BİLİNÇDIŞI – Gözle Görünmeyen Hakikat

Bilinçdışı, susanın değil; bastırılanın, geri dönenin ve yönümüzü belirleyen görünmeyenin adıdır.


Bilinçdışı nedir?

Bilinçdışı, bireyin farkında olmadığı, ancak düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını etkileyen zihinsel içeriklerin toplamıdır. Freud’un kuramında bilinçdışı; bastırılmış arzuların, travmaların ve çocukluk deneyimlerinin saklandığı bir “psişik mekân”dır. Ancak sadece bireysel değil, kolektif bir katmana da sahiptir: Toplumların, kültürlerin, hatta ideolojilerin de bastırılmışları vardır. Carl Jung, bu yapının arketipsel ve evrensel biçimlere de sahip olabileceğini savunur. Lacan ise bilinçdışını, dilin yapısıyla özdeşleştirerek, onu “dil gibi yapılandırılmış” bir sistem olarak tanımlar. Kısacası bilinçdışı; unuttuğumuzu sandığımızın unutmadığı, susturduğumuzu sanarken sesimizi bozan bir arka plandır.


Bilinçdışı: Görünmeyen Etkilerin Zihinsel Toprağı

Psikanaliz ve diğer psikolojik kuramlar çerçevesinde bilinçdışı zihin (ya da kısaca bilinçdışı), psişenin iç gözleme kapalı olan kısmıdır. Bu süreçler bilincin farkındalık düzeyinin altında işlese de, bilinçli düşünme süreçleri ve davranışlar üzerinde etkili oldukları düşünülür.

“Bilinçdışı” terimi ilk olarak 18. yüzyılda Alman Romantik filozof Friedrich Schelling tarafından ortaya atılmış, daha sonra İngilizceye şair ve deneme yazarı Samuel Taylor Coleridge tarafından kazandırılmıştır.

Psikolojide ve genel kültürde bilinçdışı kavramının öne çıkışı büyük ölçüde Avusturyalı nörolog ve psikanalist Sigmund Freud’un çalışmalarıyla mümkün olmuştur. Freud’un psikanalitik kuramında bilinçdışı; bastırma mekanizmasına tabi olmuş düşünce ve dürtülerden oluşur: Özellikle çocuklukta ortaya çıkan ve kaygı yaratan itkiler bilinçten uzaklaştırılır, ancak bu durum onların varlığını ortadan kaldırmaz. Tam tersine, bu içerikler bilinç yönünde sürekli bir baskı oluşturur.

Bilinçdışının içeriği, bilince ancak dolaylı ve çarpıtılmış biçimlerde, yani rüyalar ve nevrotik semptomlar aracılığıyla ulaşabilir. Aynı zamanda dil sürçmeleri ve şakalar da bu bastırılmış içeriğin görünür olduğu diğer alanlardır. Psikanalistin görevi, bu bilinçli tezahürleri çözümleyerek bastırılmış olanın doğasını anlamaya çalışmaktır.

Bilinçdışı zihin, rüyaların ve nedensiz gibi görünen otomatik düşüncelerin kaynağı olarak görülebilir; unutulmuş ama bir gün yeniden hatırlanabilir anıların deposu, düşünmeden yaptığımız davranışların ardındaki örtük bilginin konumlandığı yerdir. Kısmen bilinçli deneyimlerle ilişkili bazı olgular arasında uyanma hâli, örtük hafıza, bilinçaltı mesajlar, trans hâli, hipnagojik durumlar (uykuya dalma sürecindeki bilinç hâlleri) ve hipnoz sayılabilir. Uyku, uyurgezerlik, rüya, hezeyan ve koma gibi durumlar bilinçdışı süreçlerin varlığına işaret edebilir; fakat bu süreçler doğrudan bilinçdışının kendisi değil, onun belirtileri olarak kabul edilir.

Öte yandan bazı eleştirmenler, bilinçdışının varlığından tamamen şüphe etmişlerdir.


