunu alıp Türkçe metinle, Türk düşünce geleneğiyle ve tasavvufi içerikle yeniden kurar. Bu yönüyle hem klasik bir oratoryodur hem de onun sınırlarını aşan özgün bir eserdir.
Yunus Emre Oratoryosu neden bu kadar önemlidir?
Bu eser, Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi kültür politikaları içinde çok sesli müziğin “yerli ve evrensel” bir temsilcisi olarak doğmuştur. Türkçeye, tasavvufa, halk şiirine sadık kalarak Batı’nın çok sesli müziğiyle bütünleşmesi, onu sadece müzikal değil, ideolojik bir proje hâline de getirir. Aynı zamanda Yunus Emre’nin şiirini dünya sahnesine taşıyan ilk büyük girişimdir.
Eser hangi Yunus Emre şiirlerinden oluşur?
Oratoryoda yer alan metinler doğrudan Yunus Emre Divanı’ndan alınmıştır. “Ben yürürüm yâne yâne”, “Aşk bir güneşe benzer”, “Çıktım erik dalına” gibi ilahiler seçilmiş ve dramatik-mistik bir kurguyla sıralanmıştır. Bu seçimde hem içeriksel bütünlük hem de müzikal akış gözetilmiştir.
Batılı dinleyiciler bu eseri nasıl karşıladı?
Özellikle New York ve Paris’teki sahnelenişlerinde büyük ilgi gören oratoryo, dinleyiciler tarafından mistik içeriği ve egzotik sayılan ezgileriyle ilgi çekmiştir. Eleştirmenler, eseri “Doğu’nun ruhuyla Batı tekniğinin buluşması” olarak nitelemişlerdir. Bu sayede Yunus Emre, yalnızca bir Anadolu ermişi değil, evrensel bir figür olarak görünürlük kazanmıştır.
Bu eser günümüzde nasıl değerlendiriliyor?
Bugün Yunus Emre Oratoryosu, hem klasik Türk müziği hem de Cumhuriyet dönemi kültür tarihinin temel taşlarından biri olarak kabul edilir. Pek çok konserde, anma etkinliğinde, akademik çalışmada yeniden ele alınmakta; Saygun’un en güçlü ve kalıcı yapıtı olarak saygıyla anılmaktadır. Aynı zamanda çok sesli Türk müziği repertuvarının mihenk taşlarından biridir.
Yunus Emre Oratoryosu, popüler kültürün doğrudan temas ettiği bir alan olmamakla birlikte, klasik müzik çevrelerinde ve akademik sanat üretiminde etkisini sürdürmektedir. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) arşivlerinde zaman zaman yayınlanmakta, bazı üniversite konserlerinde özel olarak repertuvara alınmaktadır.
Ahmet Adnan Saygun’un hayatını konu alan belgesellerde, Cumhuriyet’in kültür politikaları üzerine yapılan çalışmalarda, “doğunun sesiyle batının dili”ni buluşturan örnek bir yapı olarak sıkça anılır. Ayrıca Yunus Emre dizileri, sahne uyarlamaları ve çağdaş müzik yorumlarında, bu oratoryodan melodik ve düşünsel esinlenmeler görülmektedir.
Yunus Emre Oratoryosu, yalnızca müzik değil; şiir, düşünce, gelenek ve çağdaşlık arasında kurulmuş bir köprüdür. Doğu’nun mistik dilini Batı’nın senfonik yapısında yeniden duymamızı sağlar. Ahmet Adnan Saygun, bu eserde bir halk şairini evrensel bir düşünür hâline getirirken, Türkiye’yi de sanatın evrensel diliyle tanıtan bir besteciye dönüşür. Bu yönüyle eser, hem bir estetik ifade hem de kültürel bir manifestodur.
► ÖZSOY OPERASI
► POPÜLER KÜLTÜR
► TASAVVUF MÜZİĞİ
► ORYANTALİZM
► FİLM MÜZİKLERİ