Hukukçu Gizay Dulkadir: ‘Fetö yöntemi’ sözü iktidarı aklıyor, mağdurları mücadele dışında bırakıyor

Başta Özgür Özel olmak üzere CHP'lilerin gün aşırı "fetö", "fetö yöntemi" gibi AKP iktidarının belli bir grubu dışlayan ve kriminalize eden dilini kullanması, İmamoğlu tutuklamaları ile başlayan "toplumsal uzlaşı"ya gölge düşürüyor. Hukukçu Gizay Dulkadir bu söylemin "iktidarı aklarken, mağdurları da mücadele dışına ittiğini" belirterek, bu durumun en kötü siyasi tercih olduğunu kaydediyor. Dulkadir'e göre CHP, AKP'nin söylemini aynen tekrar ederek katkısının olmadığı hukuksuzlukların sonuçlarına ortak oluyor...

Avukat Gizay Dulkadir

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlayan toplumsal tepki eylemleri birinci ayını doldururken, CHP de uzun yıllar sonra “sokak siyaseti” yapar hale geldi. Toplumun birçok kesimi “CHP’nin eylemi” demeyip İmamoğlu’na yönelik hukuksuzluğa karşı çıkıyor, eylemlere katılıyor, gözaltına alınıyor, hatta tutuklanıyor. Çözüm süreci bir yandan yürürken eski “terör söylemi” de yavaş yavaş terk edilmeye başkanıyor. Ancak CHP’lilerin başlarına gelen bu hukuksuz süreçte ısrarla -birkaç istisna isim hariç- iktidarın “fetö”, “fetö yöntemi”, “fetöcü” söylemini kullanması dikkat çekiyor.

Böylece AKP’nin, Gülen cemaatini kriminalize etmek için uydurduğu “fetö” söylemini aynen kabul eden CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel ve partisinin diğer yöneticileri, hem iktidarın hukuksuzluklarını onaylamış oluyorlar hem de başta aileleriyle birlikte yaklaşık 2 milyon oldukları tahmin edilen dev bir mağdur/KHK’lı kitlesini mücadelenin dışına itiyorlar.

Hem CHP’ye yönelik “hukuk” operasyonlarının ne anlama geldiğini hem de CHP’nin iktidar söylemini kullanmasının sakıncalarını, insan hakları savunucusu ve avukat Gizay Dulkadir ile konuştuk.

Dulkadir’e göre Özgür Özel CHP genel başkanı olmadan önce de bugün olduğu gibi 15 Temmuz sürecini ve bu kapsamda yapılan yargılamaları yanlış okudu. İktidar mağdurlarının yaşanan hukuksuzluklardan iktidarı değil birbirlerini sorumlu tutmalarının yanlışlığına dikkat çeken Dulkadir, “Dolayısıyla bu yöntemlere ‘fetö yöntemi’ demek hem iktidarı aklamak hem de mağdurları mücadelenin dışında bırakmaktır” diyor.

CHP’nin AİHM kararlarının uygulanmasını isterken “Bank Asya’ya para yatıran teröristtir” söylemini kullanmasının çelişki olduğunu kaydeden Gizay Dulkadir, “Muhalefet bu dili kullanarak esasen kendisini, temelde iktidarın yarattığı bu hukuksuzluk sarmalına ortak hale getiriyor. Yani muhalefet, aslında hiçbir katkısı olmayan hukuksuzlukların sonuçları itibariyle ortağı oluyor” değerlendirmesinde bulunuyor.

Velev okurlarını, avukat Gizay Dulkadir’in sorulamıza verdiği yanıtlarla başbaşa bırakıyoruz…

‘100 YILDIR İLK KEZ SEÇİM YAPILACAK MI ENDİŞESİ YAŞIYORUZ’

Tam bir ay önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptal edilmesi, ardından tutuklanması ile Türkiye yeni bir sürece girdi. CHP lideri Özgür Özel’in “19 Mart darbesi” diye nitelendirdiği olaylar zincirine hukuksal olarak baktığınızda ne söylersiniz?

