Kimlik, sadece bir doğum kaydı değil, çoğu zaman bir kaderdir. Ve bazen bir teori, yüz yıllık inançları sarsar. Arthur Koestler’in “On Üçüncü Kabile” adlı eseri, Yahudi kimliği ve kökenine dair alışılmış anlatılara karşı radikal bir meydan okumadır. Bu kitap, yalnızca bir tarih anlatısı değil; siyasetin, genetiğin ve inançların sınırında dolaşan bir düşünce fırtınasıdır.
Arthur Koestler’in 1976 yılında yayımladığı “The Thirteenth Tribe” adlı kitabı, Avrupalı Aşkenaz Yahudilerinin kökenine dair alışılmış görüşleri sorgular. Koestler’e göre Aşkenazların önemli bir kısmı, soylarını eski Yahudi kabilelerine değil, Hazar İmparatorluğu’na dayandırır. 8. yüzyılda Yahudiliği resmî din olarak benimseyen Hazarlar, Orta Asya ve Kafkasya arasında hüküm süren güçlü bir Türk boyudur.
Kitabın temel iddiası şudur: Hazarların Yahudiliği kabul etmesiyle birlikte oluşan bu yeni topluluk, daha sonra Doğu Avrupa’ya göç etmiş ve zamanla Aşkenaz Yahudilerinin nüfusunun büyük bölümünü oluşturmuştur. Yani, Koestler’e göre “on üçüncü kabile” budur — Tevrat’ta yer almayan ama sonradan bu geleneğin içine dahil olan bir halk.
Koestler’in teorisi tarihçileri, antropologları ve siyasetçileri ikiye böldü. Bazıları kitabı özgün bir katkı olarak överken, bazıları bilimsel dayanaklardan yoksun, politik yönlendirmelere açık ve tehlikeli bir komplo kuramı olarak değerlendirdi. Özellikle Siyonist çevreler, bu tezin Yahudilerin tarihsel toprak iddialarını zayıflattığını öne sürerek kitaba sert eleştiriler getirdi.
Genetik araştırmalar, Aşkenaz Yahudilerinin kökeninde hem Orta Doğu’dan hem de Avrupa’dan genetik izler bulunduğunu gösterse de, Hazar hipotezini tam olarak ne doğrulamakta ne de çürütmektedir. Ancak kitabın etkisi hâlen sürmektedir; hem antisemitik çevrelerce istismar edilmekte hem de alternatif tarih okuması olarak tartışılmaktadır.
Arthur Koestler’in On Üçüncü Kabile adlı çalışması, geleneksel Yahudi tarih anlatısına karşı çıkan ve hâlâ tartışma konusu olan bir tezi gündeme taşır: Günümüz Aşkenaz Yahudilerinin büyük kısmı, antik İsrailoğulları soyundan değil, Orta Çağ’da Museviliği benimsemiş bir Türkî halk olan Hazarlar’dan gelmektedir.
Koestler’e göre Hazar İmparatorluğu, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında kalan topraklarda hüküm süren ve 8. yüzyılda devlet olarak Yahudiliğe geçen güçlü bir siyasi yapıdır. İmparatorluğun çöküşüyle birlikte bu halkın büyük kısmı batıya göç etmiş ve özellikle bugünkü Doğu Avrupa topraklarına (Ukrayna, Polonya, Belarus, Litvanya, Macaristan ve Almanya) yerleşmiştir. İşte Koestler’in tezi burada yoğunlaşır: Bu göç, Aşkenaz Yahudiliğinin etnik temelini oluşturmuştur.
Kitabın son bölümünde yazar, çalışmasını üç temel eksende özetler: İlk bölümde Hazar İmparatorluğu’nun tarihini mevcut sınırlı kaynaklara dayanarak aktarmıştır. İkinci bölümde, Doğu Avrupa Yahudilerinin Hazar-Türk kökenli olduğunu savlayan tarihsel verileri derlemiştir. Son bölümde ise, antropolojik bulguların da bu tezi desteklediğini ve “Yahudi ırkı” inancını çürüttüğünü öne sürer.