Bilinçsiz Biliş: Farkında Olmadan Bilmek

Günümüz bilişsel psikolojisinde, bilinçli farkındalık aracılığıyla gerçekleşmeyen zihinsel etkinliklere odaklanan geniş kapsamlı bir araştırma alanı bulunmaktadır. Bu araştırmaların büyük kısmı, bilgi işleme paradigması çerçevesinde şekillenen akademik gelenek içerisinde yürütülmüştür. Bilinçdışı süreçlere ilişkin bu bilişsel yaklaşım, psikanalitik kuramın klinik gözlemlerine veya kuramsal öncüllerine dayanmaz; aksine, büyük ölçüde veriye dayalıdır.

Bilişsel psikoloji alanındaki çalışmalar, bireylerin farkında olduklarından ya da hatırlayıp ifade edebildiklerinden çok daha fazla bilgiyi otomatik olarak kaydettiklerini ve öğrendiklerini göstermektedir. Bu süreç bilinçli dikkat ya da niyet olmaksızın işler.

Araştırmaların önemli bir bölümü, bilinçli ve bilinçsiz algı arasındaki farklara odaklanmıştır. Bir uyarıcının bilinçli olarak algılanıp algılanmayacağı, hem uyarıcının gücü gibi alt düzey özelliklere (bottom-up süreçler) hem de dikkat gibi üst düzey mekanizmalara (top-down süreçler) bağlıdır. Son dönemde yapılan çalışmalar, bilinçsizce algılanan bazı bilgilerin, yeterli ölçüde birikmiş kanıt olduğunda bilinçli erişime açılabildiğini ortaya koymaktadır. Benzer şekilde, normalde bilinçli olan içerikler de dikkat eksikliği (örneğin dikkatsel körlük – attentional blink) ya da görsel maskeleme gibi dikkat dağıtıcı uyaranlar nedeniyle bilinçdışına itilerek erişilemez hâle gelebilir.

Bilgiye Dair Frekansın Bilinçdışı İşlenmesi

Hasher ve Zacks tarafından yürütülen geniş çaplı bir araştırma hattı, bireylerin olayların sıklığına dair bilgiyi bilinçli farkındalık dışında, yani otomatik ve istemsiz bir biçimde kaydettiklerini göstermiştir. Dahası, algılayan bireyler bunu gerçekten “otomatik” şekilde yaparlar: Verilen yönergelerden ya da görevleri gerçekleştirme amaçlarından bağımsız olarak… Bu yeti; yaş, eğitim düzeyi, zekâ ya da kişilik özellikleriyle anlamlı bir ilişki göstermemektedir. Bu nedenle, bireylerin çevrede yön bulma yetilerinin ve olasılıkla edimsel (procedural) bilginin ve deneyimin ediniminin temel yapı taşlarından birini temsil ettiği düşünülmektedir.


Bilinçdışının Eleştirisi: Bir Kavramın Sınırları Üzerine

Bilinçdışı zihnin var olduğu yönündeki düşünce, bazı çevrelerce bütünüyle tartışmaya açılmıştır.

Franz Brentano, 1874 tarihli Empirik Açıdan Psikoloji adlı eserinde bilinçdışı kavramını reddeder; ancak bu reddiye, esasen bilinç ve bilinçsizlik tanımlarına dayanmaktadır.

Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik (L’être et le néant) adlı eserinde Freud’un bilinçdışı kuramına yönelik bir eleştiri sunar. Sartre’a göre bilinç, özünde kendi üzerine dönük bir farkındalık biçimi olduğu için, “bilinçdışı” fikriyle çelişir. Ayrıca, Freud’un bastırma teorisinin içsel olarak tutarsız olduğunu öne sürer. Bununla birlikte, filozof Thomas Baldwin, Sartre’ın Freud’u yanlış anladığını savunur.

Erich Fromm da bilinçdışı kavramına mesafeli yaklaşır ve şöyle yazar:
“‘Bilinçdışı’ terimi aslında bir gizemleştirmedir (her ne kadar ben de bu sayfalarda kullanım kolaylığı açısından aynı suça ortak oluyorsam da). Bilinçdışı diye bir şey yoktur; yalnızca farkında olduğumuz deneyimler ve farkında olmadığımız deneyimler vardır. Bir adamdan korktuğum için ondan nefret ediyorsam, nefretten haberdar ama korkudan habersizsem, nefretim bilinçli, korkum ise bilinçsizdir diyebiliriz. Yine de korkum, o esrarengiz yer ‘bilinçdışı’da bulunmaz.”