Benim nazarımda Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan bu süreç; sonun başlangıcı mahiyetindedir. Halihazırda sayın Özgür Özel’in de sıkça dile getirdiği gibi, ülkemizde bir rejim krizi yaşanmaktadır. 100 yıldır ağır aksak da olsa, pek çok eksiği de bulunsa devam eden demokrasi, darbe dönemlerinden bile daha ağır bir tehdit altındadır. 100 yıldır ilk kez “bir daha seçim yapılmayacak mı” endişesi yaşıyoruz. Üstelik bize bu endişeyi yaşatanlar da seçimle iş başına gelmiş bir iktidarın mensuplarıdır. Bu haliyle; her ihtimalde sonun başlangıcındayız. Ya bu iktidar gidecek ya da demokrasi tüm unsurlarıyla birlikte son bulacak. Umarım bu günlere eriştiğimizden çok daha hızlı biçimde demokrasiye döneriz.

İmamoğlu ve CHP’li siyasetçilerin, STK yetkililerinin, öğrencilerin gözaltı, yargılama ve tutukluluk işlemlerinde öne çıkan hukuksuzluklar nelerdir?

Esasen süreç, bir bütün olarak hukuksuzluk örneği. Öncelikle İmamoğlu’nun tutuklu yargılanmasının hiçbir makul açıklaması yok, hatta gözaltına alınması bile hukuk sınırlarından oldukça uzak bir yaklaşımdır. İmamoğlu’nun çalışma arkadaşları ise yalnızca bir “suç örgütü” yaratılabilmek maksadıyla tutuklanmış gibi görünüyor. Yani bu insanların tek suçu “İmamoğlu’nun siyaset ekibine” dahil olmaktır.

Öğrencilerin yaşadığı ise ne yazık ki, tüm bunların ötesinde bir hukuksuzluk. Gözaltı işlemleri sırasındaki işkence ve kötü muamele iddiaları korkunç bir boyuta ulaşmış durumda, kaldı ki, bu gençlerimiz hiçbir suç işlemedikleri, yalnızca Anayasada tanımlı haklarını kullandıkları için cezalandırılıyorlar. Yani tutuklama gerekçesi edilen eylemleri, zaten kanunlarda suç olarak tanımlanmış değil. Hatta eylemleri Anayasal güvence altındadır. Hepsinin dersleri, sınavları var. Bu şartlarda yalnızca toplumsal muhalefeti bastırmak için bu gençler kurban ediliyor. Yargı eliyle ülkenin geleceği hapsediliyor.

‘CHP KADROLARINA YAPILAN HER ŞEY GEÇMİŞTE BAŞKA GRUPLARA YAPILDI’

Daha önce Kürtlere, sol gruplara, Gülen cemaatine karşı yapılan aleni hukuksuzluklar bugün Cumhuriyeti’i kuran, Atatürk’ün partisine karşı yapılıyor. İktidar buna nasıl cesaret etti sizce?

Bu yargı pratiği AKP iktidarında ve hatta öncesinde aşama aşama gelişerek bu noktaya geldi. Dayanaksız örgüt iddialarından, kayyım atamalarına, seçme ve seçilme hakkını yok etmekten, işkence ve kötü muameleye kadar, bugün CHP kadrolarına yapılan her şey, geçmişte sayılan gruplara mensup olduğu iddiasıyla milyonlarca insana yapıldı. Bana göre CHP kadrolarına yapılanlar bir cesaret değil mecburiyet meselesidir.

İktidar, adil bir seçimde kazanma şansı olmadığını biliyor. İmamoğlu’nun, her hal ve şartta Erdoğan’ı yenebilecek tek isim olduğu gerçeği, herkesin kabulü haline gelmiş durumda. Bu noktada iktidar, “tamam mı devam mı” sorusuna “yansa da yıkılsa da devam” cevabını verdi. Şu an kontrolsüz biçimde bir yargı ablukası yaşanıyor zira, iktidarın “durma” şansı yok. Bu nedenle bu hukuksuzluk bizatihi mağdurları tarafından “bitirilmek” zorundadır. Aksi halde bir aydınlık umudu kalmayacak.