Koestler, çalışmasının amacını Yahudi karşıtlığına malzeme sunmak değil, aksine, antisemitizmin ırksal temellerini sorgulamak olarak açıklar. Ona göre Yahudiliği bir etnik kökene indirgemek hem tarihsel olarak yanlıştır hem de tehlikelidir. Fakat bu tez, özellikle İsrail’in siyasal meşruiyetiyle ilgili tartışmalarla kesiştiği ölçüde, tarihsel değil ideolojik okumalara da açık hale gelmiştir.
On Üçüncü Kabile yayımlandığı günden bu yana yalnızca okuyucular değil, bilim dünyası tarafından da dikkatle ve şüpheyle karşılanmıştır. Kitap, bilimsel titizlik açısından eleştirilmiş, tarihsel ve antropolojik temelleri sorgulanmıştır. Dinler tarihçisi Mattias Gardell, Koestler’in tezinin “kısmen amatör antropolojiye dayandığını” yazar ve kitabın bilimsel argümanlarının büyük ölçüde Raphael Patai ve kızı Jennifer Patai tarafından kaleme alınan The Myth of a Jewish Race (1975) adlı eserden aktarıldığını belirtir.
Koestler’in çalışması, yalnızca çağdaş bir okumanın ürünü değildir; önceki bazı tarihçilerin yazdıklarına da dayanır. Bunların başında Rusya-İsrail kökenli tarihçi Abraham Poliak’ın 1951’de yayımlanan İbranice eseri Khazaria: Toledot Mamlakhah Yehudit (Hazarlar: Bir Yahudi Krallığının Tarihi) ve Douglas Morton Dunlop’un 1954 tarihli History of the Jewish Khazars (Yahudi Hazarların Tarihi) adlı kitabı gelir. Koestler bu sonuncu kaynağı “başlıca referanslarından biri” olarak açıkça belirtir.
Ancak akademi dünyası, Koestler’in ulaştığı sonuçlar konusunda aynı fikirde değildir. Örneğin yazar Neil McInnes, Dunlop’un Hazarlar hakkındaki yorumlarında çok daha temkinli olduğunu ve Koestler’in aksine kesin hükümlerden kaçındığını yazar. Nitekim Hazar tarihine dair derinlikli çalışmalarıyla tanınan Peter Golden ve Moses Shulvass gibi uzmanlar da benzer bir ihtiyat içinde kalmıştır.
Peter Golden, Koestler’in kitabını açıkça “tartışmalı” olarak nitelendirir ve onun “Hazar mirası ve etkisi” konusunda aşırı genellemelerde bulunduğunu vurgular. Akademik çevrelerin genel yaklaşımı ise Koestler’in kitabını bir tarih çalışmasından ziyade, politik ve ideolojik yönleri ağır basan spekülatif bir deneme olarak görme eğilimindedir.
Bu tartışmalı zemin, Koestler’in kitabına olan ilgiyi azaltmamış; aksine Yahudi kimliğinin etnik, kültürel ve tarihsel boyutlarını yeniden düşünmek isteyen çevreler için canlı bir tartışma alanı açmıştır.
On Üçüncü Kabile yalnızca tarihsel bir hipotez değil, aynı zamanda Koestler’in kişisel bir misyonunun ifadesidir. Kitabın yazarı Arthur Koestler’in yakın dostu ve biyografi yazarı Michael Scammell’e göre, Koestler bu çalışmasını sadece entelektüel bir merakla değil, antisemitizme karşı insani bir motivasyonla kaleme almıştır. Fransız biyolog Pierre Debray-Ritzen’e aktardığı üzere, Koestler “Doğu Avrupa Yahudilerinin (yani bugünkü Aşkenazların atalarının) Hazar kökenli olduğunu ispatlayabilirse, antisemitizmin ırksal temelinin çökeceğine ve bu nefret biçiminin kendiliğinden yok olacağına inanıyordu.”
