“Görme Biçimleri” (Ways of Seeing), sanat eleştirmeni ve yazar John Berger’in hem kitabı hem de aynı adlı BBC belgesel serisidir (1972).
Berger’in temel savı şudur: Görmek, doğal ve nötr bir eylem değil; kültürel, tarihsel ve ideolojik olarak biçimlendirilmiş bir eylemdir.
Bir tabloya, bir kadına, bir manzaraya ya da bir reklama nasıl baktığımız, bize öğretilen bakış kodlarına bağlıdır.
Öyleyse sorun sadece “neye bakıyoruz?” değil; “kimin bakışıyla bakıyoruz?” sorusudur. İşte bu yüzden görme, bir bilgi değil; bir temsil sorunudur. Ve temsil, daima iktidar ilişkileriyle iç içe bir düzlemdir.
John Berger (1926–2017), İngiliz sanat eleştirmeni, romancı, ressam ve aktivisttir.
Sanata, özellikle Batı sanatına yönelik geleneksel, akademik yorumları altüst eden bir yaklaşımla tanınır.
“Ways of Seeing” adlı kitabı ve aynı adlı dört bölümlük BBC dizisi, Walter Benjamin’in “Teknik Olarak Yeniden Üretilebilirlik” kuramını popüler düzeyde yeniden yorumlar.
Berger’e göre sanat tarihi, büyük ölçüde erkek egemen bakışla kurulmuştur.
Kadınlar “gözetlenen nesne”ye, erkekler ise “bakan özne”ye dönüşmüştür.
Bu görme rejimi, yalnızca sanatta değil, medyada, reklamlarda ve toplumsal cinsiyet rollerinde de süreklilik taşır.
“Görmek” ile “iktidar” arasındaki bağ şudur: Ne gösterildiği değil; neyin gösterilmeye değer görüldüğü belirleyicidir.
Bir resimde kadın çıplaklığı varsa bu, genellikle kadınların değil, erkeklerin bakışına hitap eden bir kurgudur.
Bir reklamdaki beden estetiği, sınıf kodları ya da yaşam biçimi, ideolojik bir güzellik anlayışını dayatır.
Berger, klasik yağlıboya resimlerinden günümüz billboard’larına kadar uzanan bir çizgide bu “bakış ekonomisini” ifşa eder.
Her görüntü, sadece nesneleri değil, onlara nasıl yaklaşılacağını da kodlar.
“Görme biçimi”, sadece gözle bir nesneyi algılamak değil; o nesneye nasıl bakıldığını, o bakışın hangi kültürel, tarihsel ve ideolojik kodlarla biçimlendiğini sorgulayan bir kavramdır. Yani bir tabloyu, bir fotoğrafı, bir bedeni “görürken” aslında yalnız bakmaz, aynı zamanda öğretilmiş anlamlar üzerinden yorumlarız. Bir kadın portresine “hayranlıkla” bakan göz, aynı zamanda o kadının “nasıl sunulduğuna” göre biçimlenmiş olur. Dolayısıyla görme, doğal değil; öğretilmiş bir eylemdir.
“Erkek bakışı” kavramı, feminist film teorisyeni Laura Mulvey tarafından geliştirilmiştir ve görsel medyada kadınların izleyici için erotik bir nesne olarak konumlandırılmasını tanımlar. Bu bakışa göre kadınlar özne değil; erkeğin arzusuna hitap eden nesneler olarak gösterilir. Kameranın konumu, kadının giyimi, bakışı, bedenin kadrajlanışı hep bu “izlenme” pozisyonunu üretir. Bu temsil biçimi eleştirilir çünkü kadınları edilgen, erkekleri etkin konuma yerleştirir; görsel alanda kadınların kendi hikâyelerini değil, başkalarının fantezilerini oynatır.
Çünkü temsil etmek, bir şeyi göstermeyi değil, onu nasıl göstereceğini seçmektir. Kim gösteriliyor? Nasıl? Ne sıklıkla? Hangi bağlamda? Bu soruların yanıtları, toplumsal önyargıları, kalıpları ve güç ilişkilerini görünür kılar. Örneğin bir haber bülteni mültecileri hep “kalabalık ve çaresiz” gösterirse, bu onların gerçekliğini değil; bizim onlara dair kurduğumuz yargıyı pekiştirir. Temsil, sessiz olanı konuşan yapmaz; ama konuşulanın kim olacağını seçer.
Bu da onu bir iktidar aracı hâline getirir.
John Berger’in de işaret ettiği gibi, klasik Batı sanatının çoğunda kadınlar bakılan, erkekler bakan konumdadır. Birçok tabloda kadın bedeni, izleyiciyi baştan çıkarmak üzere düzenlenmiştir; bu izleyici varsayımsal olarak erkektir. Kadın ise kendi arzusu ya da öznel deneyimiyle değil, nasıl göründüğüyle oradadır. Sanat tarihi bu “bakış rejimi”ne dayandığı için, kadın temsilleri çoğunlukla kadınların değil, erkek egemen kültürün üretimidir. Bu eleştiri, sanatı yıkmak değil; onu yeniden, farklı gözlerle görmeye çalışmaktır.
Bugün herkes aynı anda hem izleyici hem de gösteri nesnesi. Instagram, TikTok, YouTube gibi mecralarda bireyler, kendi imajlarını “sunmak” zorunda. Ancak bu sunum bile özgürce değil; beğenilme, algoritmaya düşme, ideal estetiğe uyum sağlama baskısıyla biçimleniyor. Yani artık sadece bakmıyoruz; kendimizi gösterme biçimimizi de bir normlar sistemi içinde üretiyoruz. Bir selfie, sadece bir yüz değildir; bir arzunun, bir tasarımın, bir iktidar düzeninin minyatürüdür.
“Ways of Seeing” – John Berger: Görme pratiğini politik ve kültürel olarak çözümler.
“Bakışın Cinsiyeti” – Laura Mulvey: Sinemada erkek bakışının egemenliğini inceler.
“Temsilin İktidarı” – Stuart Hall: Görsel kültürde temsilin ideolojik işlevini analiz eder.
“Vertigo” (Alfred Hitchcock, 1958): Kadın imgesinin erkek fantezisinde yeniden yaratılması.
“Black Mirror – Fifteen Million Merits” bölümü: Gözün tüketiciye dönüşmesini distopik biçimde işler.
“I May Destroy You” (HBO): Travma sonrası öz-bakış ve temsil sorununu tersyüz eder.
Estetik bakış, kapitalizmin araçlarından biridir.
“Beğenilmek için değil, satılmak için” tasarlanan imgeler, bedenler ve roller üretilir.
“Görme Biçimleri”, bize sadece görsel kültürü değil; gösterileni sorgulama biçimini de öğretir.
Bir tablonun, bir fotoğrafın, bir reklamın ya da bir profil fotoğrafının nötr olmadığını anladığımızda, onu kimin adına ve ne uğruna gördüğümüzü de sorarız.
Görmek, masum bir eylem değildir.
Görmek, iktidarı içerir.
Ve Berger’in önerisi şudur: Bakmayı yeniden öğrenin.
Bu madde ilginizi çektiyse aşağıdaki başlıklara da göz atabilirsiniz: