Reddi mirasçılar ve Miras Kavgacıları

Miras; aktarımı, kullanımı hatta reddi ile insana aittir. Maddi mirası devralmak günü kurtarır. Manevi miras devralanlar Leviler, Kohenler gibi zamanlarından sonra da yaşar.

Genetik ve kısmen davranışsal miras aktarımı diğer canlı türlerinde bulunsa da dünyanın gelişimini sağlayan miras aktarımı insana has bir özelliktir. Miras dağılımı hukukun en eski en debdebeli konularındandır. Ancak hukuk kapsamı dışında da çok değerli miraslar vardır. Örneğin, Platoncu yaklaşımla bilgi ve erdem insanlığın epistemolojik mirası olarak görülebilir ya da Aristo’nun 4 ilkesi insandaki doğal eğilimin aktarımını sağlayan bir yapı olarak incelenebilir.

En eski kitaplı din Yahudilikte, Levi kabilesine ve onun alt ailesi olan Kohenlere (Harun soyundan gelenler/Kahinler) verilen üstünlük, maddi hiçbir şey ile ölçülemez ilahi bir mirastır. Diğer kabileler ticaret, toprak, denizlerde ticaret, hatta Yahudalar krallık devralırken onlara maddi mirastan pay düşmez. Hem dini kimlik hem de din işlerinde hizmet anlamına gelen Tora (Tevrat) verilir. Zira, Tanrı Leviler için “Onları İsrail’in bütün ilk doğanlarının yerine Ben kendime aldım. Onlar benimdir.” (Sayılar 3:12) der ve Leviler geçimlerini dini hizmetler karşılığında aldıkları 1:10 vergilerle sağlar.

Hıristiyanlarda, insan, iman etmekle hem Tanrının çocuğu hem de Tanrının Krallığına Mesih ile birlikte mirasçı olur. Yani dünyada kalben, ahirette cennet ile barış ve huzur dolu bir yaşama mirasçıdırlar. Bu anlayış Kantın Kosmopolitaniziminin* de ilham kaynağıdır.

İslam’da ise ümmete kalan yegâne miras bilgi ve ahlak ile yoğrulmuş hikmetli ilimdir. Yani her üç İbrahimi dinde de en kıymetli miras maddi olarak paha biçilemeyecek yapıdadır ve Tanrı inanları yeryüzünün mirasçıları olarak seçmiştir.

Dinlere benzemese de felsefe tarihinin de miras ile ilgili meşhur olayları vardır. Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz diyerek insanlara, her şeyin akıp değiştiğini öğreten Efesli Herakleitos, eğer kendine kalan Rahip-Kral soy mirasını kabul etseydi, belki bugün sadece geçmişteki onlarca kraldan biri olarak literatürde yer alacaktı. Halbuki o, birçoklarının uğruna ruhlarını bile satmak isteyeceği, makam mirasının reddi mirasçısıdır. Üstelik bu makam rahipliği de içeren kutsal bir yapıdadır. Herakleitos krallığı felsefe yapmak için reddeder. Hayranı olan çılgın Nietzsche de Herakleitos’tan geri kalmaz ve Zerdüşt’çe buyururken kendi aile mirasını reddeder.

Ancak modern felsefenin en efsane reddi mirasçısı, zamanında Rothshildlerden sonra zenginlikte ikinci sıradaki, demir-çelik ve sanayi devi Avusturyalı Karl Wittgenstein’ın, o dudak ısırtan servetine, hiç düşünmeden sırt çeviren Ludwig Wittgenstein’dır. Milyarder bir mirasyedi olup Bohem bir hayat yaşamaktansa dağ köylerinde öğretmenliği tercih eder. Fakat, köydekiler onun değerini anlamaz, onu kovar. O da tumturaklı yollardan geçerek Cambridge Üniversitesinde Hoca olur. Maddi sadeliğin yanında felsefi derinlikli iç huzurlu yalnız bir hayat yaşar. Öyle ki savaş cephelerindeki günlerine, yalnızlık, zorluklar ve buhranlarına rağmen fakirliğe yakın sadelikle yaşadığı hayat üzerine ölüm döşeğindeki son sözleri “Bana harika bir hayat verildi” olur.

PİSAGOR

Elbette filozoflar arasında maddiyatın reddi mirasçıları yanısıra maddi-manevi mirasyediler, miras gaspçıları ve miras kavgacıları da bulunur. Ama bıraktıkları etki açısından benim en önemli bulduğum gurup diğer düşünce okullarından farklı olarak topluma yön vermeye çalışan Pisagorculardır.

Sokrates ile aynı dönemde yaşayan meşhur bir matematikçi filozoftur Pisagor. O da Sokrates gibi hiç yazılı eser bırakmaz. Hatta ölümünden yaklaşık 200 yıl sonrasına kadar yazılı aktarım yoktur. Ancak kesin bir bilgi varsa o da Pisagor’un tıpkı Sokrates gibi hayatını, ‘iyi yaşamı’ göstermeye adamasıdır. Kırk yaşına kadar ömrü Samos’ta geçer. Mısır, Fenike, Babil gibi ülkelere seyahat eder. Oradaki mistik yaşam pratikleri ve doğa bilimlerinden çok etkilenir. Bugün Pisagor’a atfedilen matematik teoremi de doğuya yaptığı gezilerde öğrendiği bilgilerdendir.