Bu, tarih yazımıyla siyasal bir etik idealin kesiştiği hassas bir noktadır. Koestler için bu tez, Yahudi halkının savunusuna yönelik bir strateji, 20. yüzyılın en karanlık felaketlerinden biri olan Holokost’un ardından Yahudi kimliğine yönelen ırksal saldırıları geçersiz kılacak bir zemin arayışıdır. Ona göre, eğer Yahudilik yalnızca Tevrat’tan beri süregiden bir soy zinciriyle değil, kültürel dönüşümler, tarihî kabileler ve inanç tercihlerinden oluşan çoğul bir yapı olarak yeniden tanımlanabilirse, o zaman “Yahudi ırkı” miti de çökecektir.
Bu arayışın ardında yalnızca antisemitizmle mücadele değil, Koestler’in Macar kökeni ve kimliğine dair özel bir düşünsel zemin de yatmaktadır. Yazar ve radyo yapımcısı George Urban’a göre, Koestler’in Hazarlarla Aşkenaz Yahudileri arasındaki ilişkiyi kurmak istemesinin ardında, “özellikle Macar Yahudileri ya da Yahudi-Macarlar arasında görülen entelektüel parlaklığın ve uluslararası etkinin, iki halk arasında açıklanamayan ama kadim bir akrabalıkla ilgili olabileceği” yönünde örtük bir inanç yatıyordu.
Koestler için bu, hem kimlik hem kader meselesiydi: Yahudi halkı bir “ırk” değil, bir “tarih”tir; bu tarihin içine ise, Hazarlar gibi karmaşık ve melez halklar da dâhildir. Dolayısıyla antisemitizm, gerçekliğe değil, kurmaca bir ırk anlatısına dayanmakta; bu anlatı yıkıldığında ise nefretin zemini de çökecektir — Koestler’in inancı buydu.
On Üçüncü Kabile yalnızca tarihsel bir tezi gündeme taşımadı; aynı zamanda hem akademik çevrelerde hem de siyasi alanlarda geniş yankılar uyandırdı. Koestler’in Hazar kökeni iddiası, İsrail’deki resmî tarih anlayışı açısından ciddi bir tehdit olarak algılandı. Tel Aviv Üniversitesi’nde sinema, Fransız düşünce tarihi ve milliyetçilik üzerine çalışan tarihçi Shlomo Sand, The Invention of the Jewish People (Yahudi Halkının İcadı) adlı kitabında şöyle yazar: “Hazarlar, İsrailli tarihçileri öylesine ürküttü ki, içlerinden hiçbiri bu konuda tek bir makale bile yayımlamadı. Koestler’in On Üçüncü Kabilesi ise sinirlendirdi, öfkelendirdi. Uzun yıllar boyunca İbranice okuyucular, bu kitabın kendisine değil, yalnızca zehirli karalamalar yoluyla ona erişebildiler.”
Amerikan gazetesi The Wall Street Journal’da yazan Chronicle of Higher Education editörü Evan Goldstein, Sand’ın şu yorumuna yer verir: “Sand’a göre, Koestler’in kitabına saldıranlar bunu kitabın değersiz olduğu için değil, cesaretsizlikleri ve ideolojik bağlılıkları nedeniyle yaptılar. ‘Kimse, var olan etnosun öz-imajını ve onun toprak taleplerini tehdit edecek zehirli akreplerin taşların altına gizlenmiş olabileceği bir yere bakmak istemez.’”
Koestler’in tezi, Yahudi ulusal anlatısının genetik ve tarihsel temellerine dair kuşkular uyandırması nedeniyle, sadece akademide değil, Ortadoğu’nun siyasal tartışmalarında da yankı buldu. Arap dünyasında bazı figürler, eğer Aşkenaz Yahudilerinin kökeni Hazar Türklerine dayanıyorsa, bu durumda onların İsrail üzerindeki tarihsel hak iddialarının düşeceğini savundu. Bu görüşe göre, Hazar kökenli Yahudiler ne antik İsrailoğullarıyla aynı soydan geliyorlardı, ne de Tevrat’taki Kenan diyarı vaadinin muhatabıydılar. Dolayısıyla bu tez, hem Yahudi dinî Siyonizminin hem de Hristiyan Siyonizminin teolojik dayanaklarını sarsabilecek nitelikteydi. Suudi Arabistan’ın Birleşmiş Milletler delegesi bu iddiayı “İsrail’in var olma hakkını geçersiz kılan” bir argüman olarak yorumladı.