John Searle, Freudyen bilinçdışıya karşı eleştirel bir duruş sergiler. Ona göre, Freud’un “bilinçdışı” diye nitelediği örneklerin çoğu aslında bastırılmış bilinçli hâller olarak açıklanabilir. Searle, bilinçli erişime prensipte hiçbir zaman açık olmayan düşünce kümelerinin zihinde ayrıcalıklı bir bölgede var olduğunu iddia etmenin tutarsız olduğunu savunur. Bu, “düşünce” gibi görünen ama aslında hiçbir zaman düşünülmeyen şeylerin “düşünce” olarak kabul edilmesini gerektirir ki, bu da kavramsal bir çelişki doğurur. Searle, böyle içeriklerin daha doğru biçimde “bilinçsiz” değil, “bilinç dışı beyin süreçleri” olarak adlandırılması gerektiğini öne sürer.

Freudyen bilinçdışıya karşı çıkan diğer eleştirmenler arasında David Stannard, Richard Webster, Ethan Watters, Richard Ofshe ve Eric Thomas Weber sayılabilir.

Bazı bilimsel araştırmacılar ise Freud’un kuramından oldukça farklı bilinçdışı mekanizmalar önermiştir. Bunlar arasında John Kihlstrom’un “bilişsel bilinçdışı”sı, Timothy Wilson’ın “uyarlanabilir bilinçdışı”sı ve Loftus ile Klinger’ın “aptal bilinçdışı” (dumb unconscious) kavramları yer alır. Bu modellerde, otomatik süreçler çalışır, ancak bastırma ve sembolik geri dönüş gibi karmaşık mekanizmalar yer almaz. Robert Langs ise bunlara ek olarak “derin bilinçdışı sistem” adını verdiği bir yapı önermiştir.

Modern bilişsel psikolojide pek çok araştırmacı, bilinçdışı kavramını Freud’un mirasından arındırmaya çalışmış ve onun yerine “örtük” (implicit) ya da “otomatik” (automatic) gibi terimleri kullanmayı tercih etmiştir. Bu yaklaşımlar, zihinsel işlemlerin büyük bölümünün bilişsel farkındalığın dışında gerçekleştiğini ve kişinin farkında olmadığı süreçlerin hem diğer zihinsel süreçleri hem de davranışı etkileyebileceğini göstermiştir.

Bu alandaki aktif araştırma gelenekleri arasında örtük bellek (örneğin priming çalışmaları) ve Pawel Lewicki’nin “bilinçsiz bilgi edinimi” üzerine yaptığı deneysel çalışmalar öne çıkar.


1. Bilinçdışı yalnızca psikolojik bir kavram mıdır?

Başlangıçta evet, ancak zamanla hem edebiyatta hem felsefede hem de politik düşüncede etkisini göstermiştir. Bilinçdışı kavramı, yalnızca bireyin iç dünyasını değil, toplumların tarihsel bastırmalarını, söylem dışına itilenleri, görünmeyeni temsil eder. Bu nedenle, örneğin bir toplumun bilinçdışından söz etmek, onun resmi tarihte anmadığı, hatırlamak istemediği travmalarına işaret etmek anlamına gelir.


2. Bilinçdışı bastırılmış olanla mı ilgilidir?

Evet. Bilinçdışının temelini, bastırılmış içerikler oluşturur. Freud’a göre birey, toplumsal ya da ahlaki normlara uymayan arzularını, düşüncelerini bastırarak bilinçdışına iter. Ancak bu içerikler silinmez; rüyalarda, dil sürçmelerinde, sembollerde, nörotik davranışlarda ve tekrar eden döngülerde kendilerini gösterirler. Bastırılan geri döner – üstelik tanınmaz biçimde.


