Bir gece vakti kayıkla nehri geçmek: “Welcome to Greece”

"Geriye bakıyorum. Ömrümün 40 yılını geçirdiğim, atalarımın gömüldüğü, çocuklarımın doğduğu acı tatlı anılarımın olduğu, hayaller kurduğum, sevdiğim, sevildiğim topraklara…. İçim sızlıyor... Kayıktan iniyoruz. Bir adam boyu otların arasından ilerliyorum. Sonra, aniden karanlığın içinde tam önümde gür bir ses yükseliyor. 'Welcome to Greece.'"

Gecenin karanlığına sığınmış, gece gibi karanlık suyun üstünde ilerliyoruz. Çömelmiş vaziyetteyim.

Titizliğim tutuyor. Çamur içindeki tahta kayığa tam oturamadığıma pişmanım, ayaklarım uyuşmaya başladı. Halbuki bu durumda ne önemi var çamurun, kirin pasın…

Biraz ilerimdeki Afgan’a bakıyorum bağdaş kurmuş rahat rahat oturuyor. Benim gibi çömelmiş Türklere takılıyor gözüm. Ah bu bizdeki her durumda tertemiz kalma özeni.

NEHİR NE KADAR DERİN ACABA?

Bakışımı suya kaydırıyorum. Su mu, çamur mu? Nehir mi yoksa çoluk çocuk demeden, kadın erkek demeden çaresizlik içindeki insanları yutan bataklık mı? Ne kadar derin acaba?

Yüzme bilenleri bile içine çeker mi?

Kulağımı suya dayamak geliyor içimden. Bana anlatacak hikâyesi var mı diye merakla….

Evladı kollarının arasından giden bir annenin feryadını duyabilir miyim mesala?

Bacaklarımda hissettiğim uyuşukluk düşüncelerimi bölüyor. Çaktırmadan ayaklarımı kaydırmaya çalışıyorum. Ben kıpırdayınca yanımdaki de fırsattan istifade ayağını hareket ettiriyor ve sandal sallanınca, kayığın sonunda, motorun başında oturan bir çift göz bize çevriliyor. Sessizce “Hareket etmeyin” diyor ama çok şükür ayaklarımı istediğim pozisyona getirdim.

Gökyüzünde dolunay tüm ihtişamıyla parlarken görüntüsü nehre vuruyor. Cırcır böcekleri kayığın motor sessini bastırmak istercesine hep bir ağızdan ötüyorlar. İçimdeki huzursuzluğa, tedirginliğe inat doğada bir huzur ve emniyet hakim.

Bir fısıltı çalınıyor kulağıma ve gecenin karalığında parlayan bir çift göz uyarıyor: “Sessiz olun şu köprüyü bir geçelim.”

Motoru durduruyor “Kafalarınızı eğin” diyor sessizce. Karşı kıyıdan ışıklar içinden müzik sesi ve anlaşılmayan konuşmalar geliyor. Çevreme, gördüklerimi kafama kazımak ister gibi bakıyorum. İçim bomboş. Hiçbir şey hissetmiyorum, hiçbir şey düşünmüyorum. Yanımdakinin nefes alışı dışında bir şey de duymuyorum.

GERİYE BAKMAK…

Ve o an hayatımda dönüşü olmayan bir noktada olduğumu anlıyorum. Geride söylemek istediğim ama söylemediğim o kadar söz biriktirdim ki… Önümdeki hayatımda bunları söyleyebilecek miyim bilmiyorum. Susmaya, susturulmaya öyle alıştım ki tekrar konuşabilecek miyim? Göğsümde biriken taş gibi oturan, ağırlığını ruhumda hissettiğim kelimeler dilimden, kalemimden dökülebilecek mi?

Vücudumda hissettiğim bir ürperti ve titremeyle düşüncelerimden sıyrılıp tekrar kayığa dönüyorum. O an ne kadar üşüdüğümü fark ediyorum, çenem titriyor.

Ben nasıl geldim bu kayığa… Hangi olaylar getirdi beni bu noktaya…. Geriye bakıyorum. Ömrümün 40 yılını geçirdiğim, atalarımın gömüldüğü, çocuklarımın doğduğu, acı tatlı anılarımın olduğu, hayaller kurduğum, sevdiğim, sevildiğim topraklara…. İçim sızlıyor.

9 yıl bekledim diyorum. 9 yıl her şeye inat tutunmaya çalıştım, yaşamaya, nefes almaya çalıştım. Ama önüme sürekli engeller, engellemeler çıktı. Umudumu kaybetmemek, bu kayığa binmemek için yapabileceğim her şeyi yaptım. Her yola başvurdum. Olmadı, oldurulmadı.

Düşüncelerimin arasında kıyıya doğru yaklaşıyoruz. “Geçmiş olsun, yolunuz açık olsun” diyor aynı çift göz. Birbirimize tutunarak doğrulup ilk adımımızı atıyoruz çamurluğu toprağa.

Dönüp son bir defa bakıyorum geriye hüzünle, sonra önüme dönüp bir adam boyu otların arasından ilerliyorum.

Sonra, aniden karanlığın içinde tam önümde gür bir ses yükseliyor. “Welcome to Greece.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com