Oysa Koestler bu yoruma karşıydı. Ona göre İsrail’in varlık nedeni tarihsel, genetik veya kutsal metinlere dayanan haklar değil, Birleşmiş Milletler’in verdiği meşru yetkiye dayanıyordu. “Bin yıl önce yaşanmış Hazar katkısı,” diyordu Koestler, “modern İsrail açısından önemsiz bir ayrıntıdır.”
Ancak kitap, yalnızca akademi ya da Orta Doğu siyasetinde değil, aşırı uçlarda da yankı buldu. Neo-Nazi The Thunderbolt dergisi, kitabı “yüzyılın siyasal bombası” olarak överken, Hristiyan Kimlik Hareketi (Christian Identity) üyeleri de bu çalışmayı büyük bir coşkuyla sahiplendi. Bu radikal grup, Koestler’in kitabını “Hazar teorisinin temel kaynağı” olarak benimsedi ve kendi antisemitik inançlarının doğruluğunun bu kitapla teyit edildiğini savundu. Hatta kitabı posta yoluyla siparişle dağıtım ağına dâhil ettiler.
Goldstein, bu çarpıcı durumu şu sözlerle açıklar: “Koestler ve onun ortaya attığı Hazar teorisi, bugün beyaz üstünlükçü hareketlerin hastalıklı fikir dünyasında yaşamaya devam ediyor.” Araştırmacı Michael Barkun ise, Koestler’in bu antisemit çevrelerin kitabını nasıl araçsallaştırdığını ya fark edemediğini ya da bunu önemsemediğini söyler. Ne olursa olsun, Koestler’in iyi niyetle ortaya koyduğu entelektüel çaba, hem en yüksek akademik çevrelerde hem de en radikal gruplarda tartışmalı bir yankı uyandırmıştır.
On Üçüncü Kabile, yayımlandığı ilk günden itibaren yalnızca heyecanla karşılanmakla kalmadı; aynı zamanda akademik dünyada ve basında da geniş bir yankı uyandırdı. İlk eleştirilerden biri, Fitzroy Maclean tarafından The New York Times Book Review’da kaleme alındı. Maclean, kitabı “mükemmel” olarak tanımlıyor ve “Bay Koestler’in kitabı hem okunaklı hem de düşündürücü. Olayları sunuş biçimi, kurduğu teorilerdeki incelik ve bilgi birikimi son derece etkileyici,” diyordu.
1991 yılında Washington Report on Middle East Affairs’ta yazan gazeteci Grace Halsell ise çalışmayı “özenle araştırılmış bir kitap” olarak tanımlıyor ve “Yahudi ‘ırkı’ kavramını çürüten bir metin” olduğunu belirtiyordu. Kitabın bazı çevrelerde yarattığı entelektüel ilgiye rağmen, akademi dünyasında genel kabul görmediğini de belirtmek gerekir.
James A. Beverley, kitabın yayımlanmasının hemen ardından akademik çevrelerden gelen eleştirilerin “hızlı, açık ve genellikle olumsuz” olduğunu yazar. Evan Goldstein da bu durumu “kitabın eleştirmenlerce adeta lime lime edilmesi” olarak tanımlar. Time dergisinin Ağustos 1976 sayısında yayımlanan eleştiri, Koestler’in teorisini “fazlasıyla kolaycı” olarak nitelendirir ve “yazar ne kadar çaba harcamış olursa olsun, ortaya koyduğu veri yığını, teorisini desteklemek için yeterli sağlamlığa sahip değil,” sonucuna varır. Aynı yılın Kasım ayında National Review dergisi ise kitap hakkında şu ifadeleri kullanır: “Ne düzgün hazırlanmış dürüst bir akademik çalışma niteliği taşıyor, ne de etkileyici bir polemik; yalnızca zayıf araştırılmış ve aceleye getirilmiş bir metin izlenimi veriyor.”