‘FETÖ YÖNTEMİ DEMEK HEM İKTİDARI AKLAMAK HEM DE MAĞDURLARI MÜCADELE DIŞINA İTMEK DEMEKTİR’

Her ne kadar CHP lideri yaşananlar hakkında ‘fetö yöntemleri’ dese de aslında olan biten Gülen cemaati yargılamalarında ve genel olarak KHK yargılamalarında öne çıkan ve “başarılı olmuş” gözüken şablonun uygulanması değil mi?

Özgür Özel esasen CHP genel başkanı olmadan önce de, bugün olduğu gibi 15 Temmuz sürecini ve bu kapsamda yapılan yargılamaları yanlış okudu. Gerçekçi bir bakış açısıyla, CHP kadrolarında bu süreci doğru okuyabilen siyasetçi sayısının bir avuç insandan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Bu insanların önemli bir kısmı da Kılıçdaroğlu’nun çalışma arkadaşlarıydı.

Yaşanan süreçte kullanılan yöntem esasen; “hukuksuzluğun güncel ve elverişli araçlarını kullanma” yöntemidir. Bu araçların başında gizli tanıklar, mal varlıklarına yönelik kayyım atamaları ve kamu kurumları aracılığıyla delil yaratma gibi unsurlar bulunuyor. Biz bu yöntemlerin, Ergenekon-Balyoz yargılamalarından, ÇHD Onursal Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve devrimci Avukat yargılamalarına, 15 Temmuz sonrası yargılamalardan, Demirtaş ve Kobani yargılamalarına kadar, ülkemizin demokratik değerlerine doğrudan müdahale neticesi doğuran her dosyada kullanıldığını biliyoruz. Dolayısıyla bu yöntemlere “fetö yöntemi” demek hem iktidarı aklamak hem de mağdurları mücadelenin dışında bırakmaktır. Bugün iktidar mağdurlarının yapabileceği en büyük hata, yaşanılan hukuksuzluktan birbirlerini sorumlu tutmak olacaktır. Yaşanan her hukuksuzluğun tek müsebbibi iktidardır. CHP yönetiminin de bu gerçeği bilerek ve iktidarın dilini reddederek siyaset yapması gerekmektedir.

‘FETÖ SÖYLEMİ AKP İKTİDARINA ÖZGÜ BİR TERÖR ANLAYIŞININ ÜRÜNÜDÜR’

İktidarın, Gülen cemaatini kriminalize ilan etmek için kullandığı dilin muhalefet tarafından aynen kabul görmesi sizce ne anlama geliyor?

Öncelikle “fetö” tanımı bizzat iktidar tarafından oluşturulmuş bir tanımdır. Bu en temelde “örgütlü suçlar” gerçekliğiyle çelişmektedir. Bir “örgüt” daima kendi ismini kendisi belirler. Devletler yargı gücünü kullanarak bu örgütün bir suç örgütü, terör örgütü ya da yasal ve barışçıl bir örgütlenme olup olmadığına karar verir. Örneğin PKK ismi bizzat Öcalan ve kurucu kadro tarafından verilmiş bir isim olup, devlet yargı yetkisini kullanarak PKK’yı “terör örgütü” sınıfına sokmuştur. Benzer durum ASALA, DHKP-C gibi örgütler için de geçerlidir. Hatta yalnızca ülkemizde değil, dünyada da durum bu yöndedir. Örneğin Kuzey İrlanda’da kurulan IRA önce Birleşik Krallık tarafından “terör örgütü” ilan edilmiş, akabinde yürütülen barış süreci neticesinde IRA mensupları için genel af ilan edilmiştir.

Bu gerçeklikten yola çıkarak “fetö” söyleminin başlı başına yine AKP iktidarına özgü bir “terör” anlayışının ürünü olduğunu söylemek mümkündür. Bu dilin bu kadar benimsenmesi, muhalefetin söylem üstünlüğünü bilerek iktidar kanadına bırakması sonucunu doğurmaktadır. Siyaset bilimine bir nebze vakıf olan herkes bilir ki bu tercih, bir seçim kaybetme nedenidir. Muhalefetin yalnızca bu hususta değil, her konuda söylem üstünlüğünü, gündem yaratma becerisini iktidarın önüne geçirmesi gerekmektedir.