3. Bilinçdışı ile dil arasında nasıl bir ilişki vardır?

Jacques Lacan’a göre bilinçdışı, dil gibi yapılandırılmıştır. Yani düşünce değil, arzu değil, imge değil – dilin yapısıdır onu kuran. Dil bizi konuşmaz; biz dili konuşur gibi yaparken, aslında dilde yapılandırılmış arzularımızın zincirinden konuşuruz. Bu nedenle bir rüyayı anlamak, bir hatayı yorumlamak, bir düş kırıklığını çözümlemek, aslında bir metni okumaya benzer: Bilinçdışı, yorum isteyen bir anlam ağıdır.


4. Bilinçdışı sadece bireyde mi bulunur?

Hayır. Toplumsal bilinçdışı, kültürel bastırmalarla şekillenir. Unutulan soykırımlar, inkâr edilen tarihsel sorumluluklar, görünmezleştirilen topluluklar bir toplumun bilinçdışını oluşturur. Bu kolektif bastırma, yalnızca tarih kitaplarında değil, gündelik dilde, mizahın yönünde, ritüellerde ve suskunluklarda kendini belli eder. Dolayısıyla bilinçdışı, bir toplumun kendi hakkında konuşamadığı şeylerin konuşulma biçimidir.


5. Bilinçdışıyla nasıl yüzleşilir?

Yüzleşme, bastırılanın tanınmasını gerektirir – ancak bu kolay ya da acısız bir süreç değildir. Psikanalitik bağlamda bu yüzleşme, terapötik ilişkiyle sağlanır; birey konuşarak, rüyalarını anlatarak, tekrarlarını fark ederek kendi geçmişine yaklaşır. Toplumsal düzeyde ise bu yüzleşme, ancak hakikat komisyonları, kamusal hafıza çalışmaları ya da edebiyatın, sanatın ve felsefenin katkısıyla gerçekleşebilir. Bilinçdışını yalnızca ortaya çıkarmak yetmez; onu anlamak ve dönüştürmek gerekir.


Popüler Kültürde Bilinçdışı

Kitap Dünyasında:
Sigmund Freud – Rüyaların Yorumu: Bilinçdışının klasik metni.
Carl Gustav Jung – Arketipler ve Kollektif Bilinçdışı: Bireyötesi bilinçdışı kavramını geliştirir.
Slavoj Žižek – İdeolojinin Yüce Nesnesi: Bilinçdışının politik boyutuna odaklanır.

Sinemada ve Dizilerde:
Inception, Mulholland Drive, Black Swan, Fight Club: Rüya, arzu, bölünmüş benlik ve bilinçdışı imgeler.
The Sopranos: Mafya ve psikanaliz arasında bilinçdışıyla kurulan ilişki.

Video Oyunlarında:
Silent Hill 2: Travmalarla yüzleşme teması üzerinden bilinçdışının mekânlaştırılması.
Psychonauts: Karakterlerin bilinçdışı dünyalarına girilen mizahi ve psikolojik bir evren.

Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
Oedipus Rex (Sophokles): Freud’un Oidipus Kompleksi kavramının kaynağı.
Surrealist resim ve dadaist şiir, bilinçdışının estetik üretim yollarıdır.


Genel Değerlendirme

Bilinçdışı, bastırmanın meyvesidir. Görünmezdir ama etkilidir; sessizdir ama konuşur. Her birey, her toplum, her kültür bir bilinçdışına sahiptir. Bu yapı, sadece iç dünyamızın karanlığı değil; suskunluklarımızın, unutkanlıklarımızın, konuşmaktan korktuklarımızın saklandığı zihinsel bir yeraltıdır. Onunla karşılaşmak hem bireysel bir cesaret ister, hem de kolektif bir etik sorumluluk. Çünkü hakikat her zaman açıkta değil, bazen bastırılmış olanın geri dönüşünde gizlidir.


Velev’den İlgili Maddeler

ARZU MAKİNESİ
TRAVMA
► SIGMUND FREUD
KOLEKTİF HAFIZA
SUSKUNLUK SARMALI

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com