Koestler’in kullandığı etimolojik açıklamalar ve birincil kaynak yorumları, 1976’da Chimen Abramsky ve 1977’de Hyam Maccoby tarafından ciddi biçimde eleştirildi. Her iki akademisyen de çalışmayı metodolojik açıdan yetersiz ve kimi zaman yanlış yönlendirilmiş buldular. Siyaset bilimci Michael Barkun da kitabı “eksantrik bir çalışma” olarak tanımlar ve Koestler’in “konunun gerektirdiği uzmanlığa sahip olmadığını” belirtir. Yine de onun bu çalışmayı “amatör bir ciddiyetle ve sahici bir niyetle” yürüttüğünü de kabul eder.
Polonya-Yahudi tarihi uzmanı Prof. Gershon D. Hundert ise 2006 yılında şöyle yazar: “Polonya Yahudiliğinin atalarının Hazar Yahudi Krallığı’ndan geldiğine dair hiçbir kanıt yok.” Hundert, Koestler’i bu teorinin “en tanınmış savunucusu” olarak tanımlar. 2009’da ise gazeteci Jeffrey Goldberg kitabı “çürütülmüş ve unutulmuş fikirlerin bir bileşimi” olarak niteleyerek tüm akademik desteğini reddeder.
Koestler’in biyografları da kitap hakkında eleştirel bir tutum takınmıştır. Arthur Koestler: The Homeless Mind (1998) adlı biyografisinde David Cesarani, kitabın “seçmeci veri kullanarak kaba bir polemiğe hizmet ettiğini” ve “akademik bir ciddiyetle gülünçlüğün sınırında olduğunu” ileri sürer. Michael Scammell’in kaleme aldığı Koestler: The Literary and Political Odyssey of a Twentieth-Century Skeptic (2009) ise daha ileri giderek teoriyi “neredeyse tamamen varsayımsal ve son derece dolaylı kanıtlara dayalı” bulur ve kitabı, Koestler’in zihinsel berraklığının azalmaya başladığının bir işareti olarak yorumlar.
Tüm bu eleştiriler, On Üçüncü Kabile’nin entelektüel cesaretine gölge düşürmemekle birlikte, tarihsel sorumlulukla tartılması gereken bir kurgu olduğunu da ortaya koymaktadır.
Arthur Koestler, Yahudi kökenli olmasına karşın hayatı boyunca Yahudi kimliğiyle çetrefilli bir ilişki kurmuştur. Gençliğinde ateşli bir Siyonist olarak Ze’ev Jabotinsky’nin fikirlerinden etkilenmiş; 1920’lerde Filistin Mandası’nda bulunmuş ve İsrail’in kuruluşuna dair büyük ümitler beslemiştir. Hatta dönemin Siyonist militan örgütleri İrgun ve Stern’i kalemiyle savunduğu, İsrail devletinin doğuşunu coşkuyla karşıladığı bilinir. Ne var ki İsrail’in 1948’de kurulması Koestler’in düşünce dünyasında bir kırılma noktası oldu. 1949’da yayımladığı Promise and Fulfilment (“Vaad ve İfa”) adlı eser, İsrail’in kuruluş sürecini anlatsa da esasen Koestler’in “Yahudi halkına sadakatsizlik beyanı” gibiydi. Koestler bu kitabında, bir Yahudi devletinin artık mevcut olduğunu vurgulayarak diasporadaki Yahudilerin ya İsrail’e göç etmeleri ya da yaşadıkları toplumlara tam anlamıyla entegre olup asimile olmaları gerektiğini savundu. Nitekim kendisi de bu dönemde İsrail’e gitmeyip Avrupa’da kalmayı tercih ederek söz konusu “asimilasyon” seçeneğini şahsen benimsediğini gösteriyordu.