Hayatında şaşılmayacak bir olay varsa o da çağını derinden etkileyen her düşünür gibi onun da memleketini bir Tiran ve onun zulümleri sonucu terk etmesidir. Sonrasında Güney Sicilya’da Kroton’a yerleşir. Ama burada mutlu mesut bir yaşam sürdüğünü sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Pisagor öğrencileri için sadece fikirler üreten bir filozof yahut bilim insanı değildir. O, ölümden sonraki hayat ve ruhun kaderi üzerine bir uzmandır. Öğrencileri onun yaşam felsefesini öyle sıkı takip ederler ki Pisagor ne derse hayatlarını, o ilkeler doğrultusunda yaşarlar. Bu durum onları var olan geleneksel yapıdan ve yaşadıkları toplumdan ayrıştırır. Örneğin sıkı bir diyetleri vardır ve her şeyi yemezler. Özellikle hayvansal gıdalarda çok seçicidirler. Pisagor da Sokrates gibi geleneğin aksine kadınları öğrenci olarak kabul eder. Onlara hem felsefe hem matematik öğretir.

Anavatanındaki, Tiranla olan deneyimleri onu derin bir gizliliğe iter. Hatta has dairede gizlilik yemini bile vardır. Bu yemin; sadık kalma, ahlaki arınma, bilgelik yolunda ilerleme, insanlığa zarar vermeme, doğruyu savunma, zengin olmama, adaleti gözetmeye adanma gibi ahlaki ilkeleri takip etmeyi, kötü davranışlardan, her türlü kötülükten -düşüncede olsa bile- sakınmayı içerir. Buna rağmen mutlu günler uzun sürmez. Geleneklerini tehdit altında hisseden Kroton halkı, ayaklanıp okulu yakar. Bir rivayete göre Pisagor orada ölür. Ancak hâkim görüş oradan kaçıp bir süre sonra başka bir yerde vefat ettiği yönündedir.

Bir yanda Tiran bir yanda Tiranları aratmayan zorbalıktaki halkın baskısı Pisagor’un düşüncelerinin vaktinde yazıya geçirilmemesinin nedenidir. Bugün bile Pisagor’un düşünceleri hakkında yazıp çizmek çok zordur. Bilimselliğin sınırları ne kadar gözetilse de çoğu veri spekülatiftir. Yeni Pisagorculuk üzerine ise birçok kaynak bulunur.

Vefatından sonra okulundakiler bir müddet izinde ilerlese de zamanla öğrencileri arasında çok net iki farklı tutum belirir. Bir gurup, onun matematikçi yönüne hayran sistemli akıl yürütmeye dayalı bilimsel çalışmalara ağırlık verir. Diğer gurup ise, Pisagor’un, kutsal gördükleri sözlerine, ruhun kaderini belirleyecek yaşam pratiklerine odaklanır ve dini törenler düzenleyip ahlaki yönünü yaşatan mistik bir tutum benimser.

Nitekim çatışmalar, okulu Matematikçiler (Mathematikoí/Bilim ile uğraşanlar)) ve Nümizmatikler (Akusmatikoi/Söylenenlere itaat eden, harfiyle takip edenler) diye iki kola böler.

Matematikçiler bilimselliğe ve akılcılığa öyle saplanır ki zamanla salt bilimselliği gözeten liderlerin yönettiği elitiz bir grup haline gelir. Nümizmatikler ise aralarından belirgin bir lider çıkarmadan geniş halk kitlelerine Pisagorcu yaşamın nasıl olması gerektiğini, onun sözlerini hiç değiştirmeden aktarıp yaptıklarını birebir takip ederek ilerler. Halbuki, Pisagor ne yalnızca ruh terbiyecisi ne de sadece akılcı bir bilim insanı değildir. Bilakis, o, her ikisini birleştirerek iyi hayatı hedefleyen bir bilgedir.

Bilgilerin gizli tutulması ve Pisagor mirasını sahiplenmede çatışmalar öyle büyür ki, her iki gurubun da öfkeleri birbirlerinin canlarına zarar verecek boyuta dönüşür. Hatta, tarih bize gizli sayılan bir bilgiyi paylaştığı için yüksek bir yerden atılarak infaz edilen Hipassos’u anlatır.

Ne ilginçtir ki Pisagor’un mirası, Pisagorculuk olarak anılan bu iki gurup tarafından yayılsa da iki farklı klik Pisagor’u birbirinden o kadar farklı yönleri ile yorumlar ve anlatır ki ikisi de Pisagor’un özünden çok farklı duruşa evrilir. Sonuçta Pisagor’un en meşhur mirasçısı kendinin değil Sokrates’in sadık öğrencilerinden çıkar. Onun, ruhların ölümsüzlüğü ve ruhun kaderi anlayışını tüm felsefi doktrininin temeli yapıp Pisagor’un mistisizmini idealar evrenine taşıyan Platondur. Platon, okulunun kapısına ‘Geometri bilmeyen giremez yazdırarak’ Pisagor’un hem bilimsel hem ruh ile ilgili yönünü kullanmış olur. Bununla da Matematikçi kliğin en önemli lideri Archytası bile Pisagor düşüncesinden ilham almada geride bırakır.

Miras; aktarımı, kullanımı hatta reddi ile insana aittir. Maddi mirası devralmak günü kurtarır. Manevi miras devralanlar Leviler, Kohenler gibi zamanlarından sonra da yaşar. Makam ve servetlere tamah etmeyip uğruna ölünen mirasları reddeden Herakleitos, Wittgenstein gibi isimler takip edilecek izler bırakır. Felsefi mirası hakkını vererek bağımsız değerlendirmek insanı Platon gibi eşsiz kılar.

Miras bırakanın özüne aykırı mirasçı kavgaları ise ya o mirası kaybettirir ya da o miras Pisagorculuk gibi aslından uzak halden hale evrilir.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com