‘CHP’NİN AİHM SÖYLEMİ ÇELİŞKİ İÇERİYOR’

CHP’nin cumhurbaşkanı adayının hapse atıldığı, partiye kayyım iddialarının havada uçuştuğu bir dönemde, iktidarın toplumu sindirmek için kullandığı dili kullanması vaat ettiği özgürlük ve demokrasi anlayışı ile ters düşmüyor mu?

Bahsi geçen yargılamalar kapsamında yüz binlerce insan yargılanmış ve haklarında mahkûmiyet kararları verilmiştir. Hali hazırda verilmiş bu mahkûmiyet kararlarının, AİHS’nin 6., 7. ve 11. Maddelerinin ihlali mahiyetinde olduğuna ilişkin verilmiş bir AİHM kararı bulunuyor. Hepimizin bildiği ve AİHM Büyük Dairesi tarafından kesin olarak verilmiş bu Yalçınkaya v. Türkiye kararı, yüz binlerce insanı etkiler mahiyettedir.

Muhalefet bu dili kullanarak esasen kendisini, temelde iktidarın yarattığı bu hukuksuzluk sarmalına ortak hale getiriyor. Yani muhalefet, aslında hiçbir katkısı olmayan hukuksuzlukların sonuçları itibariyle ortağı oluyor. Bu yapılabilecek en kötü siyasi tercihtir diyebiliriz.

Tüm bunların yanında muhalefetin AİHM ve AYM kararlarının uygulanmamasını da eleştirdiğini, vaatleri arasında bu kararların uygulanması olduğunu da biliyoruz. Bu yönüyle de yaratılan bir çelişki var. Bir yandan AİHM kararları uygulansın, Demirtaş özgür kalsın deyip diğer yandan “Bank Asya’ya para yatıran fetöcüdür” diyemezsiniz. Bu bir söylem karmaşasıdır.

‘KHK’LILARIN MESAFELİ DURMASI NE ONLARA DA TOPLUMSAL BARIŞA KATKI SAĞLAR’

Gelelim başka bir boyuta. Türkiye’de ana muhalefet partisinin sanık sandalyesine oturtulması, Cumhurbaşkanı adayının tutuklanması büyük bir toplumsal muhalefet yaratmışken KHK’lılar bunun neresinde? Buna yeniden başlayan Çözüm Süreci görüşmelerini de eklersek neler demek istersiniz?

Şu ana kadar gözlemlediğim kadarıyla KHK’lılar bu sürece yeteri kadar angaje olamamış durumdalar. Esasen barış süreci Türkiye’de “terör” anlayışının yeniden sorgulanacağı, AİHM tarafından sürekli olarak eleştirilen mevzuat ve içtihat sorunlarının giderileceği ve nihayetinde bir genel af ilanı ihtimalinin en kuvvetli olduğu dönemdir. Bu sıralananların tamamı KHK’lıları yakından ilgilendirmektedir. Hatta KHK’lılar kitlesel olarak bu hukuka aykırı uygulamaların en geniş mağdur grubu durumundadır.

Hal böyle olmasına rağmen KHK’lılar, elbette oldukça haklı, anlaşılır ve insani bir tutumla, 10 yıldır yaşadıkları hukuksuzluklara ses çıkarılmamış olmasına tepkililer. Bu yüzden, tam da bugün dayanışma halinde olmaları gereken gruplarla mesafeliler. Ancak bu tutumun ne KHK’lılara ne de toplumsal barışa bir katkı sağlamayacağı da aşikardır. Herkesten “acı çekerek öğrenmesini” bekleyemeyiz. Bazen gözünü, kulağını kapatanı bile uyarmak vazifemizdir. KHK’lılar bugün tam da böyle bir süreçten geçiyor. Artık yapılması gereken bu sürece angaje olmak ve bir daha kimsenin KHK’lıların yaşadıklarını yaşamaması için mücadele etmektir.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com