Koestler’in özellikle seküler (laik) Yahudiliğe dair görüşleri oldukça sert ve sarsıcıydı. Promise and Fulfilment sonrasında bir eleştirmene verdiği yanıtta, dindar olmayan Yahudi ebeveynlerin çocuklarını Yahudi kimliğiyle yetiştirmesine karşı çıkarak bunun, çocuğa istemeden “ötekilik damgası” vurmak anlamına geldiğini ileri sürdü: “Kaba biçimde söylemek gerekirse, ne Yahudi inancına hakikaten inanan ne de onun buyruklarını uygulayan ebeveynlerin, savunmasız bir çocuğa talep etmediği ‘ötekilik’ damgasını vurmasını düpedüz bir suç olarak görüyorum” diye yazdı. Koestler’e göre Holokost felaketi sonrasında diaspora yaşamını sürdürmek, Yahudileri sürekli dışlanma ve düşmanlığa maruz bırakacak bir kısır döngü idi. Tüm dünya Yahudilerini barındıracak bir devletin kurulmasıyla antisemitizmin fiilen sona ereceğini, zira insanların artık “kendi dertleri olmayan” bir azınlığa nefret beslemeyeceğini ileri sürüyordu. Aksi halde diaspora toplumlarında kalmaya devam eden Yahudilerin maruz kalacakları nefretin, bir anlamda “kendi eserleri” olacağını ima etti. Bu radikal bakış açısı, Koestler’i takip edenler nezdinde derin bir tartışma başlattı: Acaba o Yahudilerin dostu muydı, yoksa onlara sırt çeviren bir düşman mı? Koestler, tam da bu eleştirilerin gölgesinde, 1950’lerden itibaren Yahudilikle ilgili kamusal söylem ve faaliyetlerden bütünüyle uzaklaştı.
Yıllar sonra Koestler, Yahudi tarihine dair en büyük tartışmayı yaratan eserine imza atacaktır. 1976’da yayımlanan The Thirteenth Tribe (“On Üçüncü Kabile”), Avrupa’daki Aşkenaz Yahudilerinin kökenine ilişkin çığır açıcı fakat tartışmalı bir tez ortaya attı. Koestler bu kitapta Doğu Avrupa’daki (özellikle Rusya/Polonya havzasındaki) Yahudilerin ezici çoğunluğunun, aslında İncil’deki İsrailoğullarından değil, ortaçağda Museviliğe geçen Hazar Kağanlığı’nın Türkî halkından türediğini iddia ediyordu. Diğer bir deyişle, Ashkenazilerin etnik-soy bağının Kadim Kenan diyarından ziyade Hazar ülkesine uzandığını savundu. Bu “On Üçüncü Kabile” tezinin altında yatan motivasyon, Koestler’in bizzat ifade ettiği üzere, Yahudilerin ırksal bir soy oluşturduğu yönündeki popüler inancı çürütmekti. Ona göre Yahudilerin tek bir “ırk” olmadığı ispatlanırsa, anti-semitizmin dayandığı sözde biyolojik temel de ortadan kalkacak ve böylece Yahudi düşmanlığı tarihe karışabilecekti. Nitekim bir söyleşisinde, Doğu Avrupa Yahudilerinin çoğunun Hazar kökenli olduğunu kanıtlayabilirse “antisemitizmin ırksal dayanağının ortadan kalkacağını ve antisemitizmin de kendiliğinden yok olabileceğini” dile getirmiştir. Koestler ayrıca bu tezle, Aşkenazların kendi atalarının toprağı iddiasını da tersine çevirmek istemiştir. Zira Avrupalı Yahudiler Tevrat’taki İsrailoğullarının soyundan gelmiyorsa, İsrail toprakları üzerinde tarihsel ve teolojik dayanakla hak iddia etmeleri daha da zorlaşacaktır diye düşünür. Bu yönüyle The Thirteenth Tribe, Koestler’in yıllar evvelki “ya İsrail’e göç ya tam entegrasyon” şeklindeki eski fikrinin bilimsel bir argümanla pekiştirilmesi gibiydi.
