İstanbul Ansiklopedisi, Netflix’in yeni Türk dizisi. Yönetmenliğini Selman Nacar’ın yaptığı başrollerinde uzun zamandır ekranlarda görmediğimiz Canan Ergüder ve genç oyuncu Helin Kandemir’in oynadığı 8 bölümlük bir yapım.
Dizinin ismini görünce İstanbul’a dair bir şeyler izleyeceğimi düşünmüştüm. Yeditepeli şehir bu sefer baş rolde değil, yardımcı karakter. Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ne atıfta bulunarak hikâyesini yazan Zehra’nın kendini arayışına şahit oluyoruz dizide. Zehra’nın yolunun Nesrin’le kesişmesi ise hikâyenin başlangıcı oluyor. İki kadın, kimlik bunalımları, kaçışlar ve kendini bulmayla sonuçlanan bir senaryo.
Arayış içinde iki zıt karakter
Zehra üniversiteyle birlikte tanışıyor İstanbul’la ve Nesrin’le. Dizinin sonuna kadar iki zıt karakterin nerede, hangi ortak noktada buluşacağını merak ediyorsunuz. Zehra henüz öğrenci, Nesrin ise kalp cerrahı. Ama ikisi de bir arayış içinde, ikisi de aslında olmaktan korktukları kişilerden kaçıyorlar. Zehra üniversitede kendini arkadaşlarına kabul ettirmek için tüm hayatını yeniden kurgularken, Nesrin İstanbul’dan ve kendinden kaçmaya çalışıyor. Bir şehir, bir kadın için yeni başlangıçlar, diğeri için bitişlerin sembolü.
Peki, insan bir şehirden gittiği zaman tüm yaşanmışları o şehirde mi bırakıyor, yoksa şehir de onunla mı geliyor? Aslında dizi tam da bunu sorgulatıyor izleyiciye. Yaşadığınız toplum sizi tercihler yapmaya yönlendiriyor mu yoksa mecbur mu bırakıyor? Tabuları yıkamadığınız bir yerde çare kendinizi mi değiştirmekte? Olmak istediğinizle oldurulmak istendiğiniz arasında bir savaş mı hayat aslında? Neden farklılıklarımızla kabul edilmek bu kadar zor? Neden farklı seslere farklı renklere tahammül yok? Beyaz ve siyah… İnancını saklamak zorunda kalanlar, baskı ve dayatmaya maruz kalanlar. Ailesiyle kendisi arasında sıkışanlar…
Hem şehir hem hikâye…
Dizi boyunca kendinize sorduğunuz sorular uzayıp gidiyor. O yüzden diziyi sonlandırmak kolay olmuyor. Tabii, hikâye yavaş ilerliyor. Bazen İstanbul’un sokaklarında kaybolmak istiyorsunuz, ancak dizi buna çok izin vermiyor. Çünkü izleyiciyi biraz da kentin sıkışmışlığı, dönüşümün kokuşmuşluğuyla yüzleştiriyor. Çok gerçek çok tanıdık. Hem şehir hem hikâye. Kurgu çok sağlam olmuş. Zehra’nın yazdığı ansiklopedi, şehirle insanların kurduğu bağ, hikâyeye bağlıyor.
Canan Ergüder’in oyunculuğu da dizinin kurgusu kadar övgüyü hak ediyor. Duygu geçişleri o kadar abartısız ve doğal ki, gerçek hayattan bir kesit alınmış kadar… Helin Kandemir’le de uyumlu bir çalışma ortaya koyduğunu belirtmekte fayda var.
Müziklere gelince… Sezen Aksu’nun ‘Büklüm Büklüm’ü dizinin o puslu atmosferine eşlik eden şarkılardan sadece bir tanesi…
İnsana dair anlatılan hikâyeleri seviyorum. Kendimden bir şeyler bulduğum, sorguladığım yapımlar dikkatimi çekiyor. Bu yapım da onlardan biri oldu. Şehirle bütünleşen insan hikâyeleri ise çok başka oluyor. Daha önce aynı platformda izlediğim Bir Başkadır adlı yapımı hatırlattı bu dizi. İzlemediyseniz ikisini de izleme listenize almanızı tavsiye ederim.