Performans sanatı, ne tam tiyatrodur ne de yalnızca resim ya da müzik; o, sanatçının kendini zamanın içinde yakmasıdır.
Performans sanatı, sanatçının bedenini, varlığını ve eylemini kullanarak gerçekleştirdiği, genellikle belirli bir mekâna ve zamana bağlı, tekrarlanamaz bir sanatsal ifadedir.
1960’lardan itibaren Batı sanat dünyasında yükselen bu tür, geleneksel sanat formlarına, galeri kültürüne ve sanat nesnesine karşı bir tepki olarak doğmuştur.
Bu sanat türü; bedenin politik, sosyal, cinsiyetli ve zamanla sınırlı doğasını ön plana çıkarır. Sanatçının eylemi eserin kendisidir.
Bir tabloyu değil, yaşanmış bir ânı izlersiniz.
Performans sanatı genellikle şu üç özelliği taşır: Canlılık (doğaçlama ya da planlı olabilir), Zamana bağlılık ve İzleyiciyle etkileşim (pasif ya da aktif biçimde).
Performans sanatı ve tiyatro arasında biçimsel benzerlikler olsa da, temelde yaklaşımları çok farklıdır:
Tiyatro, metne, role ve temsil sürecine dayanır. Oyun, genellikle baştan sona yazılmıştır ve oyuncular belli karakterleri canlandırır.
Performans sanatı ise çoğu zaman doğaçlamadır. Sanatçı, bir rolü oynamaz; kendisi olarak eylemde bulunur.
Tiyatro, izleyiciyi pasif bir konuma koyarken; performans sanatı, izleyiciyi tanık, müdahil ya da rahatsız edici bir pozisyona yerleştirebilir.
Tiyatro tekrar edilebilir; performans sanatı ise çoğu zaman biriciktir.
Çünkü performans sanatı, klasik sanat türleri gibi bir nesne üretmez; onun aracı, malzemesi ve sahnesi bizzat sanatçının kendi bedenidir. Bu bedensellik şu nedenlerle öne çıkar:
Sistem eleştirisi: Beden, toplumsal normlara karşı bir protesto alanı hâline gelir.
Cinsiyet ve kimlik: Kadın, queer ya da non-binary bedenler performans aracılığıyla görünürlük kazanır.
Sınır deneyimi: Performans sanatçıları bedeni sınırlarına kadar zorlayarak izleyicinin rahatsızlık eşiğini de test eder.
Örneğin Marina Abramović’in 6 saat boyunca hareketsiz durduğu Rhythm 0 performansı, bedenin seyirci tarafından nasıl nesneleştirildiğini gösterir.
Çünkü geçiciliği, onun duygusal yoğunluğunu artırır. Bir tabloya her zaman yeniden bakabilirsiniz. Ama bir performansa tanık olduysanız: O ânın duygusu, Sanatçının riski, Kendi tepkileriniz, Mekân ve zamana aitlik hissi ve hep birlikte geri alınamaz bir deneyim üretir.
Bu biriciklik, izleyicinin performansa karşı duyarlılığını artırır ve onu estetikten çok varoluşsal bir düzeye taşır.
Performans sanatı, izleyiciyi bir “seyirci” olmaktan çıkarıp tanık, fail ya da ortak konumuna getirir.
Bazı örneklerde izleyici:
Sanatçının bedenine doğrudan dokunabilir (Yoko Ono – Cut Piece),
Eyleme müdahale edebilir ya da karşı çıkabilir (Chris Burden – Shoot),
Hiçbir şey yapmadan bile performansın bir parçası hâline gelir.
İzleyicinin konumu, performansın anlamını değiştirir. Bu yönüyle performans sanatı, etik ve estetik sınırların sürekli yeniden çizildiği bir alan hâline gelir.
Evet ama daha zor. Çünkü çağdaş kültürde “her şey gösteri”, “her şey içerik” hâline geldi. Performansın yarattığı şok etkisi ya da sınır ihlalleri artık çok daha hızla ticarileşiyor ya da tüketiliyor.
Ancak buna rağmen: Kamusal alanda yapılan performanslar, Toplumsal travmaları bedensel eylemlerle görünür kılan sanatçılar, Dijital çağa direnen canlılık vurguları ve performans sanatının hâlâ güçlü ve politik bir dil üretebileceğini gösteriyor.
Özetle: Performans sanatı, sanatın “yaşanması” gereken bir formu olmaya devam ediyor.
1. Marina Abramović – Rhythm 0 (1974)
Performans sanatının “büyükannesi” olarak bilinir. Bedenin sınırlarını, acı ve seyirciyle ilişkiyi merkezine alır.