Koestler’in Hazar tezine akademik çevrelerden ve Yahudi toplumunun geniş kesimlerinden ciddi tepkiler geldi. Tarihçiler, The Thirteenth Tribe’ın kanıt temeli zayıf bir spekülasyonu tarih diye sunmakla eleştirerek kitabın ana tezini büyük ölçüde reddettiler. Kitap popüler olsa da bilim insanları, Doğu Avrupa Yahudilerinin kökenini yalnızca Hazarlarla açıklamanın dil, antropoloji ve genetik verilerle uyuşmadığını gösterdiler. Yine de Koestler, kendi açısından, bu tezinin Yahudilerin bugünkü varlığına bir halel getirmediğini savunmuştur. Ona göre İsrail Devleti’nin meşruiyeti tarihsel-soy bağından değil, modern uluslararası kararlarla (örneğin 1947 Birleşmiş Milletler kararıyla) tescillenmiş olmasından kaynaklanır; dolayısıyla Yahudilerin Hazar veya başka bir kökenden gelmesi, İsrail’in var olma hakkını etkilemez. Nitekim Koestler, “Hazar katkısı bin yıl önce olmuş bitmiş bir hadisedir… modern İsrail için ilgisiz bir konudur” diyerek bu tartışmanın güncel siyaset açısından önemsiz olduğunu belirtmiştir. Ancak her eserin kaderi yazarıın niyetini aşabilir: On Üçüncü Kabile zamanla antisemitik ve antisyonist çevrelerce suistimal edildi. Özellikle bazı Arap ve İslam ülkelerinde, “Eğer Aşkenazlar Semitik değilse Filistin üzerinde hak iddiaları yoktur” propagandasına malzeme yapıldı; hatta 1970’lerde Suudi Arabistan temsilcisi BM’de Koestler’in tezine atıfla İsrail’in var oluş hakkını sorguladı. Öte yandan Batı’da da Neo-Nazi ve aşırı sağ gruplar Koestler’in kitabını sahiplenip kendi Yahudi karşıtı teorilerine dayanak olarak gösterdiler. Koestler ise bu çevrelerin kitabına sarılmasını öngörmemiş, hatta muhtemelen farkında bile olmamıştı; zira amacı Yahudi düşmanlığını körüklemek değil, tam tersine onu besleyen “ırk miti”ni baltalamaktı.
Gelgelelim, Koestler’in Yahudi kimliğine dair sıra dışı yaklaşımı kendi döneminde ve sonrasında yoğun eleştirilere uğradı. Koestler, açıkça dindar değildi ve kendini herhangi bir Yahudi cemaatine ait hissetmediğini dile getiriyordu. Bu yüzden onun görüşleri bazılarınca “Yahudi kendinden nefret” vakası olarak değerlendirilmiştir. Biyografi yazarları David Cesarani ve Michael Scammell, Koestler’in daha gençlik yıllarından itibaren Yahudiliğine karşı bir tür olumsuz saplantı geliştirdiğini ve hatta Otto Weininger gibi Yahudi asıllı antisemit düşünürlerden etkilenerek “Yahudi bir antisemit” haline geldiğini ileri sürerler. Yakın dostu yazar Manès Sperber ise Koestler’in Siyonizm tutkusunu dahi bir kimlik kaçışı olarak yorumlamıştır. Sperber’e göre Koestler, “Yahudi halkına dahil sayılmak için Yahudilerin mutlaka İsrail’e göç etmesi gerekir” diye diretirken aslında kendisinin İsrail’e gitmeyerek tümüyle asimile olup artık Yahudi sayılmama arzusu güdüyordu; Siyonizm rotasını seçmesinin sebebi de “Yahudiliğinden kaçmak” idi. Tüm bu eleştiri ve tartışmalar, Koestler’in düşüncelerinin ne denli kışkırtıcı ve aykırı bulunduğunu ortaya koymaktadır. Koestler’in Yahudilik, kimlik ve tarih konusundaki sözleri ve yazıları, Holokost sonrası dönemde seküler Yahudi aydınının yaşadığı kimlik bunalımının ve çözüm arayışlarının uç bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Kimi zaman soğuk ve sert bir üslupla dile getirdiği fikirleriyle Koestler, Yahudi tarihindeki anlatılara meydan okumuş; diaspora Yahudiliğinin geleceğine dair provokatif bir tartışma başlatmıştır.