Sanatçı altı saat boyunca hareketsiz durur ve izleyicilere masaya yerleştirdiği 72 objeyle (bıçak, gül, silah vb.) dilediklerini yapma hakkı tanır.
Bu ikonik performans, pasif bir bedenin nasıl hızla şiddet nesnesine dönüşebileceğini çarpıcı biçimde gösterir.
2. Yoko Ono – Cut Piece (1964)
Fluxus hareketiyle de ilişkili Japon sanatçı. Performanslarında beden, barış ve kadınlık temalarını işler.
Sanatçı sahnede hareketsiz oturur; izleyicilerden birer birer gelip üzerindeki kıyafeti makasla kesmeleri istenir.
Kadın bedeninin nesneleştirilmesini ve izleyiciyle sanatçı arasındaki sınırı sorgular.
3. Chris Burden – Shoot (1971)
Amerikan performans sanatının radikal ismi. Bedenini riske atarak sanatın ve şiddetin sınırlarını zorlamıştır.
Sanatçı, bir arkadaşından kendisini kolundan vurmasını ister. Performans, şiddetin doğrudan bedene yöneltilmesini ve medyatik etkisini tartışmaya açar.
4. Joseph Beuys – I Like America and America Likes Me (1974)
Sosyal heykel kavramını ortaya atan Alman sanatçı. Performanslarında şamanistik öğeler ve siyasal simgeler kullanır.
Sanatçı kendini günlerce bir galeriye kapatır ve bir çakal ile birlikte yaşar.
Amerikan kültürünü, doğa ile kurulan ilişkileri ve ehlileştirme fikrini sorgulayan simgesel bir eylemdir.
5. Tehching Hsieh – One Year Performance serisi (1980–86)
Zaman ve yaşamın kendisini sanata dönüştüren, performans tarihinin en uç noktalarına gitmiş Tayvanlı sanatçı.
Hsieh bir yıl boyunca her saat başı kendini fotoğraflar (Time Clock Piece), ya da bir yıl boyunca dış mekânda uyur.
Zaman, disiplin, yalnızlık ve sistem eleştirisini uç noktada işler.
Kitap Dünyasında:
RoseLee Goldberg – Performance Art: From Futurism to the Present: Performans sanatının tarihsel gelişimini ve teorisini izleyen temel metin.
Amelia Jones – Body Art/Performing the Subject: Feminist ve beden odaklı performanslar üzerine çözümleyici bir kitap.
Peggy Phelan – Unmarked: The Politics of Performance: Performansın iz bırakmama gücü ve görünmezliğin politik estetiği üzerine kuramsal bir metin.
Sinemada ve Dizilerde:
Marina Abramović: The Artist is Present (2012): Abramović’in MoMA’daki ikonik performansına dair belgesel.
Exit Through the Gift Shop (2010): Banksy üzerinden sokak sanatı ve performansın sınırlarını tartışan çarpıcı bir film.
The Square (2017): Sanat dünyasının ikiyüzlülüğü ve performans sanatının tüketilme biçimi üzerine bir hiciv.
Video Oyunlarında:
Performans sanatı doğrudan oyunlara yansımamış olsa da, Death Stranding, Journey veya The Stanley Parable gibi oyunlar, oyuncunun varlığına anlam yükleyen deneyimsel yapılarıyla “performatif oyunlar” olarak okunabilir.
Tiyatro ve Diğer Sanat Alanlarında:
Marina Abramović: Acı, sınır, yalnızlık ve seyirciyle temas temalarıyla bedenin sınırlarını zorlayan performanslar.
Joseph Beuys: Siyaset, doğa ve toplumsal hafıza arasında eylemci performanslar.
Yoko Ono: Cut Piece adlı performansıyla bedenin ve şiddetin sınırlarını izleyiciye teslim eder.
Türkiye’de Şükran Moral, Kutluğ Ataman ve İpek Duben gibi sanatçılar bu alanda öncü işler üretmiştir.
Performans sanatı, sanatla yaşam arasındaki duvarı kaldırır. Mekân, beden, zaman ve izleyici aynı anda var olur; hiçbiri birbirinden bağımsız değildir. Performans sanatçısı, kendini yalnızca ifade etmez; tehlikeye, yoruma, hatta yıkıma açar. Bir tabloyu duvarda asabilirsiniz; ama performansı sadece orada, o an ve o tanıklıkla yaşayabilirsiniz. Bu yüzden performans sanatı, sanatın en “yaşayan” ama aynı zamanda en “yok olup giden” biçimidir.
Bu madde ilginizi çektiyse aşağıdaki başlıklara da göz atabilirsiniz:
► BEDEN POLİTİKALARI
► FLUXUS HAREKETİ
► AVANGARD SANAT
► MARİNA ABRAMOVİĆ
► SANATTA ŞİDDET