Arthur Koestler kimdir ve neden böyle bir kitap yazdı?
Macar asıllı bir Yahudi olan Arthur Koestler, entelektüel çevrelerde etkili bir gazeteci, roman yazarı ve düşünürdü. Politik olarak sürekli evrilen bir yelpazede yer aldı: Siyonizm’den Komünizm’e, ardından insan haklarına ve bilimsel şüpheciliğe. “On Üçüncü Kabile”yi yazmaktaki amacı, antisemitizm karşıtı bir savunma geliştirmekti: Yahudilerin tamamı semitik değilse, antisemitizmin biyolojik temeli çökerdi.
Hazarlar kimdir ve gerçekten Yahudi oldular mı?
Hazarlar, Orta Asya kökenli, göçebe bir Türk halkıydı. 7. yüzyıldan itibaren güçlü bir imparatorluk kurdular. 8. yüzyılda yöneticilerinin ve saray elitinin Yahudiliği benimsediği tarihi kaynaklarda yer alır. Ancak bu din değişiminin tüm halka ne ölçüde yayıldığı hâlâ tartışmalıdır.
Bu teori neden bu kadar tartışmalı?
Çünkü Koestler’in iddiası, Yahudi kimliğinin ve İsrail’in tarihsel hak iddialarının temellerine dokunur. Eğer Aşkenazlar biyolojik olarak İsrailoğulları’ndan değilse, İsrail üzerindeki tarihsel hakları sorgulanabilir. Bu durum, özellikle Orta Doğu’daki politik çatışmalarla doğrudan ilişkilendirildiğinde, akademik bir tartışmanın ötesine geçer.
Kitap bugünkü Yahudi toplumları tarafından nasıl karşılandı?
Aşkenaz Yahudilerinin büyük kısmı kitabı ya görmezden geldi ya da eleştirdi. Bazı entelektüel Yahudiler kitabı tarihsel açıdan eksik ama sorgulayıcı bir çaba olarak değerlendirirken, bazıları onu antisemitik argümanlara zemin hazırladığı için tehlikeli buldu. Koestler’in niyeti olumlu olsa da, yorumlar ve sonuçlar karmaşık bir etki yarattı.
Günümüzde bu teori ne ölçüde geçerliliğini koruyor?
Hazar tezi, günümüzde bazı çevrelerce hâlâ savunulmakta; ancak bilimsel konsensüs, Aşkenaz Yahudilerinin karma kökenli olduğunu savunur. Genetik çalışmalar, ne Koestler’in teorisini bütünüyle desteklemekte ne de kesin biçimde çürütmektedir. Fakat bu tartışma, “soy” kavramının politik ve ideolojik bağlamlarda nasıl işlevselleştirildiğini gösteren çarpıcı bir örnektir.
– Kitaplar: Koestler’in eseri, tarih ve siyasetle ilgilenen birçok yazarda iz bıraktı. Batı’da alternatif tarih kitaplarında sıkça referans verilir.
– Belgeseller: Hazarlar üzerine yapılan tarih belgeselleri, sıklıkla bu tezden bahseder.
– Komplo teorileri: Teori, kimi çevrelerde Yahudi karşıtı veya antisiyonist komplo anlatılarına malzeme yapılmıştır. Bu da eserin masumiyetini tartışmalı kılar.
Arthur Koestler’in “On Üçüncü Kabile” adlı çalışması, tarih ile kimlik, inanç ile aidiyet arasındaki keskin soruları masaya yatırır. Bilimsel açıdan sorgulansa da, düşünsel cesareti inkâr edilemez. Bu eser, kimliğin ne ölçüde tarihsel, ne kadar siyasal ve nerede hayal ürünü olduğuna dair uyarıcı bir metindir. Herkesin ait olduğu bir yer aradığı çağımızda, bazen bu aidiyetlerin kökeni kadar, nasıl kurgulandıkları da hayati önem taşır.
► ULUS DEVLET
► SİYONİZM
► İDEOLOJİ
► DRAG KÜLTÜRÜ
► BEDEN POLİTİKALARI